Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili görüşlerini cevapladı. Kışlalı, Altılı Masa’nın “Millet İttifakı”na dönüşmesi, altı liderin imzaladığı “Yarının Türkiye’si mutabakat metni”, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayıyla ilgili tartışmalar, Türkiye’den Avrupa ülkelerine “iltica” başvurularında “fiyat artışlarının” gerekçe gösterilmesi, dış ticaret açığı konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…
*********
GÖZLEM – 6’lı Masa, “6’lı Millet İttifakı” oldu; sizce “seçim sandığı bakımından” iyi mi, kötü mü oldu?
K – Eğer seçim süreci başlamadan, örneğin geçen yaz sonunda veya daha öncesinde bir ara konuşulduğu gibi 6’lı Masa’nın muhafazakâr kanadı, yani Saadet, Deva ve Gelecek partileri ortak bir ittifak kursa ve ortak bir aday gösterse “belki” –ama bu büyük bir “belki”– ayrı ayrı her iki ittifak da, diğer kanat ile birlikte olmanın doğuracağı tepki kayıplarını yaşamadan toplamda daha fazla oy alabilirlerdi. Ancak özellikle aynı program üzerindeki görüşmeler bu noktaya geldikten sonra, mutabakat metni açıklanmadan da olsa, ayrılarak iki ittifak halinde seçimlere katılmaları kesinlikle toplamda her iki ittifaka da gerek “Bu işi de beceremediler, muhalefetin yönetme becerisi yok” algısını oluşturacak olması nedeniyle, gerekse ülkenin içine düştüğü ekonomik, sosyal ve diğer kriz durumlarından çıkmasına dönük ümitleri azaltacağı için sandığa gitmemeyi de teşvik ederek büyük oranda oy kaybettirirdi. Eğer geçen yaz ayrılsalardı belki toplamda daha fazla oy alabilirlerdi diyorum ama bu da her şekilde zor olurdu. Çünkü muhafazakâr seçmenlerin yüzde 7 barajını açma şansı oldukça az olan bu üç partiye “boşa gidecek” oy verme yerine yine AKP’ye oy verme olasılıkları daha yüksek olabilirdi. Oysa şimdi 6’lı Millet İttifakı içindeki bu muhafazakar cepheye oy potanisyelinden çok daha fazla oranda “söz ve politikaları belirleme hakkı” verileceği ve belki de bu cephe sayesinde muhafazakâr kesimin devlet içinde kazandığı kadrolaşma, politika oluşturma gibi kazanımların ve olanakların korunacağı düşüncesi yaratacağı için bu cephenin Millet ittifakı’na katılması Millet İttifakı’nın toplam oy potansiyelini 2+2 eşittir 4’ten daha yükseğe taşıyacaktır. Bundan sonra yapılması gereken mutabakat metninde de eksikliği gözüken aşırı dincilerin, tarikat ve cemaatlerin devletteki ve sosyal hayattaki mevcudiyetinin, liyakat kriterlerine uymayan kadrolaşmanın önüne geçilmesine dönük düşünce ve görüşlerin, daha da açığı “fikir ayrılıkları”nın olabildiğince “yumuşak” bir şekilde yönetilmesidir. Öte yandan seçim propagandasının, her bir seçim bölgesinde, Millet İttifakı’nın her bileşeninin o bölgede etkili olduğu oranda “görünür” kılınmasıyla yürütülmesi gerekir. Bu önlemlerin, 6’lı Millet İttifakı’nın üzerinde uzlaştıkları 2300 maddeye karşın, yine de ortada olan ve sürekli olarak akılların arkasında yatacak “uzlaşmazlıklarının yaratacağı rahatsızlığı” olabildiğince asgariye indirmesi umulur.
GÖZLEM – 6 Liderin imzaladığı “Yarının Türkiye’si mutabakat metni” konusunda görüşünüz?
K – Öncelikle hakikaten de bu “6 benzemez”in “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” oluşturmak ve yolsuzluğun, adaletsizliğin, hukuksuzluğun, başıbozukluğun, suç dünyasının olabildiğince azalacağı bir Türkiye geleceği için asgari müşterekte uzlaşmış olmaları ve asgariyetin de 2300 madde gibi büyük ve kapsamlı bir mutabakatla oluşması büyük bir başarıdır. Burada amacın, ekonomik ve sosyal hayattaki bozuklukların da “kolaylaştırdığı” bir ortamda, artık son derece “yozlaşmış” olduğu yaşanarak ortaya çıkan 21 yıllık AKP iktidarını ve Tayyip Erdoğan’ı göndermek olduğu ve bu konuda çok üst düzeyde bir irade oluşturulduğu anlaşılıyor. 6’lı Masa’nın üzerinde anlaştığı mutabakat maddelerinden sadece 5-10 tanesinin gerçekleşmesi bile Türkiye’yi bambaşka, “iç ferahlatan” bir aydınlığa kavuşturacaktır. Ben mutabakat maddelerini kabaca iki gruba ayırıyorum. Bunların bir kısmı AKP’nin, özellikle Cumhuriyet karşıtı, totaliter bir rejim kurmak için yaptığı değişikliklerin düzeltilmesini kapsıyor ve sadece bunların gerçekleşebileceğini düşünmek bile tüm yurtseverlerde büyük bir “ferahlık” yaratıyordur. Örneğin Cumhurbaşkanlığı’na bağlı “Hasar Tespit Komitesi” oluşturulması ve Cumhurbaşkanlığının Çankaya Köşkü’ne taşınması. Cumhurbaşkanlığı envanterindeki uçakların satılıp yerine yangın söndürme uçakları alınması. Atatürk Havalimanının pistlerinin yeniden inşa edilmesi. Hatta belki İstanbul Havalimanı, Çanakkale Köprüsü gibi büyük projelerinin isimlerinin Atatürk ile taçlandırılması. Merkez Bankası’nın Ankara’ya geri taşınması. Türkiye Varlık Fonu’nun kapatılması. Usulsüzlük ve yolsuzluğu tespit edilen kamu özel işbirliği projeleri ile ilgili yasal işlem başlatılacak ve zararların tahsil edilecek olması. Askeri liseler, Harp Akademileri, kurmay subay, subay ve astsubay yetiştiren bütün okullar ile ilga edilen etkin sistemlerin yeniden açılacak olması. Kuvvet Komutanlıklarının tekrar Genelkurmay Başkanlığına bağlanması. “Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu”, yurtdışına kaçırılan varlıkları geri getirmek için “Malvarlıklarının Geri Alınması Ofisi”, “Siyasi Etik Komisyonu” kurulması. Öte yandan bu mutabakat metninin büyük çoğunluğunu ise yapılması gereken politika ve uygulamalar oluşturuyor. Geliri belli bir düzeyin altındaki ailelere gelir desteği, yani Aile Sigortası verilmesi. Üniversitelerin yurt sorunun çözülmesi için devletin yeterli sayıda yurt inşaa etmesi. Ataması yapılmayan –ve kimi hesaplara göre 180 bini bulan– öğretmenlerin mülakatsız atanması. İmar rantlarının kapsamlı ve etkili bir biçimde vergilendirilmesi. Mahkemelerde tutuklamaların istisna olması. Tutuklama yoluyla cezalandırmaya son verilmesi ve bu kapsamda veya kumpas davalarıyla haksız yere hapiste tutulanların salıverilecek olması. Yanlış ceza verdiği kesinleşen hâkimin ceza alması. AİHM kararlarının uygulanması. Kaçak yabancı işçi çalıştırılmayacak ve göçmenlerin en kısa sürede ülkelerine geri döndürülecek olması. Sınırların korunmasına dönük atılacak adımlar. Terörle mücadeleye devam edilmesi. Tarıma ve turizme önem ve öncelik verilmesi. Bunlar bana göre öne çıkan hedef ve politikalardan bazıları. Bu olumluluklarla beraber metnin önemli eksiklikleri ve “soru işareti taşıyan” önerileri de var. Yıllardır süre gelen özellikle Eğitim, Adalet ve İçişleri bakanlıklarındaki liyakate aykırı kadrolaşmalar ve politika uygulamaları. Tarikat ve cemaat oluşumlarının nasıl bertaraf edileceği veya hatta bertaraf edilip edilmemesi gerektiği. Özellikle devletteki bu kurgulanmanın 6’lı Millet İttifakı’nın iktidara gelmesiyle kalıcı hale dönüşmesi olasılığı mutabakat metninin en büyük eksiklerini ve kaygı alanını oluşturuyor. Ayrıca büyük ölçüde liberal politikalar üzerine oturtulduğu anlaşılan ekonomik politikalardaki tutarsızlıklar dikkat çekiyor. Enflasyonu 2 yılda kalıcı olarak tek haneye indirmek için faizleri arttırmak lazım. Bu durumda ortalama büyüme hızını yüzde 5’in üzerine çıkaracak yatırımlar nasıl yapılacak? Enflasyonu sert bir şekilde düşürürken alınması gereken önlemlerin başında ücret ve maaşların da sınırlanması yer alacağı için yoksulluk nasıl sıfırlanacak? Zaten kim olursa olsun iktidara gelecek İttifakın en önemli sorunu ekonomiyi düzeltmek olacak. Bu anlamda atılacak adımların da en azından ilk bir-iki yılda çok baş ağrıtacağı ve hassas dengeler üzerine kurulu koalisyonları derinden etkileyebileceği aşikâr
GÖZLEM – 6’lı Millet İttifakı’nın “Kılıçdaroğlu’ndan başka bir aday çıkarması” mümkün mü?
K – Bu sorunuza çok yakın zamana kadar mümkün değil derdim. Ancak siyasette bazen küçük bir fırsat penceresi açılıyor ve uygun zaman ve konumda bulunanlar o kapıdan içeri giriyor. Tereddüt edenlerin ise liderliği halk nezdinde sorgulanıyor ve o kapıdan sonuna kadar açıkken bile içeri giremiyor. Kemal Bey adaylığını, liderler genelinde itiraz yokken ve ağırlığı en üst noktadayken, Meral Akşener “Ben Başbakanlığa adayım” dediğinde açıklayacaktı. Ürkek veya “aşırı temkinli” davrandığı için o fırsat kaçtı. Şimdi hem adaylığı baş ortağı Meral Akşener tarafından sorgulanıyor, hem de pazarlık gücü baştaki kadar yüksek olmadığı için çok ödün vermek zorunda kalıyor. Özellikle son Bursa, Bilecik gezisi İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bir fırsat oluşsa Cumhurbaşkanlığı’na adaylığı isteğinin en üst noktada devam ettiğini gösterdi. Onu, aslında arkasında rüzgârı alıp gelerek Tayyip Erdoğan’ı tereddütsüz yenecek en önemli aday haline getiren; büyük bir haksızlıkla verilmiş “ahmak” davası kararı, aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ın bu kararı istinafta ve Yargıtay’da hızla onatarak İmamoğlu’nu İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan, siyasetten ve dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı adaylığından men ettirebileceği belli olduğu için aday olmasını da neredeyse “olanaksız” hale getiriyor. Bu nedenle Meral Akşener, aday yapıldığı anda yargı süreci hızlandırılarak seçimlere girmesinin engelleneceğini bildiğinden –ki Yargıtay Başkanı Sözcü’de Saygı Öztürk’e Yargıtay’ın dava sürecini hızlandırabileceğini, belki buna da gerek kalmadan davanın İstinaf’ta sonuçlanabileceğini söyleyerek bunu neredeyse açıkça ilan etmiş oldu– bu konu Akşener’in, İmamoğlu’nun aday olması için tüm ağırlığını koymasına engel oluyor.
GÖZLEM – “Kazanacak aday” nitelemesinde “Kılıçdaroğlu ile ilgili tereddüdün ‘gerçekçi’ bir tarafı” var mı? Masadan “başka bir aday çıkarsa”, CHP’nin ve tabanının “bu kararı hazmetmesi” mümkün mü?
K – Adaylığının engelleneceğini bilirken Akşener’in yine de İmamoğlu ısrarı veya Kılıçdaroğlu tereddüdü, aslında aday olursa Kılıçdaroğlu’nun ve Millet İttifakı’nın kazanma şansını da düşürebilecek noktaya geldi. Hal böyleyken Akşener’in ısrarla bu tutumunu sürdürmesi İmamoğlu hakkında yargıdan yeterince hızlı bir karar çıkamayacağını düşünmesinden ya da Erdoğan’ın belki mağduriyet ve tepkileri dikkate alarak böyle bir icraata girişmeyeceğini öngörmesinden kaynaklanıyor olabilir. Ancak her iki ihtimalin de gerçekleşmesi çok düşük gözüküyor. Buna karşın Akşener kurt bir politikacı. Hakikaten halkın nabzını çok iyi tutuyor. Bu konuda doğal bir becerisi, içgüdüsel bir kabiliyeti var. Onun için bu konudaki tutumunu çok yakından dikkate almak lazım. Bence CHP tabanı da aslında Kemal Bey yerine hiç yenilmemiş, hatta Tayyip Erdoğan’ı iki defa yenmiş, hem de “ahmak” davası rüzgârını arkasına alarak büyüyen ve doğal lider haline dönüşen Ekrem İmamoğlu’nu tercih eder. Ancak Meral Akşener’in, yargı sürecinde adaylığının engelleneceği neredeyse kesinken, Ekrem İmamoğlu’nda ısrar ederek, bunu Millet İttifakı’na kabul ettirmesi ya 6’lı Masa’nın dağılması ya da Kemal Bey’in siyasetten çekilmesi sonucunu doğurur. Akşener’in bu noktaya geldikten sonra böyle bir “ısrarda” bulunacağına ihtimal vermiyorum.
GÖZLEM – “Kılıçdaroğlu olmaz” demenin, “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olma” anlamına geleceğini anlamamakta ısrar, Cumhur İttifakı ile adayı Erdoğan’ın seçim şansını artırmıyor mu?
K – Aslında Millet İttifakı’nda adaylık konusunun bir türlü çözüme kavuşturulamaması seçmen nezdinde bir “bıkkınlık” ve “becerisizlik” algısı yaratmaya başladı. Ama aday belirlendikten sonra, bu Kılıçdaroğlu olsun veya –nasıl olacaksa– İmamoğlu olsun her ikisinin de seçimi kazanma şansı Erdoğan’a göre kanımca daha yüksek. Kemal Bey ile ilgili sıkıntı “bir türlü ortaya çıkamaması, işi tam olarak ‘kotaramaması’ ve bu ‘ürkek’ görüntüsüyle seçmen kitlesinde olumlu bir etki bırakamamasından kaynaklanıyor. Seçime katılacağı, engellenmeyeceği kesin olsa, İmamoğlu’nun hem daha önce Erdoğan’a hiç yenilmemiş bilâkis iki kez yenmiş olması, hem haksız “ahmak” davası kararıyla rüzgârı arkasına alması, hem de belki bunlardan da önemlisi sağ seçmenden Kılıçdaroğlu’na göre çok daha fazla oy alacak olması nedeniyle, kazanma ihtimali de oy potansiyeli de daha yüksek olur.
GÖZLEM – Gazetelerde “Tarihte bir ilk… Türkler zamlardan kaçıp “enflasyon ilticası” talep etti ve Türkiye’den çeşitli yollarla İsviçre’ye giden ve ‘fiyat artışlarını gerekçe gösterenlere’ iltica hakkı verilmeye başlandı. 2022’de 3 binden fazla Türk İsviçre’ye sığındı. Türkler, İsviçre’ye ilticada ikinci sıraya yükseldi. Gelen Türk sayısı çok olunca, ‘Türkiye İltica Masası’ oluşturuldu” haberi var; görüşünüz?
K – Bu haberlere biraz şüpheyle yaklaşıyorum. Evet, TÜİK 2022 yılındaki enflasyon oranını yüzde 64,27 olarak açıklamasına karşın devletin yeni yılda kendi gelirlerini arttırmak için kullandığı yüzde 122,93’lük yeniden değerlendirme oranını Hükümet’in de kabul ettiği gerçek enflasyon oranı olarak almak lazım. Bu durumda karşımıza hakikaten fahiş bir hayat pahalılığı rakamı çıkıyor ancak İsviçre gibi “kuralları tamamıyla kendini korumaya yönelik” bir katı ülkenin, sırf enflasyon oranları çok yüksek diye bu yurttaşlarımıza iltica hakkı vermesi bana pek olası gelmiyor. Muhtemelen bu hakkı alanların hayat pahalılığının ötesinde öne sürdüğü bazı başka gerekçeler dikkate alınmıştır.
GÖZLEM – TÜİK’in açıkladığına göre, “2022 yılında, Dış Ticaret açığımız ‘yüzde 137 artarak 46 milyar 211 milyon dolardan 109 milyar 539 milyon dolara yükseldi” ve ekonomi tarihimizde rekor kırdı. Bundan önceki rekor, 2011’de “105 milyar 934 milyon dolar” olarak gerçekleşmişti. Hani, “TL değer kaybettikçe ihracat artacak ve dış ticaret açığı kapanacaktı?” Bu açığın ekonomimizde yapacağı hasarlar neler olacak?
K – Dış Ticaret açığının artması döviz talebini arttıracak. İktidarın seçim öncesi tek istemediği şey enflasyonun artması yani hayat pahalılığının yükselerek devam etmesi. Dolayısıyla döviz talebinin döviz kurunu arttırmaması için iktidar, son dönemde yaptığı gibi döviz talebini kısmaya veya arzını arttırmaya dönük icraatlarına devam edecektir. Örneğin Kur Korumalı Mevduatta önceden Merkez Bankası faizinin üzerine 3 puan ekleniyordu. Böylece bu hesaplara verilen faiz oranı yüzde 12’yi aşamıyordu. Şimdi bu sınırı kaldırdılar. Böylece yatırımların dövize değil de faize yönelmesine izin vererek aslında “faizleri düşürme” politikalarını terk etmiş oldular. Bazı ülkelerden gelecek döviz hesaplarıyla da arz tarafını düzeltmeye çalışıyorlar. Ancak bu şekilde idare edebilecek çok az zamanları var. Zaten kıpırdamakta olan döviz kurları ondan sonra çok daha hızlı artacak. Şimdiden kendileri ihracat yapanlara getirdikleri döviz için yüzde 2 prim veriyorlar yani döviz kurunun piyasada oluşanın yüzde 2 üzerinde olduğunu zımnen kabul ediyorlar. Bunlar çok sıkışık olduklarına işaret eden göstergeler. Dolayısıyla dış ticaret açığının yaratacağı döviz talebi, bir süre sonra döviz kurlarının yukarıya doğru daha da hızlı hareket etmesine yol açacak. Tek temennileri bu zamanın seçimlere kadar gelmemesi.