Türkiye’de derinleşen yoksulluk en çok çocukları vuruyor. Çocuğun gelişimi yoksulluk sebebiyle büyük zarar görüyor ve çocukların yaşamında kalıcı hasar bırakıyor. Uzmanlar, fiziksel, duygusal ve sosyal ihtiyaçları karşılanamayan çocukların yoksulluğa karşı en duyarlı grup olduğunu belirtiyor. Ülkede ekonominin gittikçe daha da derinleşen ve artan sorunları nedeniyle çocukların yaşadıkları sıkıntıları son dönemde çok sık dile getirmesi dikkat çekiyor. Parasızlık çocukları, bir yetişkin gibi konuşmaya itiyor. Çocukların gelecek hayalleri çalınırken, umutsuzlukları katlanıyor. Yeterli ve düzgün beslenmesi, doğru bir eğitim alması, fiziksel ve psikolojik olarak sağlıklı olması gereken çocuklar, yani Türkiye’nin gelecekleri, yoksullukla mücadele ediyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Çocuk, Yoksulluk ve Yaşam verilerinden çıkan sonuçlar bu gerçeği rakamlarla ortaya koyuyor. Rapora göre; Türkiye’de yaşayan 9.4 milyon çocuk yani her iki çocuktan biri çok ciddi yoksulluk çekiyor ve sosyal dışlanma riski yaşıyor. Bu tablo akıllara Nazım Hikmet’in şu dizelerini getiriyor: “Ürkek bir serçe gibi eğme başını./Kaldır başını ve dimdik dur./Bu senin değil, ülkemin ayıbı./Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk.”
“Sonuç korkutucu”
Türkiye İstatistik Kurumu, “Çocuk, Yoksulluk ve Yaşam” istatistik verileri ilk kez bu sene açıkladı. Yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olan çocukların oranının hesaplandığı rapora göre, Türkiye’nin nüfusunun tamamının yüzde 32.6’sının yoksulluk riski altında olduğu ortaya çıktı. Risk altında olanların yüzde 42.7’sini oluşturan 9.4 milyonu, 0-17 yaş arası çocuklardan oluşuyor.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) resmi verileri ve TÜİK verilerini karşılaştırarak analiz eden Eğitim Uzmanı Alaaddin Dinçer, Sözcü Gazetesine yaptığı açıklamalarda sonucun korkutucu boyutlarda olduğunu söyledi. Türkiye’de 22 milyon 578 bin 378 çocuk olduğunu belirten Dinçer, ülkede çocuk nüfusunun yüzde 51.3’ünün erkek, yüzde 48.7’sinin kız çocuklardan oluştuğunu aktardı ve “Rakamlar çapraz analiz edildiğinde sonuç korkutucu çıktı” dedi.
Dinçer, bu verilerin, Türkiye’de yaşayan 9.4 milyon çocuk yani neredeyse her 2 çocuktan birinin çok ciddi yoksulluk çekip, sosyal dışlanma riski altında olduğunu gözler önüne serdiğini belirtti.
“Diş fırçalamak bile lüks oldu”
Araştırmada, diş fırçalamanın bile milyonlarca çocuk için lüks olduğu sonucunun ortaya çıktığını belirten Dinçer, “Çocuklarımızın yüzde 66.5’i halen 3-17 yaşındaki grupta yer alıyor. Bu çocuklar, günde 1 ekonomik yoksulluk nedeniyle kez bile dişlerini fırçalamak için diş fırçası hatta diş macunu bile bulamıyor. Türkiye’de artık her 100 çocuktan 34’ü yoksulluktan günde 1 kez bile dişini fırçalayamıyor. TÜİK verileri ve MEB İstatistikleri, siyasetçilere ve ailelere çocuğun üstün yararını ortadan kaldıran bu vahim yoksulluktan, ders çıkarıp, tedbir alması gerektiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Okul terkleri yaşanıyor
Erkek çocuklarının yüzde 76.2’sinin kız çocukların ise yüzde 79.6’sının ancak ortaöğretimi tamamladığını aktaran Dinçer, örgün öğretimdeki ilkokul, ortaokul ve ortaöğretimdeki her 100 çocuktan 9.1’inin okulu terk ettiği söyledi.
Rapora göre, Türkiye’deki 5-17 yaş arası çocukların yüzde 7.3’ünün kendisini her gün depresyonda hissettiğini dile getiren Dinçer, “Zorunlu eğitim çağındaki, 1 milyon 958 bin 888 çocuk depresyonda ve kaygı altında yaşıyor. 13-17 yaş arası sınavlara çok iyi hazırlananlar da dahil yüzde 50’si okulda kendisini çok endişeli hissediyor” sözlerine yer verdi.
**********
“ÜLKEMİZİN GELECEĞİ ÇALINMIŞTIR”
Hüsnü Erkan (Sosyal Bilimci/ Prof. Dr.) – TÜİK İstatistikleri diyor ki: Ülkemiz insanlarının geleceği bugünkü iktidar tarafından çalınmaktadır. Bilinçli olarak yaratılan ve kollanan bir avuç zengin yandaş dışında, iktidara destek veren çoğunluk da dahil olmak üzere, insanımızın geleceği ellerinden alınmış durumda. Bu sonucu bizzat Devlet Kurumu olan TÜİK’in Mayıs başında yayınlanan 2015- 2022 yılları için, “Yaş gruplarına göre yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında olanların oranlarına ilişkin” verilerden izlemek mümkün. Dolar bazında kişi başına milli gelirimiz 2013 yılından beri sürekli azalma gösterdi. Değinilen TÜİK verilerinde ise farklı yaş gruplarında, 2017 ve 2018 yıllarından beri yoksulluk artış gösteriyor. 2021 yılında en yüksek yoksulluk oranlarının gerçekleştiğini görüyoruz. Ne hikmetse 2021’den 2022 yılına verilerde cüzi de olsa bir düzelme yansıtılmış. Esasen bu kısmi düzelmeyi sağlayacak hiç bir ekonomik gelişme yaşanmadı. Zira yüksek enflasyonun etkileri ve yoksullaşma asıl 2022’de yaşandı. Asgari ücret ve maaş zamları daha çok yılbaşından sonra devreye girmiş olup, ancak 2023 rakamlarına yansıyacak. 2022 verileri ile oynanmış olma ihtimali ister istemez insanın aklına geliyor. Ekonomi biliminin enflasyona ilişkin en önemli tespitlerinden birisi şudur: Enflasyon en adaletsiz vergidir. Sabit gelirli yoksuldan alır, servet sahibi zengine transfer eder. Sabit gelir sürekli erir; servet sürekli değerlenir. Yüksek enflasyonun zirve yaptığı bir yılda yoksullukta düzelme olması asla mümkün olamaz. Zira sabit gelirlilerin kaybı zirve yapar.
Söz konusu TÜİK verilerine göre toplam nüfusumuzun tam üçte biri yoksul. Bu oran 2018 ‘e göre 2,5 puan dolayında artış göstermiş. 0-17 yaş grubunda ise bu artış oranı 2021 yılı için 4 puan ve 2022 için ise 3 puan artış göstermiş. Genç nüfusta yoksulluk oranı son iki yılda da yüzde 43 dolayında bulunuyor. Rakam olarak 9,5 milyon dolayındaki genç nüfus yoksulluk riski altında yaşıyor. Yoksulluk içinde kıvranan gençlerin psikolojisi üzerinde ne tür etkiler yaratacağını siz tasavvur ediniz. Beslenmesinden fiziksel gelişimine, ruhsal gelişiminden sosyal uyum sorunlarına, okul ve eğitimi terk etmekten, yoksulluğun yaratığı kent suçlarına itilmeye, dışlanmaya ve psikolojisi bozuk bir kuşak yetiştirmeye ortam hazırlanmış oluyor. Bu ortam ve koşullarda yetişen gençlerle toplumun geleceği nasıl inşa edilecek? Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençler sağlıklı beslenme ve yeteneğini sağlıklı geliştirme şansından oldukça uzakta kalıyor. Bu yüzden ülkemiz insanının ve dolayısı ile ülkemizin geleceği çalınmış oluyor.
Korkum o dur ki; siyasi iktidar, bilim ve çağ dışı ekonomi ve toplum politikaları ile ülkeyi siyasi İslamcı bir Orta Doğu toplumu projesine yönlendiriyor. Zira bir yandan ihvan sempatizanlığı ile çağ dışı Yeniden Refahın politikalarını, diğer yandan Hizbullah ve terör artığı Hüda Par’ın Dünya görüşünü kendi iktidarına ortak yapması başka türlü nasıl açıklanabilir. Diğer yandan ülkeye doldurduğu Suriyeli; Afganlı ve de Afrikalı göçmenlerle nereye varmak istiyor? Ülkeyi tam bir siyasi İslamcı ve çağ dışı bir Orta Doğu toplumu olmanın eşiğine taşımıyor mu? Esasen Büyük Orta Doğu projesi bağlamında, batının ülkemiz üzerindeki kontrolünü kolaylaştırmak için, Parlamenter Sistem ve karar yetkisi olan bakanlıkların tüm yetkilerini tırpanlayıp tek adam yönetimine geçilmedi mi? Bu sonuç Batı Emperyalizminin yüz yıllık ideali değil mi? Ayrıca eğitimli gençleri yurt dışına ihraç etmek veya kaçırtmak; bunun yerine eğitimsiz siyasi İslamcıları ülkeye doldurmak ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi halkı yoksul bırakıp genç kuşakları sağlıksız ve zeka geriliğine mahkum etmenin sonu nereye varacak hiç düşündünüz mü? İnsanımızın ve ülkemizin geleceği elinden alınıp, çalınmıyor mu?