Faturayı yine gariban halkımız ödeyecektir

Kanal Projesi de İstanbul ve Marmara Denizi’nde var olan ekosistemde büyük değişikliklere neden olacağından, çevre üzerinde hesaplanamayan, öngörülemeyen yıkıcı sonuçları olacaktır.

Kanal İstanbul ile ilgili olarak, gerçek anlamda, risklerin ve itirazların değerlendirildiği bir ÇET raporu maalesef bulunamamaktadır. Var olan ÇET Raporu, AKP iktidarının talepleri ve yönlendirilmesi doğrultusunda hazırlanmış, ısmarlama bir rapor olduğu için, Kanal İstanbul’un çevre üzerindeki olumsuz etkilerini araştırmadığı gibi, görülen ve bilinen olumsuz etkilerini de kamuoyundan gizlemektedir.

Kanal İstanbul, içinde geçtiği Sazlıdere ve Terkos Havza alanlarını yok edecektir. Yer altı sularının ve Terkos Gölü’nün tuzlanması riski vardır. Devlet Su İşleri’nin gizlenen raporuna göre, İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan havzaların yüzde 29’u yok olacaktır. Su kaynaklarının yüzde 29’unu kaybeden İstanbul’un kurulacak yeni yerleşim yerleri ile nüfusu ise yüze 10 artacak, bir başka ifade ile İstanbul’da kişi başına temin edilen su miktarı yüzde 40 oranında azalacaktır. Küresel ısınma nedeniyle yağışlarda büyük düzensizlikler olmakta ve her yıl sıcaklıklar artmaktadır. Kanal İstanbul projesi sonrasında su kaynaklarının önemli bir bölümünü kaybeden İstanbul, kurak geçen bir yılda, kente yeterli su sağlanamadığı bir ortamda yüzlerce insanın kentten göç etmesi, ekonomik ve eğitim faaliyetlerinin büyük ölçüde durması riski ile karşı karşıya kalacaktır. 23 milyon metrekare orman alanı, 136 milyon metrekare tarım alanı yok olacaktır. Konunun uzmanları, Marmara Denizi’nin ölü bir deniz haline gelme riskinin büyük bir ihtimal olduğunu söylemektedirler.

Konunun esas üzücü tarafı İstanbul için çevre, ülkemiz için ise ekonomi yıkım projesi olan Kanal İstanbul için; ülkemizin saygın eğitim kurumları olarak kabul edilen İTÜ, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi’nden, DSİ ve ilgili bakanlıklarda görev yapan sorumluluk sahibi yüzlerce bürokrattan hiçbir itirazın gelmemesi, muhtemel tehlikelere karşı hiçbir uyarının yapılmamasıdır. Üniversitelerimizin ve ilgili bürokrasinin bir koro halinde inanmadıkları Kanal İstanbul projesini savunmak zorunda kalmaları, fikir ve ifade hürriyetlerinin üniversitelerimizin ve bürokrasinin işlevsizliğinin ve içinde bulundukları içler acısı durumun da bir göstergesidir.

İnatla ve tek kişinin keyfine göre yapılan işlerin ağır faturasını (Aynen yap-işlet projelerinde olduğu gibi) yine gariban halkımız ödeyecektir. Sadece rant peşinde koşan yandaşların cepleri dolacaktır.