Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde; bedeli şehitlerimizin kanlarıyla ödenerek kurulan, çağdaş hukuk devletleri arasında yerini alması için olağanüstü çaba harcanan devletimizin düşürüldüğü durum yüzümüzü kızartıyor, üzüntü veriyor. Günlük sıkıntılar, siyasi polemikler arasında uluslararası alanda devletimizi küçük düşüren olaylar dikkatlerden kaçırılıyor, ilgi görmüyor, sıradan bir hadiseymiş gibi algılanıyor. Bu üzüntümüzü daha da arttırıyor.
Uluslararası Tahkim Mahkemesi; geçtiğimiz hafta, “Irak Merkezi Hükümetiyle yaptığı anlaşmalar hilafına Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nden (IKBY) petrol satın aldığı” gerekçesiyle Türkiye’yi 1,4 milyar dolar tazminat ödemeye mahkûm etti. Böyle bir olay ABD’de ya da bir Avrupa ülkesinde yaşansa büyük skandal olarak nitelendirilirdi. Yer yerinden oynar, sorumlular makamlarında oturamaz, hatta hükümetler devrilirdi. Maalesef ülkemizde iki-üç gün konuşuldu; siyasi çekişmeler, hamasi nutuklar ve seccade polemiğiyle üzeri örtüldü, unutturuldu.
Basında verilen bilgilere göre; Türkiye 1973 yılında BOTAŞ üzerinden Irak’la petrol ticareti anlaşması yaptı. Bu anlaşma, 2010 yılında yapılan yeni bir anlaşmayla 2025 yılına kadar uzatıldı. 2010 yılında yenilenen anlaşmaya “Türkiye, petrolü yalnızca Irak Devlet Petrol Pazarlama Teşkilatından (SOMO) alır” şartı kondu. Buna rağmen Türkiye, IKBY ile anlaşarak 2014 yılından itibaren özel şirketler aracılığıyla Irak’ın kuzeyinden petrol satın almaya başladı. Irak Merkezi Yönetimi bu duruma tepki gösterdi, anlaşmaları gerekçe göstererek tazminat talebiyle konuyu Uluslararası Tahkime götürdü. Uluslararası Tahkim Mahkemesi; Irak Merkezi Yönetiminin talebini haklı buldu ve devletimizi “anlaşmalara uymadığı gerekçesiyle” tazminata mahkûm etti. Bu karar 2014-2018 yılları arasındaki petrol alımını kapsıyor. 2018-2023 yılları arasındaki petrol ticareti ile ilgili gelişmelerin neler olabileceğini bilemiyoruz. Bu tazminat miktarının artabileceğinden, faiziyle birlikte 3-3,5 milyar dolara çıkabileceğinden söz ediliyor.
IKBY’den Kerkük-Ceyhan boru hattı ile alınan petrolün günlük 360 bin varil civarında olduğundan söz ediliyor. Sadece bununla da kalmıyor, bir de Irak’ın kuzeyinden 2011 yılından bu yana karayolundan tankerlerle petrol kaçakçılığı yapıldığı iddiası var. Bu iddianın gerçek olup olmadığını görmek için Habur sınır kapısında ya da Silopi’de bir gün gözlem yapmak ve tanker şoförleriyle konuşmak yeterli olur kanaatindeyim. Böyle bir kaçakçılıktan kimlerin, hangi yasa dışı oluşumların ya da terör örgütlerinin yararlanmış olabileceğinin de sorgulanması gerekir diye düşünüyorum.
Sadece Kerkük-Ceyhan boru hattından alınan günlük 360 bin varil petrol üzerinden kaba bir hesap yapıldığında, IKBY ile petrol ticareti yapan özel firmaların sadece 2014-2018 yılları arasındaki ticaret hacmi bu günkü rakamlara göre yaklaşık 40-45 milyar dolar civarındadır. Sadece dört yılda 40-45 milyar dolarlık ticaret yapan bir özel şirketin elde ettiği kazancı tahmin etmek çok zor değildir. Buna rağmen bu ticaretin faturası devletimize kesilmiştir ve vergilerimizle ödenecektir.
Uluslararası Tahkim Mahkemesinin kararının ardından Kerkük-Ceyhan boru hattı 10 gün süreyle kapatılmış, Türkiye’nin petrol ticareti sekteye uğramıştır. Bunun zararı da hesaplandığında fatura daha da büyümektedir. Üstelik bu 10 günde petrolün varil başına fiyatında büyük artışlar (10 dolar civarında) olmuştur. Akaryakıt fiyatlarına gelen zamlarla bunun faturasını da vatandaşlarımız ödemektedir.
Bütün bunların ötesinde devletimiz hiçbir ciddi ve saygın devletin düşmemesi gereken durumlara düşürülmüştür. Uluslararası hukukun çiğnenmesi; maddi kayıpların yanında uluslararası ilişkileri de zedeleyecektir.
Bu şekildeki ticari ilişkiler aynı zamanda; bölgemizde ABD’nin projeleriyle şekillenen ayrılıkçı yapılanmalara destek anlamına da gelmektedir. Olması gereken; bütün bölge ülkelerinin merkezi yönetimler dışındaki oluşumlarla ilişki kurmamaları, onları destekleyecek ve güçlendirecek uygulamalardan kaçınmalarıdır. Bu yapılmadığında emperyalist projelerin amacına ulaşması, bölge ülkelerinin bölünmesi, dağılması ve bölgeye 30-35 yıldır yerleştirilen istikrarsızlığın sürekli hale gelmesi kaçınılmazdır.