Halkım umut bekliyor!

1955 yılında “futbol başta, spor haberleri yazarak” gazeteciliğine başladım… 1957’de futbol / basketbol / atletizm / voleybol/ tenis konularında yorumlar da yazar oldum. 1960’lardan sonra da “sanat ve kültür (sinema / tiyatro / opera / bale) yazılarım da devreye girdi.

Ve… 1970’lerde “siyaset” de yorumlarımın konusu olmaya başladı…

O gün bu gündür de siyaset, “yarım asırdır” yazılarımın “ilk ve öncü konusu” hâline geldi…

Bu girizgahı neden yaptım?

“Acı bir gerçeği” yazacağım da ondan:

Bunca yıldır; “ülkeyi yöneten siyasetçiler ile, ülkeyi yönetmeye talip olanlar ve sonra ülkeyi yönetmeye gelenlerle, muhalefet görevini üslenenler arasında, “bugünlerdeki gibi ‘vatandaşı umutsuzluğa düşüren’ bir dönem” yaşamadım…

Yazıktır bu millete, bu halka, bu vatandaşa, bebekten, benim gibi 90’lara dayanmış ihtiyarlara kadar, genciyle, kadınıyla, erkeğiyle bu ülkenin insanlarına…

İktidarın hiç mi “iyi ve doğru yaptığı bir şey yok” ya da “muhalefetin hiç mi “doğru ve haklı eleştirisi yok”; nedir, bu “destek medyalarında da en sert şekilde devam eden” karşıtlık savaşı… Bir gün bile ara verilmiyor…

Milletin ve ülkenin beklediği “hiç olmazsa ‘asgari müştereklerde’ beraber olma tablosunu” nice zamandır yaşayamıyoruz; neden?..

Umutsuzluk; bakınız Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard “ölümcül hastalık” dediği “umutsuzluğu” nasıl anlatıyor:

“Umutsuzluk evrenseldir, çünkü insan sonluluktan sonsuzluğa geçişi umutsuzluk yoluyla gerçekleştirir. Umutsuzluk kaçınılmazdır. ‘Ölümcül hastalık’ dar anlamda kendisinden sonra hiçbir şey bırakmadan ölüme giden bir hastalık demektir. Ve umutsuzluk budur. Umutsuzluğun özü yaşamın hiçbir şey olmamasıdır.”

Halkım, ülkenin çok taraflı siyasi zirvelerinden, bugünleri ve yarınları için “umut” bekliyor; “her gün, sabahtan gece yarısına kadar birbirinize söylenmedik söz bırakmayan” saygıdeğer siyasetçilerimiz, ne diyorsunuz acaba?

+++++

Sözün Özü…

Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanmasının, ne derecede nazik bir vaziyet olduğunu söylemeye lüzum görmem. Her türlü kanuni kayıtlardan evvel bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasi telakkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin, her türlü hususi telakkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet etmek manevi zorunluluğu, asıl bu mecburiyettir ki umumi düzeni temin edebilir. Bununla beraber bu yolda yanılma ve kusur olsa bile; bu kusuru düzeltecek etken ve vasıta, basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir.  (1924)

 

Mustafa Kemal Atatürk

 

 

++++++

 

Erdem ve Politika…

Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, gelişmenin ve mükemmelleşmenin düşünen ve düşüncesini söyleyenlerle gerçekleşeceğine, düşüncenin cezalandırıldığı  yerde ise müstemleke ruhunun yerleşeceğine inanmışımdır. Bugün Türkiye, Türk milletinin, Türk insanının kültüründen gelen yüksek kudreti sayesinde maddi gelişim bakımından su götürmez bir şekilde güçlenmekte ve gelişmektedir. Fakat manevi bakımdan ciddi sorunların girdabındadır.

Vatanseverlik duyguları tehlikeli derecede sarsılmıştır.  Vatani ahlak gibi mesleki ahlak da kaybolmaya başlamıştır. Şahsi çıkar her şeyin önüne geçmiştir.

 

Ali Naili Erdem

 

++++++

 

“Şair Eşref Yaşasaydı, ne derdi?”  (cehdizâde – 173)

 

“Hicviyat” Üstüne Hiciv

“Heccav” taifesi malûm, addedilmez pek muteber

Zira methüsena bilmez ; müdânâsız, hesapsızdır

Mensup olduğu şu fırka: “şâh-ı merdân tiğ-i teber”

Ve “Sahib-i Divân” nadir, ekseriya kitapsızdır!

 

Nihat Demirkol

++++++++