İran’da “başörtüsünü düzgün takmadığı” gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ardından başlayan gösteriler ülke genelinde şiddetini artırarak yayılmaya devam ediyor. Olayın üzerinden üç aya yakın süre geçmesine karşın, gösteriler durdurulamıyor. İran’da 80’den fazla kente yayılan gösterilerde can kaybı da 500’e yaklaştı.
Eylül ayında Mahsa Amini’nin ölümüyle alevlenen protestolar, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana ülkenin dini kurumlarına karşı en güçlü direnişlerden biri olarak değerlendiriliyor. İran’da neler oluyor ve bu yaşananların sonu nereye varacak? Bu soruları, İran’ı iyi bilen ve gelişmeleri dikkatle izleyen uzmanlara sorduk.
İran’ın birçok kenti ve başkent Tahran’da devam eden gösterilerde can kayıpları artıyor. İran yönetimini hedef alan göstericiler, ülkede yıllardır birçok insan hakları ihlalinden sorumlu tutulan paramiliter milis teşkilatı Besic Güçleri’nin Kum kentindeki merkezini de basarak binayı ateşe vermişlerdi.
Göstericiler birçok kentte de halka sokağa çıkma çağrısı yaptı. Özellikle Mahsa Amini’nin memleketinin de bulunduğu Kurdistan eyaletinde gösteriler giderek büyüyor. Polisin bazı yerlerde göstericilere ateş açtığı görüntüler de internet kısıtlamalarına rağmen sosyal medyada yayılıyor. Dünyanın birçok kentinde kadınlar saçlarını keserek İran’daki eylemlere destek veriyor.
İran’da rejime karşı isyan bayrağı açanların arasına, ülkenin dini lideri Ali Hamaney’in yeğeni de katıldı. Hamaney’in yeğeni Feride Muradkani, yabancı hükumetlere İran’ın “katil rejimiyle” ilişkilerini kesmeleri için çağrıda bulundu. Muradhani, rejimi eleştiren sözleri nedeniyle tutuklandı.
İran’ın Katar Dünya Kupası’na katılan futbol takımı, İngiltere ile açılış maçı öncesinde ulusal marşlarını söylemeyi reddederek, ülkedeki rejim karşıtı protestolara desteklerini gösterdi. Futbolcuların ikinci maçta milli marşlarını söylediği görüldü.
İran Dışişleri Bakanlığı, “ülkedeki protestolarda Batı’nın parmağı olduğuna dair kanıtları bulunduğunu” iddia etti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kanaani, “ABD, Batılı ülkeler ve bazı Amerikan müttefiklerinin protestolarda rolü olduğunu kanıtlayan somut bilgilere sahibiz” dedi.
******
“İRAN PROTESTOLARINDA PROVOKASYON VE TAHRİBAT YOK”
Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, İstanbul Altınbaş Üniversitesi bünyesinde, “Cumhuriyetimizin 100. Yılı Etkinlikleri” çerçevesinde düzenlenen “Geçmişten Günümüze İran” söyleşisinde, İran’da dış provokasyonunun işlemeyeceğini söyledi. Protestolar çok “enteresan” yorumunda bulunan Ortaylı, “Yani protestoyu yapanlarda provokasyon yok, tahribat yok. Çok ilginç. 67 gençliği bile Avrupa’da bu kadar düzenli değildi. Hayranlıkla, ‘vay be Fransa ayaklanıyor deniliyordu.’ Sonra Fransa’nın hangisinin ayaklandığını gördük. Tabi o arada çocuklar ayaklanırken bütün burjuvalar da İsviçre’ye kaçtılar. O memlekette dış kuvvetlerin provokasyonu çalışmaz. O toplumda o bilinç yemez. Onun için dış kuvvetlerden umutlananlar varsa da geçmez o” dedi.
Kılık kıyafet konusundaki kışkırtmaların ve ısrarların hem Türkiye hem de İran’da tehlikeli bir unsura dönüşebileceği mesajını da veren Ortaylı, “İran çok eski bir medeniyettir, bu eski medeniyetler içerisinde kendisini muhafaza edenlerdendir. Şimdi bütün mühim mesele kültürel birliği ve yaşam biçimini muhafaza etmektir. Bu kıyafet meselesi maalesef iki memleketi de tehdit ediyor. Bunun bir tanesi İran bir tanesi Türkiye. Kıyafet konusundaki kışkırtmalar kıyafet konusundaki ısrarlar bizim için iyi olmayacak. Bu son derece ciddi bir sorundur. Her zaman için kadın erkek kıyafet meselesinden sıyrılmak zorunda olan bir idare tarzı gereklidir. Anayasalar, moda nizamnamesi değildir. Aksi takdirde bu iki memleketi bekleyen tehlikeler, karışmalar her zaman için ortaya çıkabilir” şeklinde konuştu.
“İran ve Türkiye müttefikliği dünyada yok”
İran ve Türkiye’nin bağlarının tarihten bu yana çok sıkı ve koparılamayacak olduğu yorumunda da bulunan Ortaylı, iki ülkenin müttefikliği için de “dünyada benzeri yok” değerlendirmesinde bulundu. Ortaylı açıklamalarına şöyle devam etti:
“Bugün İran ile Türkiye’nin arası yine tarihteki gibi. Biz İran medeniyeti ile çok şeylerde kaynaşmışız, bunu anlamamak mümkün değil. İran medeniyeti ve Farsça bence öğrenilmeli. Çünkü dilimizin yüzde 40’ı o. Bize gelen Arapçayı da Araplardan değil İranlılardan aldık. İran ve Türkiye gibi böyle sıkı müttefik iki ülke yok dünyada, kolay kolay olmaz da. İran’ın ne olduğunu, oradaki etnik bünyenin ne olduğunu, nasıl çalıştığını, nasıl işlediğini takip etmek zorundasınız. Aksi takdirde yanlış politikalar güdersiniz. İran edebiyatını İran tarihçiliğini İran’daki ilmi Türk unsuru olmadan anlamak mümkün değildir ve devam da etmez. Yani İran’ın hayatında Türkler fevkalade önemlidir ve ağırdır. O yüzden İran’daki Türkler diğer ülkelerdeki ezilmiş diyemeyiz. Tam tersi oranın sahibiyiz diyerek dolaşırlar. Ortağı değil, sahibiyim diyor bu çok önemli. Ve buna göre bir politika çizilecek, o politika zannediyorum bugüne kadar pek fire vermedi. Kısa çatışmaların dışında temelde İran’la büyük çatışma söz konusu değil.”
********
“İRAN YALNIZ MEDENİYET”
Aydın Nurhan (Emekli Büyükelçi) – İran binlerce yıl derinliği olan saygın bir medeniyet beşiği. Orta Asya steplerinde derin etkisi olan bir medeniyet. Türk medeniyetinde en büyük paya sahip olan medeniyet. Ama yalnız bir ülke. Yalnız bir halk. Derin coğrafyası olmayan bir devlet.
İran’ı Türkiye ile kıyaslayalım. Uygurlar, Orta Asya’nın tamamı, Osmanlı ve Selçuklu coğrafyası. Ve günümüzde Afrika tarafından kucaklanan bir güç. Muazzam bir ”meşruiyet” potansiyeli ve güç projeksiyon alanı. İran ise yapayalnız. Güç projeksiyonu için ırk ve din her şey değil, ama çok çok önemli faktörler. İran, çevresinde bu iki faktörden de yoksun. O nedenle tarih boyunca Müslümanları şiileştirip onlara liderlik etmeyi strateji olarak benimsedi, sürekli misyoner ruhuyla çalıştı. İslam alemini şiileştirerek kendine nüfuz alanı yaratma stratejisi, tarihte çalışmadığı gibi modernite ve onun çocuğu seküler ulus devlet çağında da çalışmıyor.
İran’ın diğer handikapı, Şah İsmail’in İslam medeniyeti içinde asimile olmamak için milli mezhep olarak şiiliği seçmiş olması. Evet, bu seçim İran’da bir anlamda modern ulus devlet temeli attı, ama çevresinde yeterince Şii coğrafya olmaması nedeniyle bu seçim onu yalnız devlet olma pozisyonuna soktu, sünni İslam denizinde yalnız bir adaya dönüştürdü. O nedenle günümüzde ta Yemen’lerde, Tacikistan’larda güç projeksiyonu, nüfuz alanı oluşturma çabalarına giriyor.
İran’ın tarihi yalnızlık seçiminde belki de batısında ve güneyinde Osmanlı duvarını aşamayacağı bilinci rol oynadı. Sonuçta, etkilerini günümüzde de gördüğümüz oyun kuruculuk değil, oyun bozma, pro-aktif değil, re-aktif stratejiler İran dış politikasında başat seçimler olarak yer aldılar.
İran’ın ikinci handikabı da keza Şii devleti olmasından kaynaklanıyor. İslam’da Vatikan benzeri ruhban sınıfı malum, İran’da mevcut. Fransız İhtilali katolik kilise gücünü ve ruhban etkisini yoketmişti. Bu anlamda bakıldığında Humeyni’nin Şah’ı devirmesi modern anlamda ilerici bir ihtilal değil, ruhbanın siyaseti emir altına alma operasyonudur.
İran’da günümüzde yaşanan toplumsal grassroots, yani kökten kalkışma hareketleri, Fransız İhtilali benzeri modern, ruhban devirme amaçlı bir laik halk ihtilali olasılığını göstermektedir. İran sosyolojisini küresel köyün ”Batı Yaşam Tarzı”ndan istediğiniz kadar izole etmeye çalışın, başaramazsınız. Onu modernleşme rüzgarlarından koruyamazsınız. Bir İranlı gencin hatta askerin başından Amerikan beysbol şapkasını, ayağından Amerikan spor pabucunu, elinden Amerikan telefonunu, müziğini alamazsınız. Yoksa isyan çıkar.
Atatürk’ün 1920lerde başlattığı gerçekçilik hareketi, yani (müslüman toplum – Batı yaşam tarzı) senkronizasyonu geçirdiğimiz bir asırda ahenkli, tabii bir olgunluğa yaklaştı. Takiben Araplar da benzer tecrübeye girdiler. İran sosyal, eğitim vb. gelişmeleri ile benzer bir senkronizasyona epeydir hazır görünüyor. O nedenle ABD’nin ülkeyi karıştırmasına hiç gerek yok. Aksine akla gelen, ABD’nin İran’da muhtemel bir halk ihtilaline engel olduğu, onu geciktirdiğidir. Zira İran devrimden sonra bölgenin en güçlü devletleri arasına girebilir ve bu da en çok İsrail’i telaşlandırır.
İran’ın Türk dünyası ile ilişkisi…
Başlığımıza dönelim. İran yalnız bir halk, yalnız bir Devlet. Aslında İran yalnız değil. Yalnızlık kendi seçimi. Şiiliği yayma, kendine yalancı bir hakimiyet dünyası kurma hayali gerçekçi değil. Bir Türk diplomatı olarak samimi düşüncem odur ki, İran’ın sıcacık bir ailesi var. Türk dünyası. Eğer isterse Türk dünyası onu bağrına basar, içine alır. Bırakın Azeri nüfusunu, İran’a gittiğinizde Acem’i bile Türk’ten ayıramazsınız. Ülkemizde yarım milyon İranlı yaşıyor, farkında bile değiliz. Kökte ayrı gayrımız yok. Aynı medeniyetin çocuklarıyız. Divan edebiyatımızın, Mevlanamızın tadını onlar çıkarıyorlar.
İran bir halk ihtilaline gebe. Gönül ister ki İran tek parça olarak demokratik bir devlet olsun. Ancak halk ihtilali çarpıtılıp ülkenin parçalanması için dış manipülasyonlar gelebilir, ülke kanlı bir parçalanma sürecine girebilir. Hatta o süreçte İran – Azerbaycan çatışması kışkırtılabilir, Türkiye de o oyuna, tuzağa çekilebilir.
Türkiye transatlantiği çok büyüdü. Onu yönetmek çok zorlaştı. Vahşi dalgaların, çalkantıların, tayfunların ortasında düz rota tutturmak zorundayız. Önümüzdeki en önemli sınavlardan biri kesinlikle İran’ın kaderidir. Ona bu dönemde yardımcı olmamız gerekir. İran çökerse Türkiye’nin başı çok ağrır.