İktidarın kendisinden olmayan ve kontrol edemediği yerel yönetimlere karşı izlediği ayrımcı tutum, içinde bulunduğumuz siyasal sürecin en çarpıcı göstergelerindendir. Öyle sanıyoruz ki bu uygulamalar, dünya yerel yönetim tarihine de ‘olumsuz örnekler’ olarak geçecektir.
Yerel seçimlerin hemen ardından HDP’li belediye başkanlarının görevden alınması ve kayyum atanması ile başlayan olumsuz uygulamalar, bugünlerde muhalif özellikle de CHP’li belediye başkanlarının çalışmaları engellenerek sürüyor.
Mağduriyet oluşturuyor!
Aslında siyasal iktidarın izlediği bu yanlış tutum, kendi siyasal ilkelerinin ve tutumlarının sorgulanmasına yol açıyor. 20 yıldır iktidarda bulunan siyasal anlayışın, yola çıkarken ve iktidara gelirken çizdiği ‘sandık ve seçmen iradesi’ yaklaşımına da ters düşüyor.
Yerel yönetimlerde muhalefete karşı izlenen otoriter, baskıcı ve ayrımcı tutum; pratikte, hayatın içinde büyük mağduriyetlere yol açıyor. Muhalif belediye başkanları ve onları seçerek göreve getiren kentler ve seçmenleri mağdur ediliyorlar. Bu yanlış ve taraflı tutum, aynı zamanda bu kesimlerin cezalandırılması anlamına geliyor.
İstanbul ve Ekrem İmamoğlu
Bu haksız ve hukuksuz uygulamalardan en çok da uzun süre siyasal iktidar tarafından yönetilip son yerel seçimlerde muhalefete geçen büyük kentlerin belediyeleri ve başkanları nasibini alıyor. Bunların içinde de özellikle Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, iktidarın tam boy hedefinde bulunuyor.
Uzun süre ‘İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır’ yaklaşımını dile getiren iktidar sözcüleri; İstanbul’un yerel yönetimini kaybetmeyi bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Bu nedenle de her fırsatta Ekrem İmamoğlu’nu engellemenin, itibarsızlaştırmanın ve cezalandırmanın fırsatını kolluyorlar.
‘En kıdemli muhalif’ İzmir
Tabii muhalefet belediyelerine ve başkanlarına yönelik bütün bu olumsuz hamlelerden, ‘en kıdemli muhalif’ olarak İzmir, İzmirliler ve İzmir’in yerel yönetimleri de nasibini alıyor. Ayrımcılık konusunda adeta ‘şerbetli’ olan İzmir ve İzmirliler, bu ayrımcılıklara ve baskılara doğrusu pabuç bırakmıyorlar.
Başta İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Başkanı Tunç Soyer olmak üzere, İzmir’in yerel yönetimleri ve başkanları; bütün bu baskıları ve engellemeleri aşmanın yaratıcı yol ve yöntemlerini bularak, kente ve hemşerilerine hizmet götürüyorlar.
İzmir ‘üvey evlat’ mı?
Muhalif belediyelere yönelik engellemeler o kadar çarpıcı hâl aldı ki, öğrencilere yemek verilmesini ve çorba dağıtılmasını engellemek boyutuna bile vardı. Akıl ve mantık dışı bu engellemeleri vatandaşlar büyük üzüntüyle ve kızgınlıkla izliyorlar. Aslında ilgililerin bu yanlış tutumları, yalnızca vicdanları yaralamakla kalmıyor, iktidara karşı siyasal tepkileri de büyütüyor. ‘Kraldan fazla kralcılık yapanlar’, en büyük zararı iktidara veriyorlar!
Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin merkezi yönetimde birçok projesi, imza ve onay bekliyor. Geçtiğimiz günlerde bütçe toplantısında yaptığı konuşmayla bunların listesini bir kez daha duyuran İBB Başkanı Soyer, ‘İzmir düşman toprağı değildir. İzmirliye bunlar reva görülemez. İzmir, bu ülkenin 81 ilinden biridir. Ayrılmaz bir parçasıdır’dedi.
İzmir’e bu ‘garez’ neden?
İzmir’e karşı uygulanan çifte standardın ve ayrımcı yaklaşımın bir başka çarpıcı göstergesi, deprem nedeniyle ortaya çıktı. Deprem gibi meydana geldiği her yer yerde önemli can ve mal kaybına neden olan bir felaket karşısındaki ayrımcılığı, doğrusu insan kabullenemiyor.
Geçtiğimiz günlerde 5,9’luk depremle sarsılan Düzce ‘afet bölgesi’ ilan edilirken; 117 hemşerimizin yaşamını yitirdiği, 30 Ekim 2020’de yaşanan 6,6 büyüklüğündeki deprem sonrasında, İzmir’in ‘afet bölgesi’ ilan edilmemesini anlamak mümkün olmuyor. Dolayısıyla insan, ‘İzmir’e bu garez neden’ diye düşünmekten ve sormaktan kendini alamıyor.
Halka anlatılmalı
İşte bütün bu gerçeklerin ve hizmet yönünden yaşanan mağduriyetlerin halka etraflıca anlatılması gerekiyor. Önümüzdeki seçimlerde, özellikle büyük kentlerin belediyeleri ve başkanları muhalefet için önemli bir referans kaynağıdır.
Halkın, seçmenin, bütün bu gerçekliklerin ayırdında olabilmesi için, başta ana muhalefet CHP’nin örgütleri olmak üzere muhalefete büyük görev düşüyor. Yaşanan gerçekler ve mağduriyetler halka anlatılmalı, tüm bu çabalar siyasal bir çalışma seferberliğine dönüşmelidir.