Gazeteci yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminde olan konu ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Kahramanmaraş merkezi 10 ili vuran depremler, sonrasındaki arama kurtarma çalışmaları, “Türkiye Tek Yürek” yardım kampanyası, Devlet Bahçeli ve Süleyman Soylu’nun deprem için yardım toplayan STK’lara yönelik sert sözleri, Bülent Arınç’ın “seçimlerin ertelenmesi” önerisi, depremin “kadere” bağlanması konularında açıklamalarda bulundu.
İşte görüşleri…
GÖZLEM – 7.7’lik ve 7.6’lık iki depremin ikinci haftasını bitirmek üzereyiz, “arama kurtarma çalışmaları ve sonrasındaki yaşam uygulamaları ile ilgili şikayetler, eleştiriler bitmedi; “bu süreç ile ilgili” sizin görüşünüz?
K – Evet hiç şüphesiz Türkiye açısından bu asrın doğal felaketi. Ancak tek adam yönetimi anlayışı, yetersizliği ve zafiyeti bu felaketi ülke ve insanı için bir yıkım haline getirdi. Tayyip Erdoğan hafta içinde tüm televizyonların canlı yayınladığı “Türkiye Tek Yürek” yardım kampanyası gecesine telefonla bağlandığında “İlk günlerdeki eksiklikler kısa sürede önemli ölçüde giderildi” diyerek kendisi de en azından ilk günlerdeki “eksiklikleri” yani “yetersizliği” itiraf etmiş oldu. Zaten o iki günde müdahale yetersizliği nedeniyle kurtarılabilecek çok sayıda yurttaş hayatını kaybetti. Bu yetersizliklerin, eksiklerin ana iki nedeni vardı. Birincisi AFAD’ın yetersizliği. O eksiklikler ki AFAD’ın her enkaz başına bir görevli tayin edilmesi gerekçesiyle hayat kurtarma çalışmalarını en az 2 gün geciktirdi. AFAD’a gönderilen malzemeler teslim alınamadı, her yerde TIR kuyrukları oluştu. AFAD’ın mevcut bulunması gereken çadır, battaniye ve diğer ihtiyaç malzemesi sayısının çok yetersiz kaldığı, daha şu günlerde bile ciddi bir çadır eksikliği olduğu anlaşıldı. Depreme ilk müdahalede “eksiklik” olarak ifade edilen ve yetersizliğe yol açan bir diğer etken de, Erdoğan’ın “ayaklanma” korkusu ve asker alerjisi nedeniyle, öteden beri savaşta olduğu gibi barışta, doğal afetlerde de halkıyla iç içe olan Ordu’nun sahaya çok geç sürülmesi ve onun da can kurtarmadaki katkısının ilk günlerde çok sınırlı kalmasıydı. Halbuki, Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı’nın 7 Temmuz 1997 tarihli “yangın, sel, deprem gibi doğal afetlerde askerden yardım alınmasını” düzenleyen EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) Protokolü sayesinde TSK, 1999 Gölcük depremine ilk andan itibaren müdahale etmiş ve çok etkin bir kurtarma çalışması yapılmıştı. Bu protokol daha sonra Taraf Gazetesi’nin “Fatih Camii Bombalanacaktı” manşeti ile FETÖ’nün başlattığı Ergenekon, Balyoz ve diğer kumpaslar sürecinde, TSK’nın halk nezdindeki gücünün kırılması amacıyla 4 Şubat 2010’da kaldırıldı. FETÖ tarafından “TSK bu protokol sayesinde ihtilal yapar” korkutmasıyla iptal edilen bu protokol kumpaslar o dönem için hedefine ulaştıktan sonra, tam da FETÖ kalkışmasından 1 gün önce 14 Temmuz 2016’da, Orduya ve devlete sızmış FETÖ’cüler sayesinde tekrar hayata geçirildi. Hatta bu sırada EMASYA protokolünde bir de değişiklik yapılarak “TSK’ya mülki amirlere bilgi vermeden operasyon yapma yetkisi” verildi. Kalkışma sonrası Erdoğan “durumu idrak edince” bu protokolü tekrar kaldırdı. Yani iktidarın “TSK sahada olmasın” korkusu bir ölcüde 15 Temmuz kalkışmasından kaynaklanıyor ancak öyle bir ortam kalmadığı halde bu nedenle çok önemli olan bu protokol kaldırılarak mevcut depreme TSK’nın etkin birşekilde müdahale etmesi engellenmiş oluyor. Eski GATA Komutanı Emekli Tümgeneral Tarık Özkut’un ifade ettiği gibi “Asker savaşta düşmanla, barışta afetle savaşır” ama TSK afetle geç savaştırıldığı gibi, bir de üzerine GATA’nın, sahra hastanelerinin kaldırılması depremdeki ölümleri hiç şüphesiz arttırdı. Dolayısıyla bu depremde 35 binden fazla yurttaşımızın hayatını kaybetmesinde, 100 binden fazla yaralının çektiği sıkıntıların sağlıklı bir şekilde ve çok daha önce giderilmesinde AFAD’ın yetersizliği ile TSK’nın doğal felaketlere müdahale olanağının ortadan kaldırılmış olması büyük rol oynadı.
GÖZLEM – Bu “yaygın” şikayet ve eleştirilere karşı, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhur İttifakı’nın ikinci büyük partisi MHP’nin genel başkanı Bahçeli, İçişleri Bakanı Soylu “ağır hakaret sözcükleri” sarf ettiler; haklılar mı?
K – Tabii ki değiller. Bu ifadeler aslında bu süreçteki “suçlarını”, “sorumluluklarını” gizlemek için ortaya koydukları bir “üste çıkma” ihtiyacından doğuyor. Bir defa bu “suçlanmayı” iyi anlamak için iktidarın Akut gibi “muhalif” olduğunu varsaydıkları sivil toplum örgütü ve yapıları ortadan kaldırıp, Kızılay’ı da içine katarak devletin doğal afetlere karşı mücadele kolu olarak kurduğu AFAD’daki yetersizlikleri ve iktidarın aslında anlayışını iyi kavramak gerekiyor. Arama kurtarma çalışmaları sona yaklaşırken şimdi önem sırasında önceliği deprem bölgesindeki yaşam şartları almaya başladı. Çadır, battaniye, temel yaşam ihtiyaçları eksikliği çok ciddi boyutta. AFAD bu ihtiyaçları karşılayamaz ve iktidar Ahbap gibi “muhalif” gördüğü sivil toplum kuruluşları ve muhalif belediyeleri süreç dışında tutmaya ya da en azından yıpratmaya çalışırken son depremde çok sayıda tarikat ve cemaatin, nereden elde ettikleri belli olmayan çadır ve imkânlarla deprem bölgelerinde özellikle kendi müritlerine devletin normal vatandaşına yapamadığı yardımları yaptığı görülüyor. Buna bir örneği 14 Şubat “Tarikatlar ne yapıyor, çadırı nereden buluyor?” başlıklı yazısında Sözcü’den Saygı Öztürk şöyle veriyor: “Adıyamanlı iş insanı Şeyh Abuzer Yıldırım 26 Nisan 2020’de Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetmişti. Adıyaman merkezinde dergahı vardı. Vakfının adı da Yıldırım Vakfı’ydı. … Vakıf adına Adıyaman halkına sosyal medya üzerinden mesajlar gönderiliyor. Birisini okuyalım: ‘Adıyaman Börgenek Köyü Şeyh Abuzer Yıldırım Türbesi, 3 bin kişilik çadır, 7/24 sıcak yemek yatılacak yer. Mağdur olan herkesi bekliyoruz’ … Börgenek köyüne yakın yerde 35 bin metrekarelik alana sabit çadırkent kurulduğunu ve kullanıma hazır olduğunu da ayrı bir mesajla duyuran vakıf; yemek, elektrik, su battaniye, soba ve her türlü imkanın mevcut olduğu da belirtiliyor. …Bir tarikatın, vakfın bu kadar imkanları varken, bizim AFAD’ımız, Kızılay’ımız, diğer yardım kuruluşlarımız neden organize olamıyor? Çadır üreticileri ellerinde malzeme olmadığını belirtiyor. Peki, bu karışıklıkta nasıl oluyor da koca Adıyaman’da yeterli çadır yokken, Adıyaman’ın köyünde türbenin yakınında çadırlar kuruluyor, sıcak yemekler veriliyor? … Sivil toplum kuruluşlarının, belediyelerin yapmak istediği yardımlar, ‘AFAD tarafından tek elden yapılsın’ denilip el koyulurken, acaba tarikatlar, cemaatler bunların dışında mı tutuluyor? … 17 Ağustos 1999 depreminde… Türk Kızılay’ı çadırı beğenilmese bile halka çadır dağıtıyordu. Kızılay’ın bağlandığı AFAD, halka çadır bile dağıtamıyor. O deprem şunu da öğretmişti: Her il valiliğinde ilin nüfusu da dikkate alınıp çadırlar yaptırılacak, bunlar depolarda saklanacak, ihtiyaç halinde çıkarılacaktı. Peki o çadırlar nerede? Yoksa valilikler, ellerindeki o çadırları tarikatlara mı verdi?” Tam da bu noktada Sayıştay 2017 raporuna dikkat çekmek gerekiyor. CHP Milletvekili Gamze Taşçıer tarafından basın toplantısıyla gündeme getirilen ve Cumhuriyet’ten Barış Pehlivan’ın dikkat çektiği Sayıştay raporlarına göre AFAD 2015-2017 arasında, sadece üç yılda kendi kaynaklarından il özel idarelerine 650 milyon lira, bugünün enflasyona göre hesaplanmış değeriyle 2,6 milyar lira aktardı. Bu para depremle ilgili nereye harcandı belli değil. Sayıştay’ın 2017 AFAD Raporu’nda “AFAD’a ait 25 depoda bulunan çadırların, battaniyelerin, mutfak ve giyim malzemelerinin kaydı bulunamadı” deniliyor. Söz konusu 2,6 milyar lira ile; tanesi 60 bin liradan 25 bin konteynır –ki her biri içinde bir aile kalabilecek şekilde iki oda, wc bulunuyor – tanesi 10 bin liradan 70 bin adet büyük çadır ve tanesi 200 liradan 2 milyon adet battaniye alınabilirdi. Bunlar deprem önceliği olan bölgelerde, depolarda tutulabilir ve deprem anında AFAD çalışanlarınca hemen devreye sokulabilirdi. Buna bir de işte Ordu’nun devreye geç sokulmasına dönük Erdoğan’ın yaşadığı “kalkışma travması” ve “ayaklanma korkuları”nın yarattığı “tepkisel suçluluğu” eklemek gerekir. Bu tepkisel suçluluk da o seviyede kendisini “dalgalı ruh halleri, kendini tutamama, hakaret” gibi yöntemlerle dışa vuruyor.
GÖZLEM – Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Deprem Bölgesi’ne ekipleriyle yardıma koşan, yangın söndüren, uçak pistini onaran İstanbul ve Ankara Büyükşehir Başkanlarını kastederek CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na, “Siz kimsiniz ya, ne olduğunuzu zannediyorsunuz… Devletin yapamadığını gelecek bir belediye yapacak öyle mi?” dedi. Ulaştırma ve Alt Yapı Bakanı Karaismailoğlu da benzer açıklamalarda bulundu. “Atanmış iki görevlinin, milyonlarca oy alarak seçilmişlere karşı sarf ettikleri bu sözler ve hitap tarzları için” ne düşünüyorsunuz?
K – Bu süreçte Erdoğan’a ve özellikle ona çok yakın yöneticilerinin diline ve tavrına yön veren ana kaygı, “Muhalif kesimin ülkeyi, özellikle böyle zor bir dönem ve şartlar altında, yönetebilme becerisinin çok geniş kitlelerce fark edilecek ve fark edilmiş olması”dır. Ülkeyi yönetmedeki tüm becerisizlikleri, çapsızlıkları çok büyük bir felaketle ve büyük bir bedel ödenerek ortaya çıktı. Bunun halk nezdinde de bir karşılığı olacağını biliyorlar. Bu sebeple olabildiğince beceriksizliklerini kapatmaya çalışırken, kendilerini “kötü” gösterecek örnek ve oluşumlara karşı da en çığırtkan tepkiyi vermeye çalışıyorlar. Sadece “Evini kaybeden depremzedelere yurtları açmaları” kararında olduğu hesapsızlık bile aslında yönetim “beceri” seviyelerini ve “önceliklerini” ortaya koymak açısından çok çarpıcı. YÖK’e kayıtlı üniversite öğrencisi sayısı yaklaşık 8,2 milyon kişi. Kamu yurtlarını kullanan öğrenci sayısı ise yaklaşık 679 bin. 679 bin öğrencinin yerine depremzedeleri yerleştiriyorsunuz ama üniversiteleri çevrimiçi eğitime geçirmenin ne anlamı var? Üniversitelere giden bütün öğrenciler yurtta kalmıyor ki, evinden giden gitmeye devam etsin. Yurtta kalanlar da isterlerse çevrimiçi bağlansınlar. Bu kararlarıyla sadece yurtlarda kalanları değil aslında bütün üniversite öğrencilerini karşılarına almış oldular. Üstelik de bu kararın ne kadar gerekli olduğu bile daha belli değilken. Henüz kaç depremzedenin yerleşim ihtiyacı olacağı bile belli değil.
GÖZLEM – MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun depremzedeler için yardım toplayan, destek veren AHBAP’ı hedef alması, hatta “hesap verecekler” demelerinin ardından, AHBAP’ın kurucusu sanatçı Haluk Levent sosyal medya hesabından, AFAD ile işbirliğine ilişkin bir belge yayınladı. “Protokol yok devletten ayrı çalışıyor diyenler! Yıllardır Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı depolarında görev aldık. Deprem ve yangınlarda birlikte çok çalıştık Daha da çalışacağız. AFAD devleti AHBAPLAR da STK olarak gönüllüleri temsil eder. Ayrıca yıllardır sürdürdüğümüz işbirliği protokolümüz var” dedi. Siz ne diyorsunuz?
K – Haluk Levent büyük bir iş yapıyor. AHBAP uzun süredir işlediği ve sonuçlar halka açık, şeffaf ve ortada olduğu için de, her düzgün çalışan ama hükümetten olmayan kurum gibi iktidarın tepkisini çekiyor. Levent, iktidarın daha fazla tepkisini çekip, yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşmasının engellenmesini önlemek için de olabildiğince düşük bir “sesle” organizasyonunun savunmasını yapıyor. Yardım yapmayı düşünen aklı başında pek çok kişi ve kurum, AFAD’ın kaynaklarının Sayıştay raporlarının da ortaya koyduğu gibi nasıl harcandığını bildiğinden –ya da “bilmediğinden”– doğal olarak güvenebilecekleri AHBAP’a yöneliyorlar. Bu ilginin yakın zamanda iktidarın kıskançlığını iyice çekip AHBAP’a el konmasına kadar gidecek bir sürece dönüşebileceği kaygısı, bu ülkede yaşayan aklıbaşında her bireyde az ya da çok vardır. İnşallah o zamana kadar geçecek süreçte AHBAP kendine emanet edilen kaynakları en hızlı bir şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaya devam eder.
GÖZLEM – Bir hukukçu olan ve Millet Meclisi Başkanlığı yapan Bülent Arınç’ın “seçimlerin ertelenmesi önerisini” ortaya atmasını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce bu açıklamayı neden yaptı?
K – Rol çalmaya çalışıyor. Kendisine göre Erdoğan’ın işini kolaylaştırmaya ve buradan sadece “siyasi ilgi” dahi olsa bir rant sağlamaya çalışıyor. Öte yandan Erdoğan da, her fırsatta olduğu gibi, böyle bir vesileyle seçim tarihini belirleme konusunda elinin güçlenmesi seçeneğini kendi lehine kullanmak ister. Bu çıkışla, kendisi ifade etmeden, böyle bir seçeneğin de konuşulur olması işine gelir.
GÖZLEM – Bir okurumuz mail atmış; “Her büyük felakette, selde, depremde, orman yangınında iktidardaki yöneticiler ‘Kader… Kader…’ deyip duruyorlar. Acaba ‘Asıl kader, böyle büyük felaketler sırasında Türkiye’yi böyle bir iktidarın yönetmesi’ olmasın?” Ne dersiniz?
K – “Kader” mi, “Cehalet” mi, yoksa başka bir şey mi bilemiyorum. Ama bu ülkenin bir şekilde farklı bir “aydınlanma” sürecinden geçmesi gerekiyordu. Batı demokratik altyapısını, Orta Çağ’da “Din’de reform” süreci sonrası, yüzyıllar süren mücadele ve çabalar sonucu oluşturabildi. Hâlâ da kendi içlerinde ne kadar sancılı ve sorunlu bir süreç yaşadıklarını görüyoruz. Bizdeki büyük reform, Atatürk ile beraber, O’nun “bilim ile çağdaş uygarlık hedefini yakalama” hedefinde, 15-20 yıl içinde gerçekleşti. Bunun toplum tarafından, en azından bir bölümü tarafından “benimsenmesi” için bilime karşı sunulan hurafelerin, yöntemlerin nasıl sonuç vereceğinin “yaşanarak öğrenildiği” bir dönemden geçiyoruz. Belki de bu dönemi gelecek nesiller için bir “katkı” olarak görmek gerekiyor.
GÖZLEM – Erdoğan “Mart ayında konutların yapımına başlanacak ve 1 yıl içinde inşaları tamamlanacak” müjdesini verdi. Bu arada İskenderun Demir Çelik Fabrikası’nın üretimi durdurduğu haberi geldi. Bir yıl içinde, “depremde yıkılan ve ‘ağır hasarlı olduğu için’ yıkılacak olan” konutların yerine TOKİ’nin bu kadar konutu inşa etmesi mümkün olabilir mi?
K – Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un hafta içinde yaptığı açıklamaya göre depremin etkili olduğu 10 ilde “Acil yıkılacak, ağır hasarlı, yıkık” bina sayısı toplam 41 bin 247. Resmi Gazete’de yayımlanan Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından belirlenen meskenler için 2023 yılı normal inşaat metrekare maliyet bedeli asgari 2.930,55 lira ile azami 6.423,65 lira arasında. Biz bunu, hükümetin hesaplarının düşük gösterildiği savı üzerine, azami maliyetten alırsak, 41 bin 247 binanın, her bir binada 100 metrekarelik 10 daire olduğu varsayımıyla ortaya çıkan inşaat maliyeti 265 milyar lira oluyor. Buna altyapı, ulaşım gibi yan alanlar dahil değil. Bu rakam yaklaşık 660 milyar lira olması hedeflenen 2023 Bütçe açığının yüzde 40’ına, 18 trilyon liralık 2023 tahmini Milli Geliri’nin yüzde 1,5’una denk geliyor. Bir yılda böyle bir kaynağın bu kadar büyük bir organizasyonla gerçekleştirilmesi çok olası değil. Öte yandan 19 TL’lik dolar/TL döviz kuruyla bu konut maliyeti 14 milyar dolar çivarına geliyor. Prof. Duran Bülbül, 1999 depreminden bu yana deprem gerekçesiyle alınan Özel İletişim Vergisi’nin bugünkü reel gelirini 37 milyar dolar olarak hesaplıyor. Bu da bize eğer düzgün planlanmış olsaydı, Türkiye’nin bu tür felaketlerin üstesinden gelecek kaynağa sahip olduğunu kanıtlıyor.