Pusudaki tehlike

Geçtiğimiz hafta Gözlem Gazetesi’nde yayımlanan yazımda; “kriz dönemlerinin hassas dönemler olduğundan, pusuda bekleyenler için fırsat yarattığından” söz etmiştim. Aradan bir hafta bile geçmeden, krizden nemalanmaya çalışan iç ve dış çıkar odakları adımlarını sıklaştırdılar. Vatanımızın bütünlüğü, milletimizin birlik-beraberliği, halkımızın huzuru, güvenliği ve refahı için gayret göstermesi gerekenler ise pusudaki tehditlerden habersizmiş gibi davranmakta, hatta bu tehditlerin yarattığı ortamda nasıl kazanç sağlayacaklarının hesabını yapıyor görünmektedirler.

Yaşadığımız deprem felaketinden etkilenen vatandaşlarımıza yardımda geç kalınmasına, depremden önce alınması gereken önlemlerin zamanında alınmamasına, Kızılay’ın elindeki çadır ve konserveleri ivedilikle depremzedelere göndermek yerine günlerce depolarda tutup bazı STK’lara satmasına duyulan tepkiler maalesef futbol sahalarına kadar yansıdı. Bazı futbol takımlarının taraftarları “hükümet istifa” sloganıyla protestolarını dile getirdiler. Buna karşılık siyasetçilerden bazıları vatandaşlarımızı sakinleştirmek, itidale davet etmek, tepkileri yatıştırmaya çalışmak yerine hakaret, suçlama, tehdit ve yasaklama yolunu tercih ettiler. Öyle görünüyor ki; bu ortamı fırsat olarak gören odaklar derhal harekete geçerek Bursaspor-Amedspor maçında bu defa ırkçı fanatizmi devreye soktular. Ben birbiri ardına gelişen bu olayların tesadüf olmadığını değerlendiriyorum.

Bireysel tepkilerin kitlesel harekete dönüşmesi çok da kolay değildir. Kitlesel hareketlerin bir planlayıcısı, azmettiricisi vardır ve bu tür hareketler ciddi bir hazırlığı gerektirir. Bu olaylarda fitili ateşleyen kim ya da kimlerdir? Hükümeti istifaya davet etmek demokratik bir tepki olarak görülebilir. Ama hemen ardından gelen ırkçı tepkiyle birlikte değerlendirildiğinde; birilerinin halkımızın hassasiyetlerini kaşıyarak kutuplaşmayı derinleştirmek isteyebileceğini göz ardı etmemek ve buna fırsat vermemek gerektiği kanaatindeyim. Futbol taraftarlarının kolaylıkla kışkırtılabilecek fanatik yanları da dikkate alındığında, sahalardan topluma yayılacak tepkilerin sonuçları çok iyi değerlendirilmeli, kimse yangına körükle gitmemelidir. Spor sahaları; vatandaşlarımızın eğleneceği, rahatlayacağı, keyifli zaman geçireceği ve yaşamın stresinden uzaklaşacağı mekanlar olmalıdır.

Ülkemiz 100 yıllık Cumhuriyet tarihimizin en zor dönemlerinden birisini yaşamaktadır. Laik Cumhuriyetimizi şeriat ve hilafet rejimine dönüştürmek isteyen siyasal İslamcı kadrolar fırsat kollamaktadırlar. Ordumuz siyasal İslamcı kadroların kumpaslarıyla yıpratılmıştır. Ekonomimiz büyük sıkıntı, halkımız geçim zorluğu içindedir. Kültürel farklılıklarımız ırkçı çatışmaya dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Emperyalist güçlerin başımıza sardığı geçici sığınmacılar demografik yapımızı tehdit edecek seviyeye gelmiştir. Ülkemiz dünyanın dört bir tarafından gelen mafya gruplarının istilası altındadır.

Ortadoğu’daki çekişmeler, Irak ve Suriye’deki iç çatışmalar, İran ve İsrail arasındaki gerilim, Azerbaycan-Ermenistan ve Rusya-Ukrayna savaşları nedeniyle bölgemiz ateş çemberi içindedir. Dikkat edilirse bütün bu olaylara; başını ABD’nin çektiği emperyalist güçlerin müdahalesi vardır. Bunlara bir de depremin yıkımı eklenmiş, depremden zarar gören vatandaşlarımız doğup büyüdükleri ata toprağını terk etmeye başlamışlardır. Yerlerini kimlerin dolduracağına dikkat edilmelidir. ABD Genelkurmay Başkanı; bütün bu karmaşa içinde işini-gücünü bırakıp 4 Mart’ta Suriye’de PKK/PYD’nin işgali altındaki bölgeyi ziyarete gelmiştir. Ardından ABD Savunma Bakanı ve Almanya Dışişleri Bakanı 7 Mart’ta Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani’yi ziyaret etmişlerdir. Ortam, ABD’nin başını çektiği emperyalist güçlerin yüz yıllık projesi olan, ülkemizin topraklarına da göz diken, Akdeniz’e açılan “Büyük Kürdistan” hayalinin ve içimizdeki siyasal İslamcıların; Cumhuriyetimizi şeriat ve hilafet devletine dönüştürme hedefinin gerçekleştirilmesi için oldukça uygundur. Öyle görünüyor ki; pusudaki bütün iç ve dış çıkar odakları harekete geçmişlerdir.

Böyle bir ortamda yaklaşan seçimler nedeniyle de hassasiyetimiz daha da artmıştır. Bu süreçte halkımızı kutuplaştırıcı söylemlerin dozu artırılmakta, ayrımcılık körüklenmektedir. Bunların üstüne bir de siyasi suikast iddiaları dillendirilmektedir. Eski Ülkü Ocakları Başkanı Alaattin Aldemir, katıldığı bir canlı yayında “bir mafya grubu tarafından Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na hamle yapılacağı” duyumları aldığını ifade etmiştir. Bir başka TV yayınında güvenlik şirketi adı altında paramiliter yapılanmaların çoğalmakta olduğundan söz edilmektedir. Bütün bunlar; vatanımızın bütünlüğünü, milletimizin birlik ve beraberliğini derinden sarsacak endişe verici gelişmelerdir ve ancak vatandaşlarımızın sağduyusuyla üstesinden gelinebilir.

Devletimizi yöneten ve yönetmeye talip olanların yapması gereken; her şeyden önce birlik-beraberliğimizi ve bütünlüğümüzü koruyacak önlemleri almalarıdır. Bunun için camilerimize, kışlalarımıza, okullarımıza, sporumuza, sanatımıza siyaseti sokmamaları gerekmektedir. Aksi halde Büyük Önderimiz Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarının mirası olan güzel yurdumuz tıpkı Irak, Suriye, Libya, Afganistan… gibi yaşanamaz bir hale getirilecektir.