Tarımda ve gıdada alarm zilleri çalıyor

Üreticinin tarımdan çekilmesi ve kuraklık sorunu, gıda krizi riskini artırıyor.

Artan girdi maliyetleri ile baş edemeyen üretici, tarımsal üretimden çekilmek zorunda kalıyor. Çiftçi sayısı ve tarımsal faaliyet yapılan arazi sayısı azalıyor. Gıda krizi riski gün geçtikçe artıyor. Tarım Bakanı Vahit Kirişçi’nin verdiği bilgiye göre; 20 yılda nüfus 20 milyon artarken, çiftçi sayısı 700 bin azaldı. Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum da son 3 yılda 796 bin 968 taşınmazın kamu ve özel bankalarca rehin tesis edildiğini açıkladı. Borç ödenemediği için icrada satılan, içlerinde tarımsal arazilerin de olduğu taşınmaz sayısı ise 36 bin oldu.

Tarımda büyük fırsatlar var

Türkiye, bulunduğu coğrafya ve iklim koşulları, biyoçeşitliliği, tarımsal üretim kültürü ve insan kaynağı ile tarımda çok büyük potansiyele sahip olmasına rağmen bunu üretime dönüştüremiyor. Covid-19 salgını, Rusya-Ukrayna Savaşı gibi birçok gelişme Türkiye’ye önemli fırsatlar getirdi. Fakat Türkiye bugüne kadar bu fırsatları değerlendiremedi.

Bugün, tarımsal üretimdeki en önemli sorunlardan birisi haline gelen yüksek girdi maliyetleri nedeniyle çiftçi üretim yapmakta zorlanıyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ne göre tarımsal girdi fiyatları son bir yılda (Ekim 2021 – 2022) mazot yüzde 220, gübre yüzde 72 – 152, besi yemi yüzde 107, süt yemi yüzde 108, zirai ilaç yüzde 95, elektrik yüzde 140 oranında arttı. Bu zamlarla çiftçi nasıl üretim yapsın. Yüksek girdi fiyatları karşısında tarımsal destekler yetersiz. Destekler hem çok geç açıklanıyor hem de çok geç ödeniyor. Zarar eden çiftçi de üretimden vazgeçiyor. Türkiye tarıma gereken desteği ve önemi verse dünyanın en önemli üretici ve ihracatçısı olabilir.

Gıda krizi ile ilgili bir başka önemli ve temel endişe kaynağı, kuraklık. Türkiye, son yılların en kurak güz dönemi yaşanıyor. Özellikle tarımsal üretim açısından büyük önem taşıyan İzmir ve çevresinde, Ege Bölgesi’nde; kuraklık sorunu daha da öne çıkıyor. Kuraklık ve sulama sıkıntısı nedeniyle, tarımsal faaliyetler ve tarımsal gıda üretimi ile ilgili alarm zilleri çalıyor. Türkiye’nin tahıl ambarı olarak bilinen İç Anadolu son yılların en kurak dönemini yaşıyor. 

Çiftçi sayısı 11 yılda yarıya indi

Kuraklık ve küresel iklim değişikliği gibi nedenlerle gelecek dönemlerin en kritik sektörü haline gelen tarım üretiminde çiftçi topraktan kopuyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre, 2021 yılını 512 bin çiftçi sayısı ile kapatan Türkiye, artan üretim maliyetleri ve kâr edip geçimini sağlayamayan çiftçiyi toprakta tutamıyor. Çiftçi sayısında yıllık bazda yüzde 9,5 (51 bin) düşüş söz konusu. Son 11 yılda SGK’ya kayıtlı üretici sayısında yüzde 56’lık düşüş yaşanırken, 2008’de 1 milyon 127 bin olan çiftçi sayısı 2011’de 1 milyon 121 bine indi. 2022’de ise son yılların en düşük seviyesine inerek 490 bin 163’e geriledi. Çiftçi sayısındaki azalmayı SGK’nın yanı sıra TEPAV’ın 116’ncı İstihdam İzleme Bülteni de teyit etti. Bu arada tarımda çalışan nüfusun yaşı da 55’e yükseldi.

Borçlar katlandı

Tarım sektörünün Temmuz 2022 itibarıyla 230,7 milyar TL’lik toplam borcunun yaklaşık 190 milyar liralık kısmı, bankalara olan kredilerinden oluşuyor. Borcun 3,5 milyar TL’si de takipte. 2011 yılında 30 milyar TL olan tarım sektörünün kredi borcu, Aralık 2021’de ise 166,2 milyar TL seviyesindeydi. Çiftçi kredi borcunu ödeyerek yeni kredi alıyor. Alan daraltıp ekim yapıyor ama borçları döndüremezse mülkü elden gidiyor.

Gübre, mazot gibi girdi fiyatları katlandığı için üretimini azaltan çiftçi, tarlayı borçla döndüremez hale gelince tapu kayıtlarına göre son 5 yılda 1,3 milyon tarım arazisi ipotek altına alındı. Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı Murat Kurum, CHP Niğde Milletvekili Fethi Gürer’in soru önergesine verdiği yanıtta, “Bakanlığımızın bağlı kuruluşu olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün, TAKBİS kayıtlarına göre; 2017, 2018, 2019, 2020, 2021 yılları itibariyle; üzerine rehin tesis edilen taşınmazlarda, taşınmaz vasfı içerisinde “Tarla, bağ, incir, kavak, fidan, meyve, meyve, sebze, tarla, çay, bahçe, narenciye, elma, sera, fındık, bahçe, fıstık, pamuk, tütün, pirinç, çeltik, mısır, zeytin” geçen kelimeler sorgulanması neticesinde, rehin tesis edilen taşınmaz sayısı 1.366.172 olarak belirlenmiştir” açıklamasında bulundu.

Tarım alanları ise son 10 yılda yüzde 5; son 19 yılda ise yüzde 12 geriledi.

Sektör daralıyor

Türkiye’nin hem üretim hem de istihdamında önemli rol oynayan tarım sektöründeki kan kaybı, yılın ikinci çeyreğine ilişkin büyüme rakamlarına da yansıdı. 2022 yılı ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2,9 küçülen sektör, ekonomik büyüme üzerinde 0.12 puanlık daralma etkisi yaptı. Gıdanın enflasyondaki payının büyüklüğü dikkate alındığında ekonomistler tarım sektöründeki daralmanın kaygı verici olduğu yorumunu yaptı.

Tarım sektöründe çiftçinin üreterek satışını yaptığı ürünlerin ilk el satış fiyatındaki değişimleri hesaplayan Tarım-ÜFE, en son açıklanan bu yılın Eylül ayı fiyatları itibariyle aylık yüzde 7,14 artarken, yıllık bazda yüzde 156’ya fırladı. Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi de (Tarım-GFE) son açıklanan Ağustos ayı fiyatlarıyla yıllık bazda yüzde 135,06 artış kaydetti. Gübre ve toprak geliştiricilerde yıllık fiyat artışı yüzde 234,48 enerji fiyatları ise 184,42 oldu. Rekor kıran girdiler hem üreticiye hem de tüketiciye enflasyon olarak yansıyor. Tüketicinin de gıda enflasyonu TÜİK’e göre yüzde 99,05’e ulaştı. Maliyetleri karşılayamayan çiftçilerin büyük bir kısmı üretimden çekilirken, üreticilerin tarlalarını ipotek ettirdiği ifade ediliyor.

2022 en kurak yıl olabilir

Bu yaz hem Avrupa’da hem de Çin’de alışılmışın çok daha üzerinde sıcaklıklar görüldü; kuraklık arttı. Afrika’da da kuraklık milyonlarca kişiyi açlık tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. ABD’de de batı kıyıları alışkın olduğu düzenli yağışları almadı; sonbahara girerken kuraklık riskiyle yüzleşiyor.

Bilim insanları bundan daha kurak ayların ve hatta yılların geleceğini söylüyor. Peki bugüne kadar dünyada kayıtlara geçen en kurak yıl 2022 olabilir mi? Dünya Bankası 2021 raporuna göre 1970-79 yılları arasındaki verilerle kıyaslanınca, 2010-2019 arasında kuraklık görülen alanlar 3 katına, sel görülen alanlar da 10 katına çıktı.

Sonbahar kurak kaldı

Yaz mevsiminde yağış miktarı uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 89 artan Ege Bölgesi, Eylül’de son 18 yılın en düşük yağışını aldı.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerinden derlenen bilgilere göre, bölgede eylülde uzun yıllar yağış ortalaması 20,3 milimetre olarak ölçüldü. Ege’ye geçen yıl Eylül’de 10,6 milimetre, bu senenin aynı ayında ise 3,6 milimetre yağış düştü.

Ege Bölgesi’nde Eylül yağışları, uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 82, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 66 azalış gözlendi. Bu anlamda Ege Bölgesi son 18 yılın en düşük eylül yağışını aldı.

*********

“İklimler değişiyor”

Bakırçay Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şermin Tağıl, iklim değişikliği ve küresel ısınmaya bağlı meteorolojik verilerin değişkenlik gösterdiğini belirtti.

Kuraklığın artmasının aynı zamanda yağışlarda dengesizliklere ve yoğunluğunun artmasına neden olduğunu ifade eden Tağıl, şunları söyledi:

“Bu yıl beklentinin üstünde yağışlı bir yaz ile beklentiden daha kurak bir sonbahar yaşamamız iklim değişikliği senaryolarına göre normal kabul edilebilir bir durum. Mevsim açısından baktığımızda Batı Anadolu’da temmuz ve ağustosta yağışlı şartları gözlemledik. Yer yer uzun yıllık ortalamanın üzerinde yağışların gerçekleştiği de görüldü. Batı Anadolu’da yağışlı yaz koşullarının oluşmasına üst atmosferden soğuk hava girişinin gerçekleşmesiyle dikey yönlü sıcaklık farkının artması neden oldu. Bu artış, yüzeyde ısınan havanın yükselmesine ve yağışlı koşulların oluşmasına neden oldu.”

İklim değişikliğine bağlı hayatın düzenlenmesi gerektiğine işaret eden Tağıl, “İklim değişikliği mevsimde beklediğimiz yağışı alamamamıza ya da mevsim normallerinin üstünde yağış almamıza neden olmaktadır. Hatta, küresel ısınma nedeniyle dört mevsimi birbirinden ayırmakta zorlanıyoruz” diye konuştu.

******

“ACİLEN SU YASASI ÇIKMALI, TARIM ÜRÜN DESENLERİ BELİRLENMELİ”

Doğan Yaşar (İklim Bilimci)- Kuraklığın 2020’den sonra geleceği çok önceden biliniyordu. 2023 kuraklığı tüm dünyada bilinen bir gerçek. Barajlarımız dolu olsa bile, her gün yağmur yağsa bile suyu çok dikkatli kullanmamız gerekiyor. Barajlardan kesinlikle suların kapalı ortamlarda tarlalara gelmesi ve damlama yönetimi ile verilmesi gerekiyor. Bu şekilde yüzde 65 oranında bir tasarruf sağlanmış olacak. Türkiye’nin en büyük sorunu başıbozukluk… Örneğin isteyen istediği yere kuyu açıyor. Dünyada, kuyu suyu belli bir dereceye kadar kullanılıp daha fazlası için devlet izni gerekiyor. Yer altı sularının kesinlikle kontrol altına alınması gerekiyor.  Kanalizasyon ve yağmur suları ayrılmalı. 2018’den beri ayrılmaya başlandı ama çok yetersiz.  Mümkün olduğunca yağmur sularının yeniden barajlara basılması gerekiyor. Jeolojik olarak mümkün olan her yere, yer altı barajlarının yapılması gerekiyor.

“Tarım ürün desenlerini devlet belirlemeli”

Tarım ürün desenlerinin devlet tarafından belirlenmesi gerekiyor. Çiftçi istediği ürünü ekememeli. Nereye, ne ekileceğini devlet belirlemeli. Türkiye’de toplam 25 havza var. Her havzaya göre devlet, o yıl ne ekilmesi gerekiyorsa onu ektirmesi lazım. Örneğin Amerika’da bu konuda bir örnek vardır. Okyanus ne kadar ısınırsa 1 yıl sonra o kadar çok yağmur yağar. Uzmanlar bunun takibini yapar, çalışma hazırlar ve tarım bakanlığına verirler. Amerika’nın neresine ne kadar yağmur düşeceğini hesaplarlar ve verirler. Tarım bakanlığı bunu alır, tüm dünyanın ihtiyacını hesaplarlar, kendi iç tüketimini de hesaplayarak Amerika’nın hangi tarım alanlarına neler ekileceğini belirler. Bu iş bu şekilde olur. Ama bizim ülkemizde maalesef bu yok.

“Gölleri kurutan yer altı sularının kullanılmasıdır”

Yapmamız gereken şeylerin kuraklığı beklememesi lazım. Bizim göllerimiz kuruyor şu anda, özellikle güneydeki göller çok kötü durumda. Örneğin elma, dünyada en fazla üretilen meyvelerden biridir. Çok fazla su ister. 1 kilo elma için her gün 1 litre su verilmesi gerekir. Geçtiğimiz sene 4.3 milyon ton elma ürettik. Elma her yerde yetişir, özel iklime ihtiyaç duymaz. 4.3 milyon ton elma demek her gün 4.3 milyon metre küp su demek. Bu elmalara su yeraltından veriliyor, devamlı yer altından su çekiliyor. Bu nedenle göller kuruldu, küresel ısınma değil, yer altı sularının kullanılmasıdır gölleri kurutan. Kurak dönemlerde, tahıl çok önemli. Tahıl kazandırır. Bu nedenle mümkün olduğunca bu dönemleri planlamak gerekir. Tahıl, arpa, buğday gibi ürünlere önem vermek lazım.

 

*******

“TARIMDAN YÜKSELEN S.O.S ÇIĞLIĞI!”

Mehmet Şakir Örs (Gazeteci / Yazar) – Son günlerde tarımla ve tarımsal üretimle ilgili olumsuz haberler ardı ardına geliyor. Üreticinin mağduriyeti artıyor ve tarımla/gıdayla ilgili sorunlar giderek daha da ağırlaşıyor. Bu durum, tarımsal faaliyetin ve üretimin azalmasını, üreticinin tarımsal üretim faaliyetinden çekilmesini ve verimli tarım alanlarının giderek kaderine terk edilmesi ile başka amaçlarla kullanılması sonuçlarını da beraberinde getiriyor.

Son dönemde bu olumsuz gelişmeleri tetikleyen bir başka önemli sorun da iklim koşullarındaki olumsuzluklar ve özellikle de yaşanan kuraklık oluyor. Çiftçi, toprağını ekemez/işleyemez ve ürününü yetiştiremez duruma düşüyor. Kuraklık nedeniyle sulama maliyetleri de artıyor. Üretici bu giderleri karşılayamaz ve tarımsal girdilerin maliyetleriyle baş edemez hale geliyor.

Dünyanın önemli tahıl üretim bölgesinde yaşanan savaşın sürmesi ve taraflar arasındaki tahıl anlaşmasında /koridorunda yaşanan sıkıntılar, özellikle tahıl, gıda ve beslenme alanındaki riskleri artırıyor. Bunun olumsuz yansımaları, tarımda ve gıdada hem riskleri artırıyor ve hem de endişeleri artırıyor. Gıdada ve tahılda ithalat olanakları da daralıyor. Dolayısıyla, ülkelerin ve toplumların kendi tarımsal alanlarına gözleri gibi bakması ve üreticilerini koruması gerekiyor.

Oysa ülkemizde, özellikle son dönemlerde, üreticinin ve tarımla uğraşan insanların mağduriyeti yaşanıyor. Dolayısıyla, para kazanamayan, maliyetlerini bile karşılamakta zorlanan çiftçi, tarımsal üretimden çekiliyor. Buna koşut olarak tarımsal gıda üretimi azalıyor. Gıdaya ulaşmak ve erişmek zorlaşıyor. Ortaya çıkan rakamsal veriler de bu gelişmeleri doğruluyor. Konunun doğrudan muhatabı olan ilgililer ve yetkililer bile, bu verileri kabul etmek zorunda kalıyorlar.

Mecliste halen görüşmeleri devam eden 2023 bütçesi ile ilgili rakamlar da tarıma, üreticiye, tarımsal üretime ne denli sınırlı kaynak ayrıldığını ortaya koyuyor. Öyle ki tarımsal desteklemeye yalnızca 54 milyarlık bir kaynak ayrılırken, bunun neredeyse on katı bedel faize, kur korumalı mevduata ve garanti ödemelerine gitmektedir. Yaşanan bu süreç, bir anlamda üreticinin, çitçinin ve üreten insanların cezalandırılması anlamına gelmektedir.

Oysa tarım kanununun 21!inci maddesine göre, her yıl milli gelirin yüzde 1’i oranında tarıma ve üreticiye destek verilmesi gerekmektedir. Maalesef bu yasa sürekli göz ardı edilmekte ve yok sayılmaktadır. Bırakın yüzde 1 oranını, bu destek yüzde yarımı bile bulmamaktadır. Tarıma, tarımsal üretime ve çiftçiye böylesine olumsuz ve yetersiz yaklaşım, sonuçta tarımın ve üreticinin kaderine terk edilmesi anlamına gelmektedir.

Tarımdan, tarımsal üretimden ve gıda sektörlerinden yükselen SOS sinyallerine ve imdat çığlıklarına kulak verilmelidir. Tarım sektörü, üretici kaderine terk edilmemeli ve başta girdi maliyetlerinin düşürülmesi olmak üzere, birçok yönden desteklenmelidir. Yoksa bu olumsuz gidişatın faturası, gün geçtikçe daha da ağırlaşacak ve tümüyle içinden çıkılmaz hale gelecektir. Aslında yapılması gereken, tarımın ve tarımsal alanın tepeden tırnağa ele alınarak, tüm yönleriyle yeniden yapılandırılmasıdır. Tarımdaki olumsuzlukların /sorunların çözümü, böylesi bir bütünsel yeni yaklaşımdan ve yapılanmadan geçmektedir.