Geçen hafta Almanya ve Amerika’nın Ukrayna’ya tank gönderme kararı almasıyla birlikte, dünyada Avrupa’nın savaşa doğrudan müdahil olma yolunda ilerleyip ilerlemediği konusunda şiddetli bir tartışma alevlendi. Kremlin, Batı’nın giderek çatışmanın tarafı haline geldiğini iddia ederken, Berlin ve Paris, silah sevkiyatlarının savaşa girmek anlamı taşımadığını belirtti. Bu soru Avrupa’daki birçok yorumcunun da hala gündeminde yer almaya devam ediyor.
Moskova’dan gelen ilk bilgilere göre, Rusya’nın vereceği tepki sert olacak. Savaşta artık bilinmez sulara doğru yelken açılıyor ve bunun insanlık için tehlikesi büyük olabilir.
Tank sevkiyatı insani yardım değildir. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un Avrupa’nın büyük bir bölümünün Rusya’yla savaş halinde olduğu tespitinin kesinlikle yerinde olduğu kanısındayım.
“Batılı ülkeler ister ahlaki nedenlerle, ister ticari fayda elde etmek ya da Rusya’yı zayıflatmak için olsun, tank sevkiyatlarıyla geri dönülemez bir yola girdi. Bunun bir adım ötesi, F16 uçakları da olabilir, cepheye asker göndermeleri de olabilir. Battaniye, miğfer ve hatta cephane sağlanması etik yaklaşımlar doğrultusunda söz konusu olabilir, ancak tanklar açık bir ültimatom anlamına geliyor.”
Eski Avrupa Parlamentosu milletvekili ve gazeteci Gyula Hegyi, Index’te ABD’nin Çin’e karşı bir vekalet savaşı yürüttüğüne dikkat çekiyor:
“Ukrayna’daki çatışma, ABD liderliğindeki Batı ile Rusya arasında yürüyen gerçek bir savaşa dönüştü. Bu aynı zamanda, ABD’nin Çin’i caydırmak için de sürdürdüğü bir vekalet savaşı. Pekin bunu gayet iyi anladı ve cevabı da net; Ordu ile bilim ve teknoloji alanları kalkındırılacak ve Batı dışındaki dünyayla güçlü ittifaklar tesis edilecek. Birbirine düşen Avrupa ve Rusya, giderek ABD ve Çin’in boyunduruğu altına giriyor ve kaderleri de bu iki büyük gücün alacağı kararlara bağlı.”
Polonya’da yayınlanan Polityka; Varşova’nın Ukrayna’yı desteklemedeki rolü çok büyük, ancak Almanya’nın ve ABD’nin yardımı olmadan bu bir işe yaramaz diyor.
“Mevcut çatışmaların gerçekleştiği coğrafya ile ABD, NATO ve Avrupa Birliği’nin savunmaya dönük çabalarının odaklandığı nokta, önümüzdeki yıllarda Polonya’nın ‘tercih edilir’ olacağı anlamına geliyor. Polonya, yürütülen faaliyetler bakımından coğrafi, lojistik ve politik merkez teşkil eden bir ‘mızrak ucu’ konumunda. Dikkat çekici ve önemli bir konum bu, ancak uygun altyapı ve destek sağlanmadan varlığını sürdüremez. Beğensek de beğenmesek de (ve mevcut iktidar bundan hoşlanmasa da), ABD’nin Avrupa stratejisinde Polonya’nın hinterlandı Almanya olmaya devam ediyor.”
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Hollanda ziyareti kapsamında bir araya geldiği Başbakan Mark Rutte’yle yaptığı ortak basın toplantısında Ukrayna ile ilgili sorunları ele aldıklarını, Ukrayna’yı her alanda ve gerektiği sürece desteklemekte kararlı olduklarını, istendiği takdirde ve gerektiğinde Ukrayna’ya savaş uçağı verilebileceğini işaret etti. Bu açıklama bile artık Avrupa’nın geri dönülemez bir yola girdiğini gösteriyordu.
Fransa’da emeklilik reformuna karşı düzenlenen kitlesel protestolar devam ederken, Büyük Britanya’da süren ücret grevleri, her yere yayılan enflasyon ve durgunluk tehlikesi, Avrupa’da bir “hoşnutsuzluk kışı” yaşandığının göstergesi gibi. Yaşanan bu karmaşa hali, doğal olarak Avrupa’daki yorumcuları da gittikçe daha fazla tedirgin ediyor.
Avrupa bu haldeyken rotamızı Türkiye’ye çevirirsek; Biz zaten son on yıldır pupa yelken bilinmez değil, bildiğimiz tehlikeli sularda seyrediyoruz… Lafta Ukrayna’yı destekliyoruz ama, ne Batı’nın Rusya’ya uygulamaya koyduğu ambargolara, ne de askeri destek vermeye sıcak bakıyoruz… Avrupa’nın yüzde onlara varacak diye endişe duyduğu enflasyon tehlikesi, bizde yüzde üç yüzleri bulmuş, almış başını gidiyor… İmkanı olan vatandaş yurt dışına gitmeye çalışırken, imkanı olmayan, bırakın kitlesel protestoları, grevleri, oy vermeye indirgenmiş demokratik haklarını kullanabilmek için seçim gününü bekliyor…
Evet! Türkiye ekonomik ve sosyal olarak büyük sıkıntılar yaşıyor. Ne yazık ki bu yıkımların etkisini daha uzun yıllar yaşamaya devam edeceğiz. Çünkü sorun büyük…
Şimdi gelelim bu yazının temel konusuna: Avrupa Birliği ABD ile birlikte geleceğinin kırmızı çizgilerini çizdi. Demokrasi ile yönetilmeyen ülkelerin saldırılarına karşı müsamahasının olmadığını gösterdi… Bundan böyle ülkelerin önünde iki seçenek var. Ya Demokrasiyi seçip AB, ABD, NATO yanındasınız ya da Seçimli Otokrasi’ye devam edip Rusya ve Çin’in yanında.
Türkiye’nin geleceğini konuşacaksak, Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için bize önce Türkiye’yi günümüze taşımayı hedefleyen, var olan yıkımları restore edecek ve siyasi partiler arasında uzlaşma kültürünün oluşmasını sağlayacak yeni bir zihniyet, yeni bir bakış açısı, yeni bir yol haritası lazım.
Bu açıdan bakınca, “her şeyi ben bilirim” diyen tek kişilik yönetimlerin aksine, farklı toplumsal kesimleri ortak zemin üzerinde buluşturan, demokratik ortamın oluşturulması konusunda kararlı bir duruş sergileyen, gelecekle ilgili bir Eylem Planı ortaya çıkarabilen Millet İttifakını tüm yüreğimle alkışlıyorum.