Maymun gibi…

Maymunlarla bu kadar yakın yaşamamıştım. Otelin kulübeleri maymunların yaşam alanının içinde.  Çok hoş. Uluyan Maymunların (bence daha ziyade havlayan, böğüren, hatta kükreyen maymunların bir mimikri nevi, yani türler arası gelişen taklit türü olabileceğini yazdım. Tabii mimesis veya basit taklit maymunlarda çok yaygın, bizde olduğu gibi. Birçok lisanda farklı hisleri ifade etme şekline de “mimik” deniliyor

Zaten DNA olarak aramızdaki fark çok az. En yakın kuzenlerimizle yüzde 98.8 aynıyız. En yakınlar şimpanze ve bonobolar.

Ama Amerika’daki maymunlar ve şimpanzeler arasında epeyce genetik fark var! Bazı büyük maymunlarda fark yüzde 7. İnsan ırkları arasındaki fark ise sadece yüzde 0.1

Ailede gördüğü ile yoğruluyor insan yavrusu. Hatta ana rahminde iken duyduğu ile yoğrulmaya başlıyor. Ondan sonra ilk kültürel “eğitim” tekrar tekrar tekrar ve tekrar tam anlamıyla yazılımına kazınana kadar. Zaten aralarında esasen hiçbir fark olmayan iki insan yavrusu ayni iklimde 100 kilometre kadar birbirinden ayrı doğunca apayrı lisan konuşabiliyor ve apayrı din mensubu. Apayrı pasaportları oluveriyor.

14 yılda içine TEKRAR ile kazınan “değerler” sayesinde gerekirse birbirini öldürmeye hazır hale gelebiliyor. Dinler de zaten bunun eğitimini iyi verdikleri için yüzyıllarla ayakta ve insanların ahlak anlayışlarına şekil vermiş. Bu tür kültürel etki olmasa idi belki insanlar taş devri alışkanlıklarını sürdüreceklerdi. DNA olarak bir fark yok. Kültürel olarak var!

Birkaç yüz kilometre ve iklim şartlarında biraz değişiklik olunca tamamen yabancı kavimler ortaya çıkabiliyor. Daha geniş coğrafi farklarla cildin rengi falan değişince, aradan zaman da geçince, al sana birbirine tamamen yabancı insanlar. Şimpanzeler ve maymunlar arasındaki farklar daha derinlemesine. Taş devri insanı ile bizim aramızdaki fark sadece kültürel.

Dağda yaşayan ve vadide yaşayan insanın lehçesi de kısa zamanda zaten değişiyor. Anne babanızın, dedenizin konuştuğu ile sizinki aynı mı?

Bir lider şimpanzenin ayağına diken batınca o ayağı biraz sakınarak yürümesini genç erkeklerin de taklit ettiği biliniyor. Hatta ayağı iyileşen lider normal yürümeye başladıktan sonra bile, taklit etmeye alışmış bazı genç erkeklerin liderin birkaç hafta önceki yürüyüşünü taklit etmeye devam ettikleri gözlendi (De Waal).

Eh bizlerde de gençler birbirine bakıp, başını açıp, kapayıp, bir marka telefon, bir marka kahve bardağı ellerinde dolaşarak birbirlerine ve ayni zamanda kendi kendilerine mesaj vermiyor mu?

Tekrar, tekrar ve tekrar ile insanlar bazı şeyleri benimsiyorlar. Bazı genel kabuller oluşuyor. Bu tablo, örneğin Batı ve Doğu Almanya arasında birkaç on yılda oluşmadı mı? Kuzey ile Güney Kore? Sonra Almanya birleşilince farklar birkaç yılda azaldı ama Doğu ve Batı Alman’ını hâlâ biraz konuşunca ayırt edebilirsiniz. Bazen ikinci nesilde bile! Bizdeki Bulgar Göçmeni ile Karadenizli arasında olduğu gibi. Şimdi bu yazıyı okuyan Amerikan, Türk ve Alman veya Hristiyan, Müslüman, Musevi veya Ateist dostlarım arasından bir itiraz geleceğini sanmam. Ama bir şeyden çok da emin değilim; Karadenizli dostlarım arasından bana dava açan bile çıkabilir.