ABD’nin San Fransisko kentinde 18 Nisan 1906 tarihinde sabaha karşı 5.12’de 7.9 büyüklüğünde bir deprem oldu. Sarsıntısı ABD’nin tüm doğu kıyısında hissedildi. Deprem ve ardından çıkan yangından dolayı çok sayıda bina yıkıldı. 3 binden fazla kişi öldü. Deprem, ABD kamuoyunda, bilim ve yönetim çevrelerinde uyanışa yol açtı. Amerikalılar bu tarihten sonra deprem konusuna daha ciddi eğilmeye başladı. Bu konuda yeni yönetmelikler, yeni araştırmalar yapılmaya başlandı. İnşaat dünyasında yükleniciliğin düzene sokulması, malzeme ve işçilik kalitesinin denetlenmesi, mühendislik alanında ‘profesyonel mühendislik’ uygulaması gibi yeni önlemler alındı.
Japonya’daki 1 Eylül 1923 tarihindeki ‘Büyük Kanto Depremi’ de 7.9 büyüklüğündeydi. 100 binin üzerinde insanı öldüren deprem Tokyo çevresini yerle bir etti. Bu büyük yıkım da Japon kamuoyunu deprem konusunda bilinçlendirdi. Alınan önlemler ve yapılan araştırmalarla Japonya’nın deprem riskleri hissedilir ölçüde azaltıldı. Japonya’da dikkat çekilmesi gereken bir olgu da felaketlere hazırlanmada ve afet sonrası çalışmalarda halkın katılımının sağlanmasıdır.
Türkiye’ye baktığımızda ise benzer bir bilinçlenme görmüyoruz ne yazık ki… 27 Aralık 1939 tarihinde meydana gelen ‘Büyük Erzincan Depremi’nin 7.9 büyüklüğünde olduğu kabul ediliyor. 33 bin vatandaşımız hayatını kaybederken yıkılan bina sayısı 120 bine yaklaştı. Bu denli büyük can kaybı ve yıkım ne yazık ki ülkemizde deprem afeti konusunda kamuoyunda bir bilinç sıçramasına yol açmadı. Yeni yönetmelikler hazırlanmadı. Müteahhitlik ve mühendislik hizmetleri bir düzene sokulamadı. Kısacası yerimizde saydık. Öyle ki 50 yıl öncesine dek coğrafya kitaplarında deprem ülkesi olarak Japonya anılırdı. Türkiye’nin adı geçmezdi.
Ta ki, bundan 25 yıl önce 17 Ağustos 1999 tarihinde sabaha karşı meydana gelen ‘Büyük Marmara’ depremine dek… 7.6 büyüklüğünde olduğu varsayılan depremde 20 bine yakın vatandaşımız hayatını kaybederken 50 bini yaralandı; 113 bini yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere 400 bine yakın bina hasar gördü. Olayın 20 milyar dolar civarındaki ekonomik boyutu ise 2001 hükümet buhranını tetikleyecek boyuttaydı.
Deprem olmadan bir ay önce İnşaat Mühendisleri Odası öncülüğünde 1996 yılından beri yürütülen “İzmir Deprem Master Planı” çalışması tamamlanmıştı. (Bu çalışmayla ilgili bilgiler İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin internet sitesinde bulunabilir.)
Japonların desteklediği uluslararası RADIUS projesi çerçevesinde Prof. Dr. Mustafa Erdik, Prof. Dr. Nuray Aydınoğlu, Prof. Dr. Atilla Ansal gibi evrensel çapta akademisyenlerin yürüttüğü çalışmayı İzmir Büyükşehir Belediyesi destekledi. Üniversitelerden, Meslek Odalarına, Sivil Savunmadan Emniyete kadar geniş bir katılımla gerçekleştirilen çalışma ülkemiz için bir ilkti.
17 Ağustos depremi olmadan önce İzmir’de yürüttüğümüz çalışmalara inanan pek yoktu. Yalnızca Cumhuriyet Gazetesinden genç yaşta yitirdiğimiz Celal Yılmaz arkadaşımız konuyla ilgili haberler yapıyordu. ‘Deprem Senaryosu’ çalışmasının tamamlanmasından bir ay sonra meydana gelen depremde yaşananlara bakan bazıları, ‘olanları nerden bildiniz?’ demeye başladı!
Peki ‘Marmara Depremi’nden özellikle kamu yöneticileri ve kamuoyu ders çıkardı mı? Her şeyden önce akademisyenlerin ve İnşaat Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası gibi Teknik Meslek Odalarının yıllardır yaptığı uyarıların ne denli haklı olduğu ortaya çıktı.
Deprem sonrası yarama-kurtarma çalışmalarının değil, risk azaltma girişimlerinin de ne denli önemli olduğu ortaya çıktı. Mühendislik hizmeti almamış kaçak yapıların oluşturduğu tehdit, bu tehditleri görmezden gelen imar afları, plansız kentleşme, bilinçsizce yürütülen mühendislik hizmetleri, “yetkin mühendislik” sisteminden ısrarla uzak durma, sayıları yarım milyona yaklaşan başıbozuk müteahhitlik sektörünün uygulamaları, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen yap-sat düzeni, düzgün bir yapı denetim örgüsünün bulunmayışı, tüm sorumluluğun yapsatçı müteahhitlerin eline bakmaya mahkum edilen fenni mesullere (teknik sorumlulara) yüklenmesi, inşaatta kullanılan malzemelerin denetlenmemesi, inşaat ustaların eğitimsizliği… say say bitmez. “Marmara Depremi” sonrası dersler çıkarılıp sektörün düzene gireceği umulmuştu. Bu doğrultuda “Deprem Konseyi” oluşturuldu ama AKP yönetimi tarafından lağvedildi. Yapı denetimine düzen getirmek için hazırlanan 595 ve 601 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamelerin, yapsatçı müteahhitlerin baskıları sonucu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi, çeşitli kurumların afetlerdeki çalışmalarını koordine etmek amacıyla kurulan AFAD’ın (Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı) 2023 Kahramanmaraş depremlerinde gördüğümüz gibi etkisizliği, geçmişten ders çıkarma umutlarını suya düşürdü. Neden mi? Türkiye’nin deprem riski altında bir ülke olduğu hala tam olarak anlaşılmamıştır da ondan!2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konan ve 2012-2023 yıllarını kapsayan “Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı”(UDSEP) çerçevesinde alınan kararlar uygulansaydı son depremde bu duruma düşülür müydü? UDSEP’e göre başta okul ve hastaneler olmak üzere, Türkiye’deki bina envanterinin çıkarılması ve mevcut yapıların hasar görebilirlikleri ve riskleri esas alınarak gruplandırılması planlanmıştı. Ne oldu? Her zamanki gibi çoğu eylem önerisi kağıt üstünde kaldı. Planlananın çok gerisinde kalındı.