Enflasyon mu Enfluenza mı!?

Enflasyon şişirme, abartı anlamındadır ama amiyane tabirle paranın pul olmasını ifade eder. İnfluenza ise orthomyxoviridae familyasından bir RNA virüsüdür ki bugünlerde Covid-19 etkeni SARS-CoV-2 ile birbirine benzeyen semptomlar yaratır. Gerek infeksiyon hastalıkları biliminde gerekse ekonomide aynı kök, hastalığın ve para değersizleşmesinin hızla gerçekleşmesini ifade eder. Pandeminin tüm dünya ekonomisini etkileyerek bir kriz yaratması da aynı kök sözcüğün ironik anlatımı gibi zaten!.

Bu kapsamda Ülkemiz ekonomisi için ikinci çeyrek verileri henüz açıklanmasa da ilk çeyrekte ne olduğuna bir göz atalım: 7.19’a kadar gerileyen dolar kuru 8.48’i görürken 1.589’a çıkan borsa da 1.256’ya kadar düşmüştü. Doğrusu ilk çeyrekte yaşanan sıkı para politikasının bütün yılın iklimini belirlemesi sürpriz olmayacaktı ama yine de ilk çeyrekteki büyüme herkesi şaşırttı: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye ekonomisi 2021’in ilk çeyreğinde yüzde 7 büyüdü. En iyimser ekonomistler bile ekonominin baz etkisi ile en fazla yüzde 6 büyümesini öngörüyordu.

Bu büyümede, GSYH’yi oluşturan faaliyetler incelendiğinde bilgi ve iletişim faaliyetleri %18,1, sanayi %11,7, tarım %7,5, hizmetler %5,9 artarken harcama yöntemiyle büyüme verilerinde büyümeye en yüksek katkı 4,5 puanla hane halkı tüketiminden geldiği görülmekteydi.

Bu veriler Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ı sevindirdi elbette ve şu yorumu yaptı: “İlk çeyrekteki %7’lik büyümenin %56’sı net dış talep ve yatırımlardan geldi. Bu, dengeli ve sağlıklı büyümenin göstergesi.’”

Bakan Elvan’ın iyimserliği, farklı düşünen akademisyenleri yok etmiyor: Prof. Dr. Erinç Yeldan, “Tüketimin kırbaçlanması ile ortaya çıkan eşitsiz ve istihdamsız, hormonlu bir büyüme bu! Bu patikanın gideceği sonu yakından biliyoruz” yorumunu yapmış ve Ekonomist Mustafa Sönmez de Türkiye’nin risk primine dikkati çekerek, “Gerçekte büyüyen bir ülkenin 409 CDS risk primi mi olur?” diye sormuştu! Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu da dahil pek çok uzman, bu yıl ve gelecek yılın büyüme rakamlarının baz etkisi, ötelenen talep, sektörel ayrışma gibi nedenlerle sadece ülkemizde değil Dünyada da  gerçek resmi ortaya koyamayacağını, reel  tablo için  2022 sonrasını beklemek gerektiğini vurguluyor haklı olarak. Ne de olsa SARS-CoV-2 Pandemisi henüz geçmiş değil. Halen tüm Dünyada Coronavirus vaka sayısı 187.647.215. Ölümler ise 4.04.342 olarak kayıt altına alınmış durumda. Düşünün Dünyada İzmir’in nüfusu kadar bir insanı ölüme götüren bir salgından bahsediyoruz. Ülkemizde ise vaka sayısı 5.481.555 ve ölen vatandaşımız da 50.229. Ekonomistler bu rakamlar sıfırlanmadan doğru verilerin yorumlanmasındaki güçlüklere atıf yapmaktalar.

Henüz açıklanmayan ikinci çeyrek verileri için   yaşadığımız şeyler ipucu verebilir;, Borsada ve dolarda oynaklık ve  denge arayışı üzerine eklemlenen enflasyonist gelişmeleri gördük. Doları tarihi zirvelerde idi. Bunda, ABD’nin trilyonlarca dolar büyüklüğündeki yeni bir altyapı teşviklerinin tahvil faizlerini yukarı itmesi ve  DXY endeksinin yükselmesi ile  dolar/TL kurunun olumsuz etkilenmesi elbette söz konusu ancak asıl mesele, yapısal reformları bir türlü yapamamamız…

Doların yüksek, enflasyonun yukarı ivmelenme içinde olması maalesef tüm ekonomiyi olumsuz etkilemekte. Kurdaki artışın bloke edilebilmesi için herhalde mali otoriteden yeni karar ve önlemlerin beklenilmesi doğal bir süreç olacaktır. En azından 9 TL’ye yaklaşan dolar Ülkemiz ekonomisi için sürdürülebilir olmadığı herkesin müşterek kanaati. Doğrusu, ABD tahvillerinin seyri, FED kararları gibi küresel algorizmalar dinamiğinde, Merkez Bankasının bunu kendi inisiyatifi ile yapma kabiliyeti için iyi bir ‘Challenge’ olacağına kuşku yok!. Kur ve faiz her geçen gün ekonomimizi ısıtmaya ve gerginliği arttırmaya devam ediyor. Borsa gibi makro ekonominin arenalarında gözlemlenen yabancı satışı endeks hisse yükselişini zayıflatırken şirketlerin kur ve faiz sarmalında maliyetlerini katlamaları karlılıklarını etkilemekte, dolayışı ile her ne kadar ihracat ağırlıklı çalışan ve konjukturel olarak ayrışan şirket hisseleri olsa bile ‘kayıp 2021 yılı’ şeklinde yeni yorumların kaleme alınması normal gibi görünmekte.

Türk ekonomisi geçen yıl pandemiye rağmen,  yüzde 1,8 de olsa,  dünyada büyüyen az sayıda ekonomiden biri olmuştu. Ancak gerek Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski’nin Türkiye ekonomisine ilişkin  “Uzun zamandır büyümemiz sürdürülebilirlik kriterlerinden uzak. Enflasyonu düşürme hedefinde uzlaşamamamız fiyat istikrarını engelliyor. Gelir dağılımındaki adaletsizlik derinleşiyor. İşsizlik rakamlarında artış ve geniş tanımlı işsizliğin neredeyse toplumun 3’te birini sarması yangının hızla yayıldığını gösteriyor ”şeklindeki sözlerinden gerekse Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın ‘ekonomileri yıkan ve toplumu dönüştüren bu salgında iş ve gelir kaybına uğrayan kesimler için koruyucu tedbirler alınsa da  bu yardım ve destekler ihtiyacın gerisinde kalmıştır’’ şeklindeki sözleri, kayda geçen ekonomik büyümenin hedef kitlelere yansımadığını gösteriyor.

Son noktada her şey hem ulusal hem de küresel düzlemde Pandemi ile ilişkili görünüyor. Eğer Türkiye, son aylarda tatmin edici derecede hızlanan aşılama çalışmalarını sürü bağışıklığı yapmasına imkan verecek kadar hızlandırma ve sürdürme başarısını gösterirken yapısal ekonomik reformlarını da hayata geçirebilirse, yeni bir hikayeye imza atabilir diye düşünüyorum.