Ülkemiz insanı, Cumhuriyet Tarihinin en derin ekonomik krizi yanında, en derin toplumsal yozlaşma, çözümsüzlük ve keyfi yönetimin ürettiği çaresizliğe karşı kendi kişisel tepkisini intiharlar olarak veriyor. Haber içinde verilen istatistikler bunu açıkça gösteriyor. Türk toplumu organize ve örgütlü tepki vermek yerine, duygusal ve tepkisel kişisellik özelliği nedeniyle, yaşam sorunlarıyla başa çıkamayınca, kendine kişisel olarak zarar verme yoluna girebiliyor. Bu durum Japon Kültüründeki harakiri yapmanın çok daha yumuşak bir biçimi olarak da görülebilir. Duygusallık, sorunlarla başa çıkamamak ve onurunun zedelenmesi gibi olgular bu tür kararlarda etkili olabiliyor. Bu tür intihar olaylarının yaygınlık kazanmasını ben “kişiselleşmiş sosyal tepki” olarak adlandırıyorum. Türk toplumunun geçmişte daha yoksul olduğu dönemlerde ve daha mütevazi yaşam koşullarında kendi kendine yetecek durumda idi. Komşuluk ve sosyal dayanışma daha güçlü durumdaydı. Ancak bugünün kentsel yaşamında, üstelik bugünün toplumsal ve ekonomik koşullarında, gerçekleşen yalnızlaşma, sosyal izolasyon, yoksulluk, yoksunluk, işsizlik ve çaresizlik, zorbalık ve fırsatçılık çoğu insan için taşınabilir olmaktan çıkmış bulunuyor. Bütün bunlara kolay yoldan ve fırsatçılıktan yararlanan, kültürsüz zenginleşme sonucu kendini ayrı bir varlık gibi görmeye ve göstermeye çalışan ve kaba kuvvet dahil her şeyi uygulayan, keyfi kararlarla insanların işine ve ekmeğine çöken insanların giderek arttığı keyfilik toplumunda, kendini çaresiz hisseden insanlar için intihar bir kaçış ve adeta bir kurtuluş gibi gelebiliyor. Üstelik 3 yıllık pandeminin yarattığı psikolojik duruma, sosyo-ekonomik koşulların eklediği gelecek beklentisinin gençler için tümden yok olması, yaşamın yaşamaya değer olup olmadığını sorgulatır duruma getirmiş bulunuyor. Böylesi ortamlarda sosyal devletin, insanların imdat çağrısına yetişmesi gerekir. Ancak sosyal devlet, bir hukuk devletinde yasalarla kurumların sistemleştiği bir toplumda yaşam bulur. İnsanlar bu kurumlarda sığınma bulur. Günümüz Türkiye’sinde sosyal devlet, insanları biat kültürüne yönlendiren bir sadaka devletine dönüştü. Böylece devletin kurumsal sığınma ve koruma odağı olma işlevi farklı bir boyuta taşındı. Üstelik çoğu insanı aşağılayıcı bir pozisyona dönüştü. Üstelik keyfi ve otoriter yönetimler döneminde ekonomik ve sosyal açıdan zayıf kesimlerin sığınağı olan sosyal korumada yaşanan bu zafiyet, insanlar için en temel hak olan, yaşama hakkının bizzat kendisi tarafından elinden alındığı bir ortama davetiye çıkarmaya başladı. Sonuç olarak tüm yaşanan olumsuz koşullar, ekonomik sıkıntılardan pandemi psikolojisinin yarattığı yalnızlık duygusu yanında, bilim ve çağ dışı algı süreçleri üzerinden ortaçağ değerlerini yeğleyen bir toplumsal ortamının giderek güçlenmesine eşlik eden, hızla güçlenen gelecek beklentilerinin yok oluş süreci ve yaşanan toplumsal yozlaşmaya ile çaresizlikler yüzünden tahrip olan aile içi ilişkiler, henüz yaşam direnci kazanmamış beyinleri kolayca kişisel sosyal intihar sürecine çekebilmektedir, ne yazık ki.