Ağustos ayı, yönetmen Christopher Nolan’ın yeni filmi Oppenheimer fırtınasıyla geçti. Bu durum beni Türk Tiyatrosunun en coşkun yıllarını yaşadığı 1960’lara götürdü. İstanbul’da daha sonra Ankara Sanat Tiyatrosu’na (AST) dönüşecek Arena Tiyatrosu, Kenter’ler, Engin Cezzar-Gülriz Sururi Topluluğu, Kabare Tiyatrosu, Muhsin Ertuğrul ustanın geliştirdiği İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun (İŞT) yanı sıra, Türk tiyatrosunun ‘öncü’ oyunlarını bizlere sunmaya başlamışlardı. Türk tiyatrosundaki bu dinamizmi Netflix’teki Yıldız Kenter (Caniko), Genco Erkal (Güneşin Sofrasında) belgesellerinde izlemek mümkün.
Arena’da Jarry’nin ‘Übü’, Beckett’in ‘Godot’yu Beklerken’, Kenter’lerde Ionesco’nun ‘Sandalyeler’ ve ‘Ders’, Cezzar-Sururi’de Shakespeare’in ‘Othello’ gibi oyunlarını izleme olanağı bulmuştuk. Aynı dönemde tiyatroseverler Haldun Taner’in ‘Keşanlı Ali Destanı’, Vasıf Öngören’in ‘Asiye Nasıl Kurtulur’, Güngör Dilmen’in ‘Canlı Maymun Lokantası’, Sermet Çağan’ın ‘Ayak Bacak Fabrikası’, Necati Cumalı’nın ‘Nalınlar’, Hidayet Sayın’ın ‘Pembe Kadın’, Melih Cevdet Anday’ın ‘Mikado’nun Çöpleri’ gibi oyunlarını izleme şansını elde etti.
İŞT ise 1962 yılında Beklan Algan’ın sahneye koyduğu Brecht’in ‘Sezuan’ın İyi İnsanı’ oyunuyla tiyatro dünyamıza öncülük ediyordu. O yıllarda dünyada belgesel oyunlar ses getiriyordu. ‘Rosenbergler Ölmemeli’, ‘Havana Duruşması’, ‘Soruşturma’, ülkemizde de sahnelenen belgesel oyunlardan bazıları. Beklan Algan, kendisine ‘İlhan İskender’ ödülünü kazandıracak olan ‘Oppenheimer Olayı” adlı oyunu bu dönemde, 1966 yılında sahneledi. Oyunun yazarı Heiner Kipphardt, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman tiyatrosunun önemli bir ismi. Oyunu Sevim Özakman’ın çevirisiyle İzlem yayınları basmıştı. Bu arada oyunla ilgili Haldun Taner, Prof. Macit Gökberk, Prof. Mustafa İnan gibi ünlü isimlerin katıldığı bir açık oturum yapılmıştı. Açık oturumda, Haldun Taner, Oppenheimer’ın kendisiyle ilgili oyuna itirazları olduğunu belirtirken Prof. İnan, bilim insanlarının güdümlü araştırma yapamayacağını, teknik buluşların insanlığın yararına da zararına da kullanılabileceğini, bunda politikacılar başta olmak üzere bütün toplumun sorumluluğunun olması gerektiğini vurgulamıştı.
Belgesel oyun, Robert Oppenheimer’in 12 Nisan 1954 tarihinde Washington’daki Atom Enerji Komisyonu’nun 2022 nolu odasındaki sorgulanması sürecini içeriyor. Tartışmalar 1945 yılında atom bombası yapımına öncülük etmiş ünlü fizikçiye güvenlik belgesi verilip verilmeyeceği üzerine. Sahnede ünlü fizikçinin yanı sıra, 3 kişilik soruşturma komisyonu, Atom Enerjisi Komisyonu’nun avukatları, Oppenheimer’ın avukatları ve sırasıyla gelen tanıklar yer alıyor. (Filmde bu soruşturmayı içeren sahneler siyah-beyaz)
Görüşmeler ilerledikçe, arkadaki beyaz perdede atom bombası denemeleri, Hiroşima ve Nagazaki’deki kurbanlar, insanın tüylerini diken diken eden sahneler görülür. Oyuncular sahneye girmeden önce çarpık ruhlu senatör Joseph McCarthy’nin bir gece önce televizyonda karşıtlarını komünistlikle suçlayan konuşması duyulur. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’de cadı kazanları kaynatarak aralarında Charlie Chaplin, Joseph Losey gibi onlarca sanatçının, bilim insanının ülkeden kaçmasına, karı-koca Rosenberg’lerin sırf ABD Komünist Partisine üye oldukları için yalan savlarla idamına neden olan senatör McCarthy ABD tarihinde bir kara lekedir. (Los Alamos laboratuvarındaki çalışmalardaki bilgileri Sovyetler’e sızdıran kişinin Alman fizikçi Klaus Fuchs olduğu sonradan açığa çıktığında Rosenberg’ler idam edilmişti)
Nolan’ın filminde nedense McCarthy’nin karanlık yüzü fazla vurgulanmamış. Siyah beyaz olarak yansıtılan 2 yahudi ABD vatandaşının, Dr. Oppenheimer ile Komisyon Başkanı Strauss arasındaki çatışmalara daha fazla yer verilmiş ki bu bölümler anlamsız bir gerginlik yaratmış.
Bilim insanlarının ruhi durumları, git-gelleri hem oyunun hem de filmin ana ekseni. Dr. Oppenheimer, hidrojen bombası yapımına ahlaki değerlerle karşı çıkarken öteki kanatta anti-sovyet Edward Teller var. Ne gariptir ki, Oppenheimer’a “atom enerjisindeki hizmetlerinden ötürü” 2 Aralık 1963 tarihinde Enrico-Fermi Ödülü’nün verilmesini sağlayan da bir önceki ödülün sahibi olan Edward Teller. Karmaşık bir durum!
Metafizik göndermeler içeren birkaç nokta daha var ünlü fizikçinin yaşamında. Oppenheimer, Freud, Marx, T.S. Eliot gibi yazarların yanı sıra Hint Destanı Bhagavad Gita okur. Nolan destandan “Ben ölümün kendisiyim, dünyaların yok edicisi” deyişini öne çıkarıyor.
Benzer şekilde filmin dayandığı kitabın adının da ‘American Prometheus’ olması ilginç. Çünkü tanrılardan ateşi çaldığı için derin acılara katlanmak zorunda kalan destansı bir kimliktir Prometheus. Atom bombası çalışmalarının “Trinity” olarak adlandırılması da anlamlı. Bu da Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” üçlemesine (Trinity) bir atıf gibi.
Filmin reklamı olsun diye konu ilk kez ele alınıyormuş gibi oluşturulan havanın bendeki anımsamalarıyla bu yazıyı yazdım. Yazımı sonlandırmadan İzmir’deki tiyatro topluluklarına bu oyunu yeni bir sunuşla hazırlamalarını önermek isterim. İzmir Şehir Tiyatrosu, Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Tiyatro Peron ya da Sahne Tozu Tiyatrosu bunu neden başarmasın?