31 Mart yerel seçiminden ve özellikle de 23 Haziran İstanbul seçiminden büyük yara alarak çıkan iktidar partisi; seçmenin mesajlarını okumakta zorlanıyor. Bırakın okumakta zorlanmayı, adeta almamakta ısrar ediyor, ayak sürüyor. Bu hatalı tutum, iktidara yanlış üstüne yanlış yaptırıyor. Attığı her adım, yeni bir yanlışı da beraberinde getiriyor.
Sonuçta iktidar, bugünlerde siyaseten daha çok yıpranıyor, daha büyük yaralar alıyor. Bu durum iktidarı daha da hırçınlaştırıyor; iktidar sözcülerinin dilini, söylemini ve tutumunu sertleştiriyor. Bir bakıma, zücaciye dükkânına girmiş fil örneğinde olduğu gibi, ortalık kırıp dökülüyor. Muhalefete ve eleştiri getirenlere, hatta kendi içinden yükselen eleştirilere karşı hoşgörüsüz hale geliyorlar. Son günlerde yaşanan siyasal gelişmelere bakılınca, iktidar çevreleri için, sanki bir ‘akıl tutulması’ yaşıyorlar dememek mümkün değil.
Kaftancıoğlu’na ceza, vicdanları yaraladı
23 Haziran İstanbul seçiminin ana aktörlerinden, ülkenin ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen 10 yıla yakın mahkûmiyet cezası, kamuoyunun vicdanına sığmadı. Siyasal görüşü ne olursa olsun, vatandaşın büyük çoğunluğu, bu cezayı hukuki ve vicdani bulmadı.
Kadına yönelik şiddetin arttığı ve kadın siyasetçinin mumla arandığı bir ülkede ve dönemde; Kaftancıoğlu’nun örnek bir kadın siyasetçi olarak elde ettiği başarının ödülü (!), herhalde bu ağır ceza oldu. Bu durum, doğrusu taraflı tarafsız herkesin vicdanını yaraladı.
Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yumruk ve yumurta atarak saldıranların salıverildiği bir hukuk sisteminde, başarılı bir kadın siyasetçinin 7 yıl önce sosyal medyada attığı birkaç tweet nedeniyle, üstelik aradan bunca yıl geçtikten sonra şimdi ağır bir mahkûmiyetle cezalandırılmasını anlamak ve kabullenmek mümkün değildir.
Anaların acısını yarıştırmak
Son günlerin sıcak bir siyasal gelişmesi de, Diyarbakır’da evlatlarının terör örgütü tarafından zorla dağa kaçırıldığını iddia eden ve çocuklarına kavuşmak isteyen annelerden yükselen çığlıktır. Öncelikle, annelerin bu samimi çığlığına mutlaka duyarlı olunmasını, onların taleplerinin dikkate alınmasını istediğimizi vurgulamak istiyoruz.
Burada sorun, ‘Diyarbakırlı Anneler’in acısıyla ‘Cumartesi Anneleri’nin acısının karşı karşıya getirilip yarıştırılmak istenmesidir. Ülkede siyasal kutuplaştırma politikasına bel bağlayan ve bundan medet uman iktidar çevreleri, kendi siyasal tutumlarına dayanak yapma adına, sadece olayın bir boyutunu görüyorlar ve herkesi de böyle tutum almaya zorluyorlar. Oysa annelerin tümünün içten ve haklı çığlığı bizim çığlığımızdır. Devlet analar arasında ayırım yapmamalı, hepsinin hakkını, hukukunu aramalı ve korumalıdır.
Kurumları ve halkı cezalandırmak
Siyasal iktidar, kendisini rahatsız eden gelişmeler sonrasında, adeta bunun hesabını sorarcasına, yasalarla ve yerleşik uygulamalarla oynamayı adet haline getirdi. 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin yerel yönetimini kaybeden iktidar, şimdi yerel yönetim yasalarını yeniden değiştirmeye hazırlanıyor. Daha kayyım konusundaki uygulamalar ve tartışmalar bile vatandaşın vicdanında karşılık bulmamışken; neymiş, büyükşehir belediye başkanlarının bazı yetkileri ilçe belediyelerine ve merkezi yönetime devredilecekmiş. Oysa mevcut uygulamaları getiren de ve bu yasaları yapan da kendileri!..
Bu bağlamda bir başka güncel gelişme de, Türkiye Barolar Birliği (TBB) örneğinden hareketle, meslek kuruluşlarının seçim sistemlerinin değiştirilmek istenmesidir. En büyük baroların adli yıl açılış törenini boykot etmelerinin hesabı bu şekilde sorulmaya çalışılıyor.
Oysa bu konular ve uygulamalar yazboz tahtası değildir, yılların geleneğidir. Sizi rahatsız eden her gelişmede, bunlarla oynamaya kalkarsanız, kurumları ve halkı cezalandırmış olursunuz. Bu tutum çoğunlukla siyaseten de geri teper. Örneğin bizim kentimiz İzmir’de, iktidar partisinin yerel yönetimi kazanmak amacıyla işine geleceği şekilde sınırlarını konumlandırdığı Bayraklı ve Karabağlar ilçeleri, tam aksine muhalefetin kalesi haline gelmiştir. İktidarın bu örneklerden ders çıkarması gerekir.
Suriye bataklığında kaybolmak
Bizce, bu iktidarın görev dönemi içindeki en büyük siyasi yanlışı, Suriye politikası oldu. Onca iyi niyetli uyarıya karşın bu meseleye bodoslama girilmesi, ülkeyi Suriye bataklığında kaybolma noktasına getirdi. Tabii bu sorunun yol açtığı onca can kaybı ve insani dram da, meselenin en çarpıcı yanıydı.
Günümüzde ekonomide, dış ve iç politikada yaşanan pek çok sorunun temelinde de Suriye yanlışının yansımaları var. Hele ülkemizin ve bölgemizin kanayan yarası haline gelen 5 milyon Suriyelinin varlığı; yalnızca gelecek iktidarları değil, gelecek kuşakları bile etkileyecek denli köklü ve derin bir sorundur. Bütün bunlara rağmen, hâlâ bu bataklıkta sürüklenip kaybolunmasını anlamak mümkün değildir.
Bütün bu olup bitenleri görüp izledikçe, gelin de yaşanan gelişmelere ‘akıl tutulması’ demeyin bakalım!..