Ben özenle isim kullanmamaya çalıştım. Gene isim kullanmadan bazı konulara açıklık getirmek istiyorum.
Ben bir ekonomist değilim. Yönetim Bilimciyim.
İkincisi, Türkiye’de ve ağırlıklı olarak yurt dışında, kentsel altyapı yatırım ve yönetimlerinde kazanılmış 25 yıllık bir deneyim ve bilgi birikimim olduğu yazar özgeçmişimde, referanslarım bende saklıdır.
Üçüncüsü, rahmetli Başkan’ın daveti ile geldiğim İZSU’da görevim danışmanlık değildi.
Dördüncüsü, esasen ayrık sistem olarak projelendirilmiş olan Büyük Kanal Projesinde, atık su kanal çapları o günün koşullarında karşılanabilecek maliyetler gözetilerek hesaplanıp uygulanmaya konduktan sonra, gene maliyet endişesi ile ayrık sistemden vaz geçilmiş ve yağmur suları kanalizasyon şebekesine yönlendirilirken, örneğin sahil bulvarındaki kollektör hattı üzerinde hattın taşıyamayacağı yükler için çok sayıda taşkın savağı yapılmıştır. Bu da yağmur suyunun atık suyla karışarak körfeze deşarjına göz yummak demektir.
Beşincisi, konu tamamen teknik olup, üstelik atom ya da Quantum fiziği ile ilgili olmadığı gibi, o başkan, bu başkan ya da şu başkanla da ilgili değildir.
Konu tamamen şeffaflıkla ilgilidir. Yönetim tarzı ile ilgilidir. Kararların alınmadan, teknik olarak irdelenip tartışılması gibi anlayışların yerleşmemiş olması ile ilgilidir.
Medyanın siyasi mülahazalarla halkı bilgilendirmemesi ya da bir şekilde buna izin verilmemesi ile ilgilidir. Şehrin asıl sahibi olması gereken hemşehrileri ve onların temsilcileri olan STK’ların seyirci durumunda bırakılmasıdır.
Konu yeşil alanlardan açılmışken, son bir acı örnekle bitireyim.
Acı örnek…
Çiğli’nin batısında yer alan Gediz Deltası Türkiye’nin, uluslararası kabul görmüş az sayıdaki, çok kıymetli sulak alanlarından birisidir. Uluslararası Ramsar sözleşmesi kapsamında yer aldığı gibi, Milli mevzuatımız çerçevesinde de Birinci Derece Doğal Sit Alanıdır.
Bu alanın mühim bir kısmı, başlangıçta İzmir için öngörülen doğal arıtma (lagün sistemi olarak da bilinir) uygulaması için İZSU’ya tahsisen kamulaştırılmıştır.
Biyolojik arıtma sistemi kabul edildikten sonra İZSU’nun bu geniş sulak alana ihtiyacı kalmamış, ama esasen çevreci olduğu düşünülen kurumun, alanı nasıl olsa koruyacağı düşünülerek mülkiyetinde kalmasında bir sakınca görülmemiştir.
İZSU 2001 yılından 2012 yılına kadar, her gün yaklaşık 700 (yedi yüz) ton arıtma çamurunu bu alanda, yüzlerce dönüme sermiş, toprağın, yeraltı su kaynaklarının ve sızıntılarla körfezin kirlenmesine neden olurken, kimsenin bundan haberdar olmasına izin verilmemiştir.
Nihayet 2012 yılında çamur çürütme yatırımının tamamlanması ile bu uygulama durmuş ve İZSU bütçesine bu alanın rehabilitasyonu ve temizlenmesi için fonlar konulmuştur. Ne yapılırsa yapılsın, bu alana verilen zararın telafisi mümkün olamayacaktır. Gözden ırak bir bölgede yıllarca süren bu uygulamaya karşı koymaya çalışan birileri ve ilgili STK’lar tabii ki olmuştur ama seslerini duyuramamışlardır. Bilinmesinde fayda vardır.