Eğitimde sorunlar ne cami ne de laiklik

Sayın Milli Eğitim Bakanı, AKP Bitlis Merkez İlçe kongresinde, “Sizin anladığınız laiklik şu; 1940’lıyılları hatırlayın, camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kuranı Kerim öğrenmesini yasaklamak. Ben evrensel laiklikten yanayım, sen Türkiye’ye özgü, kendi icat ettiğin laiklik kavramını bana dayatıyorsun” ifadelerini kullanmış. Rize’de ise “Eğitimin Miladı AKP döneminde atıldı” buyurmuş.

Her iki ifade de gerçeğin ve tarihin tahribatından ve tersine çevrilmesinden başka bir şey değildir. Bendeniz 1940 yıllarda doğmuş ve Evliyalar Sülalesi olarak bilinen bir kültür ortamında yetişmiş bir kişi olarak; ne camilere kilit vurulduğunu, ne de camilerin ahıra çevrildiğini veya Kuranı Kerimin yasaklandığını, din büyüklerimizden duymadım. Aksine Evliya Dedemizin, Alanya’dan ayrılarak inzivaya çekildiği Çile köyü, bizim bulunduğumuz vadinin iki yakasındaki 10’a yakın köydeki tek cami, oda ve müştemilatı idi. Söz konusu iddialar tamamen gerçeğin saptırılmasından ibarettir. Zira Hitler Balkanları işgal ettikten sonra, Almanların 5B projesi içinde Bağdat’a ve petrole uzanmak için Türkiye’yi de işgal etmek istiyordu. Bu risk nedeniyle İsmet Paşa İstanbul’daki kutsal emanetleri gizlice Anadolu’ya taşıtıp, belli camilerde güvenlik ve kilit altına aldırmıştı. Bu olgu Cumhuriyet karşıtlarınca tam tersine çevrilerek camilerin kapısına kilit vuruldu şeklinde propagandaya dönüştürüldü. Nitekim Almanlar için Irak petrollerine ulaşmak çok önemli olmasına karşın, Almanya’nın Türkiye Büyük Elçisi Fr. Von Papen, her iki dünya savaşı döneminde Türk askerini ve Türkiye’deki yönetimi yakından tanıdığı için, Türkiye’nin işgali durumunda, Anadolu içlerinde ordunun kaybolacağı uyarısı ile Hitleri durdurdu. Hitler Türkiye yerine Sovyetlere yöneldi. Kısacası siyasil İslamcı çevrelerin söz konusu iddiaları geçeğin inkarıdır. Gerçek tam tersidir.

İkincisi Sayın Bakan Türk kültürünün derinliklerinden gelen laiklik anlayışını ya bilmiyor ya da görmemezlikten geliyor. Daha 8. ve 9. yüzyıldan beri Hoca Maturidi geleneği, Arapların kültürünü değil, sadece dinini kabul ettiğimizin bilincindedir. Bu gelenek içinde Hoca Ahmet Yesevi ve ardılları olan Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Türk İslamı’nı, henüz Arap hurafelerinin karışmadığı Tanrı aşkı ve insan sevgisi olarak gördüler. Türk kültür geleneği içinde Bağdat’ı 1055 de alan Tuğrul Bey 1058’de düzenlettiği bir törende Halifenin elinden taç giyerek kendisini bu Dünyanın hükümdarı ve hakimi, Halifeyi de uhrevi dünyanın yöneticisi bir devlet memuru olarak maaşa bağladı. Böylece devlet yönetimi ile dini yönetim bir birinden ayrıldı. Osmanlı’da Şeyh-ül İslam devletin memuru olup; divanın üyesi değildir. Din ve devlet işleri bir birinden ayrıdır. Ne var ki, bir sorun çıkarmalarını önlemek için, Hilafetle birlikte Mısır ulaması İstanbul’a taşınınca, Osmanlı’da Arap hurafeleri de giderek dini inancın içeriğine daha çok yansıdı. Günümüzde bu işlevi tarikatlar sürdürüyor.

Hurafeler din sanılıyor: İstatistiki araştırmalar Türk toplumunun ezici çoğunluğunun tarikatlara karşı olduğunu gösteriyor. Atatürk’ün de laikliği Türk kültürünün bir geleneği olarak anayasa aldırdığı ve toplumumuzun laiklikle barışık olduğunu görüyoruz. Sadece tarikatlar ve siyasi İslam’ın Türkiye’de laiklikle sorunu var. Sayın Bakan laikliğin temeli AKP ile ortaya kondu derken, teokrasi yönelimli siyasi İslam’ı mı kast ediyor acaba? Eğer böyle ise bu uygulama toplum ve kültür geleneğimize tamamen ters düşüyor. “Evrensel laiklik” dediği şeyi kendi uygulamalarında görecek isek, bu uygulamalar Siyasi İslam’a ve tarikat kültürüne dayalı teokrasi olarak kendini yansıtmıyor mu? Zira sadece teokraside devlet ve toplum, dini inancın biat kültürüne dayanır.

Laiklikte ve sekülerizmde Din, devlet ve toplum, ayrı ve özerk kurumlar olarak kendi işlevlerini görürler. Demokrasilerde laiklik ve seküler uygulamalar birlikte yaşama geçer. Ne devletin dine; ne de dinin devlet ve topluma tahakkümü söz konusu olur. Demokrasi ve özgürlük ortamında insanlar biat etmek yerine kendi inancını kendi belirler. Kaldı ki yeni nöro bilime göre çağdaş toplumun işleyiş, düzenleniş ve işlevleri, neokorteksin ürettiği akıl ve mantık ürünü hukuk kuralları ile düzenlenir. Her türlü İnanç ise, limbik beynin hipokampusünde kayıtlı değişmez kurallar olarak hazır bekler. İnançlar, vazgeçilmez ve mutlaktır; ancak inanca akıl rehberlik ederse, akıl ve bilimin galebe çaldığı günümüz dünyasıyla başa çıkabiliriz. Teokrasi ise donuk kalıplarıyla ortaçağ karanlığına davetiye çıkarır.