İstanbul’da bir camide Atatürk’e hakaret eden bir şahsın duruşması yapılıyor ve tahliye ediliyor. Bu duruşmaya katılan bir grup, varlıkları Cumhuriyeti korumak olan Cumhuriyet Savcılarının bulunduğu ortamda “yaşasın şeriat” sloganları atıyor. Ayrıca İktidara yakın çevrelerin düzenlediği yürüyüşte, şeriat sloganları atıldığı gibi şeriat bayrakları taşınıyor. Adeta şeriatı savunmak hakmış gibi, toplumun buna alıştırılması yönünde çalışmalar olduğu gözleniyor. Oysaki Türkiye Cumhuriyetinin, “laik bir hukuk devleti” olduğu şimdiye kadarki tüm anayasalarında ve yasalarında güvence altına alınmış olup, bu konuda açıkça suç işleniyor ve yetkili kurumlar seyirci kalıyor. Anayasal suç sıradan bir suç işleme değildir. Buna seyirci kalan tüm sorumlular bu suçun ortağıdır.
Bu olgu ötesinde ayrıca bu şeriat savunucuları, laik ve demokratik Cumhuriyet yerine ne getirmek istiyorlar? Hiç düşündünüz mü? Atatürk’ün dehasına mağlup olan dönemin İngiltere başbakanı L. George’un deyimi ile Arap kültürünün hurafeleri ile yoğrulmuş ve hiç anlamadıkları çağ dışı bir din uygulaması ile nereye varmak istiyorlar. Yine L. George’un deyimi ile İngiliz İstihbaratının asil işlevinin Türkiye’deki tarikatları doğrudan ve dolaylı olarak yönlendirme görevi ile cahil tarikat şeyhleri üzerinden isyanlar çıkartarak Musul ve Kerkük’ü nasıl kaybettiğimizi idrak edemiyorlar mı? Ayrıca doğudaki Ortaçağ kalıntısı feodal şeyhlerin isyanı ile yeni kurulan laik cumhuriyete düzenine karşı kışkırtılan isyanlar ile Atatürk’ün eşit yurttaşlık düşüncesinin temeline Kürt ırkçılığının tohumlarını o günlerde serpilmiş olduğunu da idrak etmiyorlar mı? Emperyalist güçler ülkemizi yıkmak ve ülkeyi paylaşmak için, toplumumuzu dil, din ve ırki özellikler açısından dün nasıl ayrıştırma girişiminde bulundu ve bu yönde bazı cahil kesimleri kullandı ise bugünde aynı senaryo yeniden devreye girmiş olmuyor mu? Yeni proje, Büyük Ortadoğu Projesi ve yeni kültürel fay hatları tezi üzerinden uygulamaya sokulmuş bulunmuyor mu? Ancak senaryonun aktörleri daha da çoğalmış ve çeşitlenmiş bulunuyor. İçerdeki aktörler olarak bu kez tarikatlar ve ayrılıkçı gruplar yine en başta geliyor. Asıl üzücü olan içerdeki siyasi iktidarın, kendi iktidarını kaybetmemek için bu kesimlere siyaseten çanak tutmasıdır. Diğer yandan dış aktörler çok daha çeşitlenmiş bulunuyor. Dünkü Yunan’ın rolü ABD ve İngiltere tarafından Suriye’de yarattıkları çeşitli terör örgütlerine ihale edilmiş durumda. Bu koalisyona ayrıca bir başka, güçlü ortak olarak İsrail ve küresel siyonist sermaye, BOP’nin en çok kazananı olarak konumlanmış durumda. Ayrıca AB tarafından da güçlü destek görüyor. BOP’sine destek veren tüm bu küresel emperyal güçler, güçlü bir Türkiye oluşumuna karşıdırlar. Bu nedenle kültürel fay hattının karşı tarafı olarak Türkiye’yi zayıf tutmaya odaklanmış durumdalar. Bu amaçla dün olduğu gibi bu günde tarikatlar ve bazı ayrılıkçı güçler en kolay yönlendirilebilir iç aktörler olarak görülüyor. Tarikat kültürü, bağnazlık ve biat kültürü üzerine kurulduğu için, Türk kültürünün akli boyutu ile kadına ve insana değer veren boyutunu kabullenemez. Bu nedenle orta çağ düşüncesine hizmet eden bağnazlıkla, çağdaş uygarlıktan uzak bir cehaleti savunurlar ve kolay kullanılabilir durumdalar. Aynı kolay yönlendirme durumu ırkçı ayrılıkçı bağnazlar için de geçerli olup; bunlar zaten terör örgütlerine hizmet veriyorlar.
Benim bir bilim insanı olarak ülkedeki iki kesim en acizane uyarım olacak: İlk olarak, ülkemizin içinde bulunduğu bu ortam, ABD’nin 21. Yüzyılı da Amerikan-anglosakson yüzyılı yapma niyeti nedeniyle, Kurtuluş Savaşı dönemine eş değer bir tehdit taşıyor. İktidar, iktidarda kalmak için tarikatlara çanak tutma yaklaşımından tez elden vazgeçmeli ve Çağdaş Cumhuriyet değerlerine sahip çıkacak politika ve uygulamalara, özellikle eğitimde, liyakat ve adalet uygulaması başta olmak üzere geri dönmelidir. İkinci olarak emperyal güçlerin kullanım ve hizmetine girmiş bulunan terör örgütleri dışındaki Kürt kökenli vatandaşlarımız için Atatürk’ün eşit vatandaşlık üzerine kurduğu çağdaş uygarlığın üstü hedefli bir çerçeve ve ortam dışında Orta Doğu coğrafyasında yeni bir çağdaş kültürel ortam ve yaşam yaratılamaz. Bu nedenle emperyalizmin kullanım ve hizmetindeki ırkçı terör örgütleri ile aradaki mesafe daha çok netleşmeli ve laik Cumhuriyetimizi çağdaş uygarlığın üstüne taşıyacak, aklın inanca rehberlik ettiği, demokratik, çoğulcu hukuk devletti kültürünü ülkemizde hakim kılmalıyız. Kısacası, cehalete değil, akla ve bilime daha çok değer veren bir kültür ortamı yaratmak hepimizin birincil görevi olmalıdır. Ayrıca vurgulamak isterim ki, Atatürk’e her saldırı, bir cehalet ve bağnazlık örneğidir. Zira Atatürk dünyada gelmiş geçmiş hiçbir liderin yapamadığı bir miras bıraktı: “Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir; beni rehber edinmek isteyenler bilimi ve fenni rehber edinsinler”. Bu bağlamda neden tarikatlara karşı çıktığını da yine 1927 yılında Ankara’daki bir konuşmasından aktaralım:“Efendiler! Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil, bilakis bu gibi yapılar din ve devlet düşmanı oldukları, Selçuklu ve Osmanlı’yı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil yüz yıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki bazı kişiler bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek, ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir. Ayrıca unutmayın ki o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle ve vatan hainliği ile suçlamaktan geri kalmayacaktır.”
Rehberimiz akıl, bilim ve çağdaşlık olsun!