Hafta içindeki ekonomik gündem yine yoğun günlerini yaşadı. Önce Daron Acemoğlu iki arkadaşı ile birlikte Nobel ekonomi ödülünü aldılar. Kredi kartları limitleri 100.000 TL’yi geçenlerden Savunma Sanayi Fonuna 750 TL’lik katkı payı alınmasına ilişkin yasa tasarısı meclise sunuldu. En nihayet hafta sonuna doğru Merkez Bankası Para Politikası Kurulu politika faizini beklentilere paralel üst üste yedinci ayda %50 seviyesinde sabit tuttu. Bu gelişmelerin her birisi aslında ayrı bir yazı konusu. Nobel Ödül Komitesinin ekonomi ödülü verdiği 3 yazarın (Daron Acemoğlu, Simon Johnson, James A. Robinson) ödüle layık görülmesinin gerekçesi şöyle; “Toplumsal kurumların nasıl oluştuğunu, bu oluşumun toplumun refah ve zenginliğini nasıl etkilediğini açıklayan çalışmaları” nedeniyle ödül almışlardır. Prof. Ercan Uygur hocanın söz konusu ödül sahibi 3 yazarın çalışmalarının Türkiye için ne mesaj verdiğine ilişkin tespitlerine katılmamak mümkün değil. “Türkiye’de siyasi ve ekonomik kurumlar daha demokratik ve daha kapsayıcı olması gerekli.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde doğrudan veya dolaylı kapsayıcılık ve halkın katılımı yoktur. Denge ve denetim mekanizmaları eksiktir. Hukukun üstünlüğü ve adalet sistemi sağlıklı çalışmıyor. Başkanlık sisteminin %50+1’e dayanması sakıncalı sonuçlar doğuruyor. Partili Başkan sisteminde kapsayıcılık işlevsiz kalıyor. TÜİK gibi kurumlar şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzaklar.” Yukarıda belirtilen tüm mesajların bugünkü ekonomik sıkıntılarımızın temelinde yattığını yazılarımızda dile getiriyoruz. Nobel ödülünden dolayı haftalık makale atıf sayısı 10.000’i geçen Sayın Daron Hoca’yı kutluyoruz. Haftanın diğer bir gelişmesi ise kredi kartlarından Savunma Sanayi Fonu’na katkı payı alınması girişimi kamuoyunun yoğun tepkisi sonucu tasarı meclisten geriye çekildi. Bu girişim nereden bakarsanız bakın, ister vergi tekniği yönünden (borçludan vergi benzeri yükümlülük almak gibi literatüre zihni sinir projelerine ekleme yapmak) olsun isterseniz şans ve bahis oyunlarından alınan Savunma Sanayi Fon katkısını aynı anda düşürmek gibi bir garabeti beraberinde gündeme getirmek toplumdaki güvensizliğin nedenini anlamak için son derece açık gelişmeler.
Ekonomi programı neden çalışmıyor? Hane halkı 12 ay sonrası enflasyonu neden %94’lerde bekliyor? Aylık mevsimsellik arındırılmış enflasyonlar TCMB’nin istediği gibi neden % 1,5’larda değil de %3’lerde geziyor? TÜFE’deki gerileme neden baz etkisi dışında ciddi düşüşler göstermiyor? İPSOS 29 ülkede “Dünyanın Endişe Araştırması”nı yapıyor. Türkiye’deki katılımcıların en çok endişe ettikleri hususları ve yüzdelerini sırasıyla yazarsak; 1.%52 oranında enflasyon 2. %41 oranında göç kontrolü 3. Fakirlik- Eşitsizlik %39 4. İşsizlik %24.
Ekonomi programının yukarıda sayılanlar dışında açmazlarını da şöyle özetleyebiliriz: Programın temel dayanağı fiyat istikrarının tesisi için dezenflasyon sürecini tamamlamak. Ancak başta “faiz” olmak üzere sadece para politikası ile talep yönlü önlemler alınması yoluyla dar gelirlinin talebini kısmak yanlış hedef. Kaldı ki son faiz kararı sonrası P.P.K. açıklaması yüksek faize rağmen işlerin istenildiği gibi iyi gitmediğini gösteriyor. Açıklamadaki şu tespitler önemli. “Eylül ayında enflasyonun ana eğilimi yükseldi. Enflasyonun iyileşme hızına dair veriler belirsizliklerin arttığını gösteriyor. Para politikasındaki sıkı duruş devam edecek.
Pandemi sonrasında gelişen enflasyonist süreçte arz yönlü nedenler ile artan yüksek şirket karları iç talebin etkisinden daha çok etkin.(Mehmet Uluğ Context DependedInflation) yapılan çalışmalar gösteriyor ki Türkiye’de faiz oranlarının katsayısı (-) % 0.42 iken kar paylarının katkısı %5.26.Arada çok büyük farklar var. 2021’in düşük faiz politikasının ekonomiyi canlandırma etkisi sınırlı oldu. Ancak enflasyonun patlamasına neden olan döviz kurlarının aşırı yükselişi meydana geldi. İthalat fiyatları arttı, ithal girdilere bağlı üretim maliyeti çok yükseldi. Firmalar bu yüksek maliyetlerin üzerine aşırı kar marjlarını eklediler. Böylece bugünkü katılaşmış yüksek enflasyonla baş başa kaldık. Program bu gelişmeyi hiç dikkate almıyor.
Ekonomi programının bir başka eksikliği 2021’den bu yana meydana gelen gelir dağılımı bozukluğuna (Ör: 2015-2021 döneminde 100 metrekare konut için 265 asgari ücret gerekirken 2023 yılında bunun için 475 ay, 2024 yılında 406 aylık asgari ücret gerekiyor.) ilişkin hiçbir önlemin alınmaması. Özellikle düşük faiz döneminde haksız ve adaletsiz bir şekilde düşük gelirlilerden yüksek gelirlilere ve reel sektör sahiplerine aktarılan servet transferinin vergilenmesine ilişkin olarak hiçbir maliye politikası aracının (vergilemeyi) devreye alınmaması gelir dağılımının bozukluğunu arttırdı.
Prof. Dr. Hakan Kara Hocanın bir başka tespiti de programın ciddi bir açmazını ortaya koyuyor.“Yeni Ekonomi Programı” başladığında çokça yapılan dolaylı vergi düzenlemeleri ile Kur Korumalı hesapların Merkez Bankası’na devredilmesi de tamamen enflasyonist etki yaptı, yapıyor. Para arzı artışları enflasyonist etkisini devam ettiriyor. Mali sürdürülebilirlik olsa da dezenflasyon süreci istenildiği gibi götürülemiyor. Nitekim son faiz kararı sonrası yapılan açıklamalar bunu teyit ediyor. Bütçe açığı ve nakit harcama açıklarının büyüklüğü de dezenflasyon sürecini olumsuz etkileyen diğer faktörler.
TÜİK verilerine göre Ağustos ayında sanayi üretimi yıllık %5.3 geriledi. Üretim düşmeye devam ediyor. Yoksulluğu arttırıp üretimi azaltarak enflasyonu düşürmeye çalışmak hangi akla hizmet ediyor. Üretim üç yıl önceki düzeyine dönüyor. Aynı dönemde perakende satış %13.7 oranında artmış. Ekonomide soğumaya ilişkin verilerde tüketim hariç değişiklik yok. Tüketiminde yüksek gelirli grup tarafından yapıldığına ilişkin emareler var. Korkarız ki ekonomide durgunluğa enflasyonist süreçte eşlik ederek nur topu gibi bir “stagflasyonumuz” olacak.