Gazeteci yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili görüşlerini cevapladı. İşte görüşleri…
GÖZLEM – Taksim – İstiklal Caddesi kavşağındaki canımızı yakan bomba olayı, “Türkiye’yi ‘geleceğe dönük’ hem içe ve hem dışa dönük’ ve de ‘ne olduğu’ konusunda tereddütler yaratan, ‘ne olacağı’ konusunda da endişelendiren yeni kavşaklara doğru götürüyor” görüşü yaygın. Siz ne düşünüyorsunuz?..
K – Teröristlerinin İdlib’den Türkiye’ye giriş yaptığı, Afrin de dahil, Türkiye’nin destek ve yön verdiği Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolündeki bölgelerden geldiği ortaya çıktı. Bombayı koyan, bombacıyı Türkiye’ye sokan, İstanbul’a getiren, İstanbul’da her çeşit lojistik desteği verenlerin hepsi Suriye kökenli. Kürt olduklarına dair bir bilgi açıklanmadı. Yakalananlardan birisi ağabeyinin ÖSO’da savaşıp öldüğünü, hiç bir şekilde PKK sempatizanı olmadığını söylüyor. Bombayı koyan terörist ifadesinde “Ağabeyim Muhammed Özgür Suriye Ordusu’nda üst düzey komutandır. 2017 yılında ablam Meryem’le YPG kontrolündeki Münbiç’e gittik. Münbiç’te YPG üst düzey yöneticileri beni aleyhlerine casusluk yaptığım için tutukladılar. (Terör emrini verdiği iddia edilen) Hacı üst düzey sorumluydu. Beni ‘ÖSO’ya casusluk yapıyorsun ailene zarar gelecek’ diye korkuttular” diye konuşuyor. İki tarafa da çekilebilecek bir hikaye. Bu teröristleri PKK uzantısı PYD/YPG yolladı ise, niye PYD/YPG’nin kontrolünde olan bölgelerde hiç bulunmadılar da ÖSO’nun etkinliğindeki yerlerden geldiler? Üstelik burada son dönemde özellikle Erdoğan’ın Suriye lideri Esad ile barışma yolunda olduğu bir süreçte varlığı sorgulanan, çok parçaya bölünmüş, hatta kendi dışında terörist oluşumların da doğduğu bir ÖSO’dan bahsediyoruz. Hep söyledik. Erdoğan buradaki çapulcu, terörist, kökten dinci grupları, beş benzemezi bir araya toplayıp besledi. Ancak işlerine gelmeyen en ufak bir olay olduğunda bu gruplar Türk bayrağını yaktılar, Türk askerlerine saldırdılar. Kendilerine ihtiyaç duyulmayacağını hissettikleri, gördükleri ortamda oradaki terörü, ellerini kollarını sallaya sallaya girdikleri Türkiye’ye taşıyacakları aşikârdı. Nitekim öyle de oldu. “Besle kargayı oysun gözünü” atasözünün daha iyi kullanılabileceği bir durum olamaz. Şimdi bu saldırı sonunda da iktidarın uzun süredir cesaret edemediği sınır ötesi operasyonun, ki yapılacaksa yapılmalıdır, fitili ateşlenmiş oldu. Böyle bir operasyona girişmek için böyle bir terör saldırısı mı beklenmeliydi? Tam seçimlere giderken, aynı 2015 Haziran seçimleri sonrasında olduğu gibi, iktidar, Türkiye’nin kapılarını açıp devasa bir göç dalgasına neden olacak şekilde kendi yarattığı bir “iç güvenliksizlik” ortamında şimdi 611 kilometreye yayılmış bir bölgede büyük bir operasyona girişti. Bu dediğim gibi yapılacaksa yapılsın ama bunun nedeni, kökü İdlib’den, Afrin’den gelmiş bir terör olayına karşılık olamaz. Eğer bu son İstiklâl Caddesi terör olayına karşılık verilecektiyse, Türkiye’nin ağırlıkta olduğu, etkisini hâlâ ciddi biçimde koruduğu Idlib’e ve Afrin’e ve o bölgeye askeri harekât şeklinde yapılırdı. Tekrar etmek gerekirse, geniş bir pencereden bakıldığında, PKK ile ilişkisi olsa bile sorunlu görülen bu terör olayı; daha çok iktidarın kendi emelleri için yarattığı ÖSO çevresinde oluşmuş köktendinci, çapulcu terörist toplulukların, Erdoğan’ın Esad ile yakınlaşması gölgesinde kendi varlıklarını sorgulayarak en iyi bildikleri iş olan terörü Türkiye’ye ihraç etmeleri konusudur. Türkiye’de bu kadar büyük bir göç “bataklığı” olduğu için de yakın gelecekte içinden kolay kolay çıkılabilecek bir konu değildir. Şöyle bir düşünün, hayal edin; eğer Türkiye’de başta Suriyeli olmak üzere Afgan, Pakistan sığınmacılar, büyük nüfus toplulukları hiç olmamış olsa, çoğunluğu Suriyeli olan bu İstiklâl Caddesi teröristleri grubu, Kuzey Suriye’den Türkiye’ye geçip böyle bir eylem gerçekleştirebilirler miydi?
GÖZLEM – “Katil Veliaht Prens’ten sonra, Katil Sisi ile de el sıkışıldı, sıra Katil Esed’e geldi”; görüşünüz?
K – Erdoğan iktidarını korumak için elinden ne gelirse yapıyor, yapacaktır da. Bunları yaparken de en çok başvurduğu iki yöntemden birisi, eğer kendisi için en ufak bir faydası olacaksa, önceden yaptıklarının, söylediklerinin tam tersini yapması, söylemesi; diğeri de başvurduğu ve yalan olduğunu, doğru olmadığını bildiği iddiaları gerçekmiş gibi sürekli tekrarlamasıdır. Burada doğru olan hakikaten de Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerini düzeltmesi ve bence terörden daha büyük bir sorun olan Suriyeli göçünün yönetilebilir ve “makul” bir noktaya getirilmesidir. Bunu Erdoğan yapmazsa, iktidar değiştiğinde bugünkü muhalefet kesinlikle yapacaktır. Erdoğan bunu da görmüş olacak ki, muhalefetin taahhüt ettiği diğer konularda yaptığı gibi burada da elinden bir kozunu daha almıştır. Yavaş yavaş öyle bir noktaya geliyor ki, pek çok alanda muhalefetin taahhüt ettiği, vaad ettiği icraatları kendisi gerçekleştiriyor. Yakında kendini kurtarmak adına “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi” yeniden inşa etmek için bir adım atarsa çok da şaşırmam.
GÖZLEM – FED’in “Faiz artırımını yavaşlatılarak devam ettireceğine dair” haberler gündemdeyken, Cumhuriyet Merkez Bankası’nın faiz kararı, Sizce ne getirecek, ne götürecek?..
K – FED’in 75 baz puanlık faiz artışlarını, ABD’deki enflasyon kontrol altına alınma yoluna girdiği için daha düşük ve daha az sıklıktaki artışlara döndüreceğinin işaretini vermesi, doların diğer döviz kurlarına göre daha durağan bir konuma girmesine neden oldu. Öte yandan Türkiye’de artan enflasyon ve Erdoğan’ın ısrarla düşürdüğü faizler sonrası mevduata alternatif olan dolar, hem Kur Korumalı Mevduat (KMM) sistemi, hem de dövize dönebilecek mevduat miktarının çok azalması sonucu bir süredir enflasyonla yarışabilecek miktarda bir getiri vermiyor. Bu da paralarını KKM’ye aktaranların birikimlerinin enflasyon karşısında erimesine neden oluyor. Bu yüzden de yakın dönemde bu mevduatların kısmen bozulmasını ve yıl başından itibaren kredi musluklarının açılması durumunda bu kaynağın gayrimenkul ve yine döviz gibi alanlara yeniden akmasını bekliyorum. Türkiye’de ekonomide şöyle bir düzen ortaya çıktı. Birikimi olmayanlar büyük bir enflasyon altında çok ciddi biçimde eziliyorlar. Bunlar için Emeklilikte Yaşa Takılanlar ve sözleşmeli personel sorunlarının çözülmesi, asgari ücretin ciddi biçimde ve gerekirse ara dönemde de arttırılması, memur ve emekli maaşlarının arttırılması, kredi musluklarının yeniden açılması gibi uzun vadede Türkiye’yi daha da büyük bir enflasyon sarmalına sokacak ancak yeni yılın başından itibaren ilk bir kaç ayda “sahte” bir iyimserlik yaratacak yöntemler getirilecek. Birikimi olanlar ise gündelik hayatlarını sürdürdükleri kısım için enflasyonu hissederek, hesaplayarak hareket eder, ancak birikimlerini değerlendirme konusunda enflasyon kadar güvenlik konusunu da dikkate alır hale geldiler. Bu nedenle birikimlerini parçalı olarak değişik tasarruf kalemlerinde tutuyor ve bir oranda da enflasyonu gözardı edebiliyorlar. Bu arada ticaret ve üretim yapan çok geniş bir kitlenin yüksek enflasyondan fayda gördüğünü de unutmamak lazım.
GÖZLEM – Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş, “Büyük Millet Meclisi çatısı altına kadar gelen ve siyaset zirvelerini sarsan ağır ve çirkin hakaretler yağmuru” tablosunun sonu nereye kadar uzanacak. Siyasetin, tavanda bu hallere düşmesi, tabanı nasıl etkileyecek?..
K – Tabanı etkiliyor bile. Kutuplaşma arttı. Şiddet arttı, güçlünün zayıfı ezdiği, suçun ceza görmediği bir ortam oluştu. Bu ortamdan faydalanan çok büyük bir kitle Erdoğan’a sıkı sıkıya bağlı. Siyasette, özellikle iktidar ile muhalefetin karşı karşıya geldiği Meclis görüşmelerinde, haksız olduğunu bilen seviyesi düşük pek çok insanın yapacağı gibi, bakanlar da yine seviyelerine göre az ya da çok hakarete, şiddete başvuruyorlar. Bu durumda da tabii ortalık ne kadar hakarete açık olursa, en üst düzeyde yapılan hakaretler o kadar olağan karşılanıyor. Ancak bu durum tabanda bir kutuplaşmaya ve siyaset için olduğu kadar muhalefet için de safların sıkılaştırılmasına neden oluyor. Kamuoyu yoklamalarında “Kesinlikle Erdoğan’a oy vermem” diyen yüzde 55’lik bir kemikleşmiş kitlenin olması bu kutuplaşmanın sonucu. Erdoğan da kaybettiği bu kitlenin oylarını almak için terörist ilan ettiği HDP ile aynı masaya oturup “Selahattin Demirtaş’ı hasta babasına helikopter ve uçakla götürtmesinden” haraket etttiği Meral Akşener ve İyi Parti’yi Cumhur İttifakı’na çağırmaya, Veliaht Suudi prensi ile barışmaktan Sisi’yle el sıkışmaya önceden yapmayacağını söylediği pek çok adımı atmak zorunda kalıyor.
GÖZLEM – Katar’daki Dünya Kupası, “daha başlamadan ‘içki’ ve ‘gökkuşağı renkleri / Almanların One Love kol bandı protestosu’ konularında dünya gündemine girerken”, futbol alarak da “şaşkınlıkla karşılanan” sonuçlarla başladı. Suudi Arabistan takımı, favorilerden Messili Arjantin’i yenip, ülkesinde ‘o günü’ resmi tatil ilan ettirirken, ardından Japonya da favorilerden Almanya’yı mağlup etti. Ne düşünüyorsunuz?..
K – İran Milli Takım oyuncularının milli marşlarını protesto etmeleri ve Takım Kaptanının 6-2 yenildikleri İngiltere maçı öncesinde “Ülkemizdeki koşulların doğru olmadığını kabul etmek zorundayız. İnsanlarımız mutlu değil. … Umarım koşullar halkın beklentilerini kabul edecek şekilde değişir” diye konuşması da çok ilginçti. Düşünün böyle bir konuşmayı bir Türk Milli Takımı Kaptanı yapabilir miydi? İşin futbol tarafına bakınca ben futbolun beşiği olan ve sadece Manchester City ve Manchester United’dan değişik ülkelerin milli takımlarına 37 futbolcu veren İngiltere acaba bu sefer uzun yıllardır elde edemediği başarıyı yakalar mı diye düşünmeden edemiyorum. İspanya, son şampiyon Fransa ve herşeye rağmen sonradan açılma konusunda ayrı bir genetiği olan Almanya’yı da dikkate alarak şampiyonun Avrupa’dan çıkacağını düşünüyorum.
GÖZLEM – Ege ve Doğu Anadolu’dan art arda deprem haberleri gelirken, Düzce Depremi ile İstanbul – Bolu arası için, “ünlü deprem uzmanı bilim adamlarımızın “endişe dolu uyarı ve açıklamaları” tam da Irak – Suriye operasyonları sırasında gündemin ilk sıraları arasına girdi. Ve de “Depreme karşı alınması gereken Japonya tedbirleri / Kent Dönüşümü için Belediyelerin parti farkı gözetilmeden, Ankara ile el ele verip, acil olarak hareket geçmesinin önemi ve gereği bir defa daha ortaya çıktı. Görüşünüz?..
K – Özellikle İstanbul gibi gerçekleştirmesi hem mekansal açıdan zor ve yavaş olacak, hem de hukuksal açıdan sorunlu olan illerde, kentsel dönüşüm yerine veya kentsel dönüşümle beraber maliyeti çok daha düşük ve uygulaması çok daha kolay olan güçlendirme çalışmalarına önem verilmeliydi. Halktan deprem vergisi olarak toplanan kaynaklar buraya aktarılsaydı, özellikle İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde sorun büyük ölçüde çözülmüş olurdu. Bunun ötesinde yapıların güçlü olduğu yerlerde halkın eşyaların doğru yerleştirmesi ve sabitlemesi ile ilgili bilinçlendirilmesi gerekiyor. “Belediyelerin parti farkı gözetilmeden desteklenmesi” dileğinin bu iktidarda bir “önlem” olarak mümkün olmadığını, hükümetin parti gözetmeksizin yapacağı desteğin ancak büyük bir felaket yaşandığında yani iş işten geçtikten sonra gerçekleşebileceğini düşünüyorum.
GÖZLEM – Hıncal Uluç “Gözem dostu” bir büyük yazardı. “Sabahları, gazete takımım gelir, Yazımı yazmadan önce hepsinde bir ufuk turu yaparım. Haftalık GÖZLEM, geldiği günlerde, o gazeteler içinde elimde en uzun süre kalan gazetelerden biri olurdu” derdi. Ve zaman zaman GÖZLEM’den alıntılar yapar, kendi düşüncelerini de eklerdi. “Hıncal Uluç” size neler düşündürürdü?..
K – Müsaadenizle Hıncal Ağabey diyeceğim, çünkü kendisiyle ikinci jenerasyondan kuzeniz, Hıncal Ağabey’in diğer pek çok gazeteciden en büyük farkı bana göre çok entellektüel olmasıydı. Her konuyla ilgilenirdi. İlgilendiği her konuyu da çok iyi araştırırdı. Gazeteciliğin temeli “merak”dır. Bu da kısmen öğrenilse ve geliştirilse de insanın içinde olan, genetik bir özellik. Hıncal Ağabey ilgilendiği her alanda kolaya kaçmadan, üstünkörü olmadan, değişik ayrıntıları bulur, tespitlerini, analizlerini yapar, hepsini harmanlayarak ana fikrine yönelik çok ilginç bir yazı haline dökerdi. Batılıların “opinionated” dedikleri fikri olan bir yazardı. Tarafsız değildi, “taraf”tı. Yazılarını o fikre yönelik oluştururdu. Yazı yazma kabiliyetinde, yazılarının bu kadar ilginç olmasında büyük ölçüde, gazeteciliğe yanında başladığı, belki yüzlerce yazısını yırtıp yeniden yazması için kendisine veren; büyük amcasının oğlu, babam Mehmet Ali Kışlalı’nın katkısı olduğunu düşünürüm. Bir seferinde aykırı bir fikirle yazdığı bir yazısını eleştirecek olduğumda Babam “Yoo… Fikri ne olursa olsun Hıncal’ın yazıları çok ilginçtir, kimse onun gibi kendini okutturamıyor” demişti. Şayet köşesinden gazetecilik ile ilgili yazdığı yazıları ve eleştirileri muhatapları uygulamış olsalardı, Türk basını çok daha kaliteli, kapsamlı ve ilginç bir mecrada olurdu. Nur içinde yatsın, Allah kalanlara sağlık ve sabır versin.