Hüda-Par Hizbullahçıların devamı, uzantısı bir parti

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili görüşlerini cevapladı. Kışlalı, Cumhur İttifakı’nın HÜDA Par ve Yeniden Refah Partisi ile yaptıkları ittifak, deprem bölgesinde yaşanan sorunlar, Türkiye’nin doğal afetlere neden hep hazırlıksız yakalandığı, önlenemeyen gıda enflasyonu konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

**********

GÖZLEM – AKP ve MHP başkan ve yöneticilerinin, 6’lı Masa için yaptığı ağır eleştirilerden sonra, atılmaya başlanan “Cumhur İttifakı’na Hüda Par ve Yeniden Refah Partisi’ni katma adımları” konusunda ne düşünüyorsunuz?

K – Hüda-Par terörist Hizbullahçıların devamı, uzantısı bir parti. PKK ile HDP arasında bile bu kadar büyük bir örtüşme yok. “Hizbullah ana davasında 188 ayrı cinayetin ortaya çıkarıldığını, bunların arasında ‘mini etek giydiği’ ya da ‘alkol aldığı’ için öldürülenlerin olduğunu, Batman’da 32 kişinin ensesine tek kurşun sıkılarak öldürüldüğünü, kaçırılıp 35 gün boyunca işkence yapılarak infaz edilen ilahiyatçı Konca Kuriş’in öldürülmesinin de bu eylemler arasında yer aldığını” Sözcü’de Deniz Zeyrek “hatırlattı.” Hüda-Par’ın AKP’den talepleri arasında “Kürtçe, Türkçe ile birlikte resmi dil olmalı, ‘Andımız’ ve ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ gibi sözler kaldırılmalı”, “Zorunlu karma eğitimden vazgeçilmeli”, “Devlet Şeyh Sait için özür dilemeli” gibi istekler var. Yeniden Refah Partisi’nin AKP’den istekleri arasında da “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi’ne dair 6284 sayılı Yasa’nın kaldırılması” yer alıyor. Avukat Şükran Eroğlu “Türkiye (kadını koruyan) İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Şimdi 6284 sayılı kanunu hedef alıyorlar. Kadın cinayetlerinin, şiddetin bu kadar arttığı bir ülkede kadınların tak korunacağı yasa olan 6284’ü kaldırmak demek ‘Kadınları öldürün, kadınlara şiddeti meşru kılın’ demektir” diyor.

CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka da “İstanbul Sözleşmesi’nin 6284 sayılı Yasa’nın varlığı gerekçe gösterilerek Erdoğan tarafından feshedildiğini” hatırlattı. AKP’li Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Derya Yanık bile “Kanunun varlığı son derece önemlidir. Tartışmaya açılması dahi bizce kabul edilemez” dedi. Gerçekleşse Türkiye’yi şeriat dünyasının karanlıklarına götürecek talepler. Eğer kendisine seçimde faydası olacağını yani kaybettireceği oydan daha fazlasını getireceğini düşünse Tayyip Erdoğan bu partilerin taleplerini de kabul ederdi ancak buna gerek kalmayacaktır. Amaç kamuoyu önünde bu partilerin desteğini alıp aşırı, dinci kesimlere ve sözde şeri hükümlere daha fazla önem verileceğini düşünen “iyi niyetli dindarlara” bu işin sahibi oldukları hissini vermek istiyor. Dolayısıyla bu partilere gidecek birkaç yüz bin de olsa küsuratlı oylar ile Millet İttifakı’nda yer alan muhafazakâr partilere yönelmiş veya yönelebilecek “iyi niyetli veya aklı karışık” oyları almayı hedefliyor. Bu oylar da kendisine genel seçimlerden çok Cumhurbaşkanlığı seçiminde lazım. Kendisi açısından bakıldığında, bu noktada “doğru” bir adım çünkü bu kesimleri hedefleyerek kaybedebileceği seçmen kitlesinin artık bu noktada “çok sınırlı” olduğunu, bu tercihin daha çok “kendisinden kaçmaya meyilli olanları tutmaya” veya “ortada kalanları çekmeye” yönelik bir adım olduğunu düşünüyorum.

 

GÖZLEM – İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Mustafa Özuslu, “Bayraklı’da test ettiğimiz 33 bin binanın yüzde 70’inin mühendislik hizmetleri, teknik, depreme dayanıklılık ve hazırlık olarak yeterli düzeyde olmadığı görülüyor” açıklamasını yaptı. Bu “korkutucu tespit”, apartman ve sitelerde “konut sahiplerinin egemen olduğu yönetim kurullarının ‘çoğunlukla kiracıların test için yaptıkları başvuruları önlemeye çalışma, dahası test desteğini apartmanı ya da siteyi yapan şirketlerden aldıkları (Bunun belgeleri var) gerçeği” ile birleşince, ortaya “testlerin ‘özel şirketler tarafından değil, belediyeler tarafından yapılması zorunluluğu” ortaya çıkıyor. Ne diyorsunuz?

K – Kesinlikle. Aynı yapı denetim şirketlerinde yaşanan sıkıntıların –ki son depremde inşaatları denetleyen şirketlerin kendilerinin de müteahhitlik yaptıkları hatta bazı örneklerde kendi binalarını denetledikleri ortaya çıkmıştı– burada da mevcut bina ve yapıların depreme dayanıklı olup olmadığının tespit edilmesinde yaşandığı anlaşılıyor. Bu sorunun kaynağı aslında liberal politikaların getirdiği “özelleştirme” uygulamalarıdır. Aynı otomobil ve diğer araçların devlet tarafından yapılan muayenelerinin, devlete ait kuruluşların bunları yeterince verimli ve hızlı bir şekilde yapmadığı ve denetimlerde “alınmasının” önlenemediği gibi düzeltilebilecek gerekçelerle özel sektöre verilmesinde olduğu gibi devletin yapması gereken denetim işlerinin özel sektör tarafından yapılması durumunda da çok ciddi sıkıntılar doğabilecektir. Bu nedenle bu tür denetim ve test işlemlerinin merkezi yönetim birimleri, belediyeler veya üniversiteler tarafından yapılabilmesi önemli gözüküyor. Burada kısmi bir çözüm, kiracılara tüm apartmanca alınacak kararların ötesinde sadece kendi dairelerini ve apartmanın temeli seviyesinde yer alan taşıyıcı unsurlarını uygun şartlarla test ettirme olanağı sağlanması olabilir.

 

GÖZLEM – Deprem uzmanlarının “Yapmayın, depremler devam ediyor, bunlar dinmeden, fay analizleri yapılmadan, seçim / sandık yatırımı olarak ‘Konutlarınızı 1 yılda vereceğiz’ sözleriyle temel atmalara başlanması, gelecekteki depremlerin de büyük felakete dönüşmesini hazırlamaktır” uyarılarının dikkate alınmaması konusunda görüşünüz?

K – Bu bir öncelik ve anlayış sorunu. Bu konuda kaygısı olanların artık yaşayıp gördükten sonra, bu konuda yanlış vaat ve uygulamalara kanmayıp, çözüm üretebileceğine inandığı partileri göreve getirmeleri gerekiyor. Bu bilinçlenme maalesef çok büyük bedeller verilerek yaşanıyor. Mevcut iktidar tüm bu uyarılara uymadığı için daha üzerinden iki ay geçmeden depremden sonra şimdi de deprem bölgesindeki sel felaketlerindeki su baskınlarıyla karşı karşıya kaldı. AFAD’ın tüm uyarılara itirazlara karşın dere yatağının kenarına, vadilerin dibine veya sulak tarım arazilerine kurduğu çadır kentleri sular bastı. Benzer sonuçların 1 yıl içinde yapılması amacıyla alelacele başlatılan deprem konutlarında da görüleceği aşikâr. Yer, zemin etütleri ve fay hatları analizleri yapılmadan inşaatına başlanan binlerce konutlardan bir sonraki depremde sadece birkaç tanesi yıkılsa, buralarda 50-100 kişi ölse, bunun sorumlusu kim olacak? 50 bin canın –ki gerçek rakamların bunun çok daha üstünde olduğu hâlâ kayıp olanların sayısından belli– hesabını vermeyenler, tabii ki bu “ayrıntılara” da aldırmayıp, bildikleri gibi “oy devşirme” yöntemlerini uygulamaya devam edeceklerdir.

GÖZLEM – Deprem bölgesindeki sanayi sitelerinde yüzlerce fabrika yıkıldı, ağır ve orta hasar gördü. Bölgeden yüz binlerce “genç işgücü” Mersin – İstanbul sahil güzergahına göçüyor, bu konuda tedbir yok, planlama yok; ne yapılmalı?

K – Kahramanmaraş ve Adıyaman depremleri ilk gerçekleştiğinde “Çalışamaz hale gelen yöre ekonomisinin ülke ekonomisine katkısı ciddi biçimde azalacak, sanayi ve ticaretteki yavaşlama hem tüm Türkiye’de fiyatların mevcut enflasyonun da ötesinde artmasına neden olacak, hem de mal ve hizmet eksiklikleri ile işgücündeki azalma bölgede ciddi biçimde üretim düşüşlüğüne ve gelir daralmasına neden olacak” demiştik. Deprem bölgesinde sanayi bölgeleri ve üretim siteleri hem depreme bağlı fiziki mekan yıkımlarından, hem de, belki bundan da fazla, deprem sonucu yaşanan can kayıpları ve göçlerin yol açtığı deneyimli insan gücü eksikliği nedeniyle büyük sıkıntı yaşıyorlar. Deprem sonrası aradan 1 aydan fazla zaman geçti. Hafta içinde özellikle Kahramanmaraş, Adıyaman ve Hatay’daki sanayiciler buralarda yaşanan sıkıntıları, çaresizlikleri ve iktidarın bu konulara çözüm bulmadaki “yetersizliğini ve gecikmesini” dile getirmeye çalıştılar. Örneğin, bölge sanayicilerinin verdiği bilgilere göre “Türkiye’de 30 milyar dolarlık tekstil üretiminin hammaddesinin yüzde 50’sini Kahramanmaraş ve çevresi sağlıyor. 200 bin kişiye istihdam sağlayan kentten 500 bin kişi göç etti. Depremde fabrikaların ve esnafın kullandığı yapıların yüzde 95’i ağır hasar aldı. Şehirdeki tekstil üretiminin cirosu 10 milyar doların üzerinde. Bu hammadde üretimi sürdürülmeye devam etmezse, Türkiye’nin tekstil üretimi zincir olarak bundan etkilenecek”. Yapılması gereken bölgede, mikro sektörel bazda, firmalar ve onların bağlı olduğu odalar, birliklerle görüşülerek acilen ihtiyaçları tespit etmek ve bu ihtiyaçlara göre selektif kaynak vererek bu üretim noktlarını yeniden inşa edip ve burada çalışanların geri dönmelerini sağlayacak önlemleri almak. Yoksa yukarıdan belirlenecek genel geçer teşviklerle bu krizin atlatılması mümkün olamaz.

 

GÖZLEM – Depremden bu yana 40 günü geçti, hâlâ barınma, ısınma, beslenme sorunları çözülemedi, “koordinasyonsuzluk” apaçık görülmeye devam ediyor. Sizce neden hâlâ toparlanılamıyor?

K – Bunun iki nedeni var. Birincisi bu bir “anlayış” ve “öncelik” sorunu. Ülke seçim sürecine girdi. İktidar açısından eğer 2 ay sonraki seçim kazanılamazsa, ondan sonra ne olduğunun bir önemi yok. O zaman öncelik ne? Bakın, olaylara tamamen bu gözlükle bakmak gerekiyor. İki ay içinde seçime dönük ne yapılabilir? Ne yapılırsa seçimde bir fayda sağlanabilir. Ne, seçime etki etmez? “Yıkılanların evlerini geri vereceğiz, bakın evleri yapmaya başladık bile” derseniz bu belli kesimlerde “Aa çalışıyorlar, hakikaten yapacaklar” algısını yaratır. Eğer seçimde oylarını yine iktidara verirlerse “iyi, kötü” bir mal, mülk edinebilirler diye düşünebilirler. Bu durumda da deprem bölgesinde yaşadıkları çadır kentteki, konteynırdaki sıkıntıları “daha ‘geçici’ sorunlar” olarak görebilirler. Dolayısıyla iktidarın buradaki önceliği, gerçekleştirmesi daha zor olan “mevcut ‘kadere bağlı’ kötü durumu iyileştirmek”tense, “eski ‘güzel’ günlere geri dönme” algısı yaratmakta. İkinci neden de bu “gerçekleştirmesi daha zor” olan kısımla ilişkili. Niçin mevcut durumu iyileştirmek, iyileşeceğine dair algı yaratmaktan daha zor? Çünkü iktidarın yönetim anlayışı, kendi eksikliklerinden ve komplekslerinden dolayı “liyakati” değil “aidiyeti ve sadakati” ön planda tutuyor. Mühendislikle, bilimle ilgili karar verici ve uygulayıcı konumdaki görevlerin büyük çoğunluğuna imam kökenli, konunun uzmanı olmayan kişiler getirildiğinde, yöreye verilecek teşvikten tutun, konumlandırılacak çadırlara, bir hafta öncesinde belli olan aşırı yağışların yaratacağı olası zararların tespitinden tutun, bir yıl sonra yapılacak deprem konutlarının sağlamlığına ülke yönetimiyle ilgili konuların çoğunda doğru, düzgün bir uygulama kurgulanması sağlanamıyor, buna bağlı olarak da doğru, düzgün sonuçlar alınamıyor.

 

GÖZLEM – Yangın felaketleri… Sel felaketleri… Büyük deprem felaketi… Yeniden sel felaketleri… Neden “hep hazırlıksız yakalanıyoruz?”

K – Çünkü hazırlıklı yakalanacak bir bilimsel yönetim anlayışı yok. Her konuda bilime bağlı, o konunun uzmanı kadroların karar ve uygulama süreçlerinde olduğu bir düzen yerine, o konuların uzmanı olmayan, çoğunlukla imam kökenli ama “kendilerinden ve sadık” kişilere görev verilince bu durumla karşı karşıya kalınıyor. Şanlıurfa’nın büyük bir yağış alacağı bir hafta öncesinden belliydi. Belediye’de, üç ay önce yapılan ve son yağışta göl haline dönüştüğü için 7 kişinin araçlarında kalarak hayatını kaybettiği Köprülü Abide Kavşağı altgeçidinin ne kadar suyu kanallardan tahliye edebileceğine, edemeyecekse ne yapılabileceğine dair bir hesap yapacak bir uzman yok muydu?

 

GÖZLEM – Gıda enflasyonu önlenemiyor; “fiyatlarının artışı önlenemeyen giderler çiftçinin belini büküyor” ve bunun sonucu olarak da “gıda enflasyonu”, çarşıdan, marketten, pazardan mutfağa ulaşıyor, hem de devamlı olarak… Ne yapılmalı, nasıl yapılmalı?

K – Kaynaklar belirlenip, kısmen devlet eli, yani devletin yine üretime doğrudan ve güçlü bir şekilde girmesi, kısmen de teşviklerin kullanılmasıyla tarım-gıda-tüketim zincirinin yeniden kurgulanması gerekiyor. Bu süreçte ulusal güvenliğin sağlanması, yani ithalata bağımlılık en aza indirgenmesi de ana hedeflerden birisi olmalı. Özellikle hammadde tarafında ya devlet üretimi ya da devlet teşviği olmalı. Bu üretim-tüketim zincirinin düzeltilmesinin etkisi hissedilene kadar – hatta ondan sonra da devam edecek şekilde– tüketim noktasında temel gıda maddelerini kapsayacak şekilde, belki Kemal Kılıçdaroğlu’nun aile sigortası örneğindeki gibi, belki daha ürün bazlı müdahalelerle gıda enflasyonu kontrol altına alınmalı ve gıda arzının sürekliliği sağlanmalı. Benzer hedefler sadece gıdada değil, eğitim ve sağlıkta da kurgulanmalı. Kaynak var mı, nasıl bulunacak? Bunun cevabı belli. Hazine garantili projelere gidecek kaynaklar, buralara aktarılacak. Mesele öncelik meselesi.