Gazeteci yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili görüşlerini cevapladı. Kışlalı, TÜİK’in açıkladığı Enflasyon rakamları, Ticaret Bakanı Mehmet Muş, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in 6’lı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayıyla ilgili açıklamaları, Erdoğan’ın “Yüzyıl Vizyonu”, Kılıçdaroğlu – Soylu arasındaki “kara para / uyuşturucu” tartışmaları, yerli ilaç ve Amasra maden faciasıyla ilgili açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…
GÖZLEM – TÜİK’in açıkladığı Enflasyon rakamları konusunda görüşünüz, Bakan Nebati’nin dediği gibi “Şubat – Martta bir düşme” beklenebilir mi?
K – TÜİK Ekim ayı tüketici enflasyonunu yüzde 3,54 olarak açıkladı. Yıllık enflasyon da buna bağlı olarak yüzde 85,51 olarak gerçekleşti. İlginç bir detay, TÜİK’in açıklamasından bir gün önce AA Finans’ın yaptığı ankette ekonomistler Ekim ayı enflasyonunun yüzde 3,54 olacağını tam isabetle tahmin etmişlerdi. Enflasyonda bir düşme tabii olacak ve bu Bakan Nebati’nin de söylediğinden önce Aralık ayından itibaren gözlenecek. Bunun nedeni ekonomistlerin “baz etkisi” dediği 12 aylık enflasyonun hesaplanmasında kullanılan yöntem. Buna göre yıllık enflasyon hesabı yapılırken, örneğin son olarak Ekim ayı enflasyonu açıklandığında doğal olarak geçen yılın ekim ayı enflasyon rakamı yıllık enflasyondan düşer. Son yıllık enflasyon 2021 Kasım ayından itibaren 2022 Ekim ayına kadar olan 12 aylık enflasyon rakamından hesaplanır. 2022 yılının Aralık ayının enflasyonu açıklandığında 2021 yılı Aralık enflasyonu yıllık hesaplamadan düşecek. 2021 yılında Aralık enflasyonu yüzde 13,58 gibi çok yüksek bir rakamdı. Aylık enflasyonlar 2022 yılının Ocak, Şubat, Mart ve Nisan aylarında da sırasıyla yüzde 11,1, 4,81, 5,46 ve 7,25 olarak gerçekleşti. Mayıs’tan itibaren geçen son 6 ayda ise iktidarın aldığı TÜİK içindeki görev değişiklikleri ve enflasyon hesabının değiştirilmesi gibi “tedbirlerle” aylık enflasyon ortalaması yüzde 3,06’ya düştü. Şayet 2022 Aralık (ve Kasım) enflasyonu da bu ortalama civarında geçerse, yıllık enflasyon hesabından 13,58 rakamı düşülüp bu 3,06 rakamı ekleneceği için yıllık enflasyon yüzde 67,6 civarına gerilemiş olacak. Bu rakam da şu an için ekonomistlerin beklediği yıl sonu enflasyonu olan 73,12’ye yakın. Bu yılın başındaki aşırı yükselişlerin olduğu 4 ayda da bu ortalamalarla gidilmesi durumunda, ülkenin seçimlere gideceği düşünülen Mayıs ayına enflasyon yüzde 40,2’ye düşmüş olarak girilecek. Ancak burada bir kafa karışıklığından kaçınmak lazım. Yıllık enflasyonun şimdiki yüzde 85,51’den yüzde 40’lara düşmesi fiyatların gerilediğini değil, fiyatlardaki “yine çok yüksek olan artış hızının biraz olsun düştüğünü” gösterecek. Kaldı ki Üretici Enflasyonunun halen yüzde 157,69 gibi çok yüksek bir seviyede seyrettiği bir ekonomide aylık tüketici enflasyon oranlarının son 6 aydaki ortalama düzeyinde kalması da çok beklenmez. Ben her şeye rağmen, hükümetin yıl başından itibaren alacağı beklenen “dar gelirli kesimin gelirlerini arttırmaya dönük asgari ücret ve diğer maaşlardaki zam önlemleri ile kredi piyasalarının ekonomiyi canlandırmak için açılacağı beklentilerini” de dikkate alarak gelecek yılın Mayıs ayındaki enflasyonun da şimdiki seviyesinde olmasa bile ciddi biçimde yüksek kalacağını tahmin ediyorum. Tabii eğer iktidar o zamana kadar bu ekonomi yönetimiyle büyük çaplı bir krize yol açmazsa. Böyle bir durumda enflasyonun çok daha yüksek olması kaçınılmaz. Çünkü iktidarın yeni bulduğu “Türkiye Ekonomi Modeli”ne göre faizleri indirip kuru yükselterek Türk mallarının ucuz kalması sağlanacak, bu şekilde kabaca ihracat ve dövize dayalı turizm gibi gelirlerden ithalatın çıkmasıyla hesaplanan cari denge eksiden artıya yani açıktan fazlaya dönecekti. Ancak hükümetin bu hesapları tutmadı ve 2021 Ekim’inde yaklaşık 1,5 milyar dolar olan cari açık 8 milyar 6 milyon dolara çıktı. 2022 yılının ilk on ayında da 2021 yılının ilk on ayına göre cari açık yüzde 168,5 artışla 91,1 milyar dolar oldu. Fazlaya geçilecekti, fazla bir tarafa cari açık yani eksi, katlanarak arttı. Bu şu anlama geliyor: İktidarın bu yeni modeli işlemiyor. İşlemediği halde bunda ısrarcı olunca garip yöntemlerle döviz kuru sabit tutulmaya çalışılıyor, ancak açıklardan dolayı da döviz ihtiyacı ve dolayısıyla döviz talebi artmaya devam ediyor. Bu talep artışı kaynaklı bir kriz meydana gelirse, döviz seviyesindeki aşırı artış nedeniyle enflasyonun bir kez daha sıçraması kaçınılmaz olur.
GÖZLEM -Ticaret Bakanı Mehmet Muş, TÜİK bile “enflasyon oranını yüzde 83.45” olarak açıklarken, “Son yılları saymazsak, AK Parti döneminde enflasyon ortalaması yüzde 8-9 civarındadır” dedi. Bu nasıl bir bakış ve anlayıştır?
K – Çok komik, hatta traji-komik bir bakış ve anlayış. Bir defa son yılları saymamak ne demek, yani yaşanmamış mı kabul edeceğiz? O zaman bugünkü durumu 5 yıl öncesinin rakamlarına göre mi değerlendireceğiz? Kaldı ki hesabı da her zamanki gibi yanlış. Bakan Nebati’nin ifade ettiği “son yıllar” dönemini, enflasyonun yüzde 20,3’e ulaştığı 2018’den sonraki 5 yıl olarak kabul etsek bile, geriye kalan 15 yıllık AKP iktidarının 6’sında enflasyon oranları yüzde 9’un üzerinde gelmiş, ortalama yıl sonu enflasyon da yine söylediği eşik olan yüzde 9’un üzerinde; yüzde 9,19 olarak gerçekleşmiş. Ekonominin en tepesindeki bir yönetici olarak Bakan Nebati’nin yaptığı hesap, kendilerini tenzih ediyorum, bir bakkal hesabı bile olamaz. Çünkü gerçekleri yansıtmıyor. Eğer Bakan AKP iktidarının ne kadar başarılı olduğunu ifade etmek istediyse, o zaman baştan “son yılları saymazsak” diyeceğine “İktidarımızda enflasyonun yüzde 9’dan fazla çıktığı yılları saymazsak” diye başlayabilir ve böylelikle bu cümlesini de “…AK Parti döneminde enflasyon ortalaması yüzde 8 civarındadır” diye bitirebilirdi. Hiçbir anlamı olmayan, halk dilinde “züğürt tesellisi” dedikleri türden bir açıklama.
GÖZLEM – CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, “Masada ufacık bir sorun olsa, Kemal Bey talepkâr olmak yerine fedakârlığı seçer” dedi. “6’lı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayı” ülke gündeminin baş sıralarındayken, “bu sözü” nasıl yorumluyorsunuz?..
K – İlk bakışta Özgür Özel’in bu ifadeleri 6’lı Masa’nın diğer partilerine dönük bir “alçakgönüllülük” olarak dile getirmiş olabileceği akla geliyor. “Kemal Bey illaki aday olacağım diye dayatmaz” anlamına gelebilecek ifadeler. Öte yandan bu ifadeler Özgür Özel’in kendi arzularının da dışa vurumu olabilir. Her ne kadar ekranlarda öyle bir intiba vermese de, sahaya inildiğinde en çok ilgi gören CHP’lilerin başında Özgür Özel geliyor. Eğer Kemal Bey Cumhurbaşkanlığı’na aday olursa, ondan sonra CHP’nin liderlik yarışında en önde gelecek adaylardan birisi de Özgür Özel olacaktır. Bu ifadelerin bu durumla veya Cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili bir karşılığı da olabilir. Hatırlarsanız Özgür Özel cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili bu yılın başında Sivas’ta yaptığı bir konuşmada “Bütün anketler, en doğru ölçümler, en hassas çalışmalar hangi adayı gösteriyorsa o aday olacak… Bu salondaki herkes bizim cumhurbaşkanı adayımızdır” demişti. Bu ifadelerle beraber düşünüldüğünde, ilginç bir açıklama. Sanki “Ben buradayım” diyor.
GÖZLEM – “Erdoğan’ın Yüzyıl Vizyonu,” ülke gündemine “Göz alıcı algı” görüntüleri ve damgasıyla girmişken… Ortaya “Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin 10 aylık bakanlık dönemi boyunca özelleştirme rekoru kırıldığı ve 7,6 milyar TL’lik kamu taşınmazının satıldığı tespit edildi. 1986 yılında başlayan özelleştirme tarihinden günümüze kadar yapılan satışa sadece iki yılda ulaşıldığı” gerçeği çıktı. Ne diyorsunuz?
K – Bir defa bu tür karşılaştırmalar enflasyonu dikkate alarak hesaplanmalı. O açıdan bakıldığında sadece Türk Telekom özelleştirmesi bile 5,5 milyar dolar civarındaki fiyatıyla dikkate alındığında, bugünün kuruna göre 102 milyar liradan daha fazla tutuyor. Buna göre bahsettiğiniz toprak satışları devede kulak kalır. Muhabirlik döneminde AKP iktidarının özelleştirme faaliyetlerini çok yakından izleyen bir gazeteci olarak AKP’nin en büyük özelleştirmeleri yaptığı ve ülkeye en fazla zararı verdiği dönemin iktidarın ilk yılları olduğunu söylemek yanıltıcı olmaz. Şimdi bu özelleştirmelerin zararlarını sağlıktan, pandemiden, tarıma; enerjiden kimyaya, girdi mallarından ihracata kadar her alanda iliklerimize kadar hissediyoruz. O açıdan bakıldığında en büyük özelleştirme zararları da Hazine arazilerinin satışından ziyade Türkiye için kilit konumda olan sanayi kuruluşlarının satışında yaşanmıştır. Bugün içinde bulunduğumuz sıkıntıların büyük bölümünü de bu satışlar nedeniyle yaşıyoruz. Bu satışlardan dolayı ucuz girdi maddesi üretemiyor, ucuza doyamıyor, aç kalıyor, ısınamıyor, sürekli olarak cari açık veriyor, sürekli olarak borçlanıyoruz.
GÖZLEM – Amasra Maden Faciası için Erdoğan “Fıtrat” dedi, “Kader” dedi, sonra bilirkişi raporu çıktı, “müessese müdürü dahil” 8 kişi “ihmal var” denilen raor sonrasında tutuklandı. “Denetlemeler yapıldı, her şey normaldi” açıklamalarını yapan “yukarıdakiler” ise gene “sorumlu tutulmayacak”; yorumunuz?
K – Katılıyorum. Maden, jeoloji, jeofizik, elektrik ve makine mühendisleri ile iş güvenliği uzmanından oluşan 7 kişilik Bilirkişi Heyeti’nin hazırladığı 28 sayfalık Bilirkişi Raporu’nda “İş kazası, -320 Kalın Damar Tavan Yolu’ndaki patlatma çalışması kaynaklı olarak meydana gelmiş, grizu ve kömür tozu patlamasını içeren bir patlamadır” ifadeleri yer alıyor. Buna göre 41 kişinin ölümüne yol açan patlama kendiliğinden değil, bir “patlatma çalışması” sırasında meydana gelmiş. Raporda “Ocak içinde yeterli miktarda ve hızda hava dolaşımı sağlanamamış, … Metan seviyelerinin müteakip defalar uzun süre boyunca yüzde 1,5 ve yüzde 2’nin üstünde kaldığı, neredeyse rutin olarak yüzde 1,50’yi düzenli olarak da yüzde 2’yi aştığı için potansiyel metan seviyeleri oluşmuştur. Teknik olarak metan gazının alt patlama limiti olan yüzde 5’i geçtiği durumlar da yaşanmıştır” denilerek denetimin iyi yapılmadığı “ancak maden ocağının kısmen dahi olsa boşaltılması yönünde bir önlem alındığı görülmemiştir” ifadeleriyle ortaya konuluyor. Raporda “Patlamanın olduğu -320 galerisinde 16:00-17:55 saatleri arasında ortamdaki metan miktarı yüzde 0,63 ile başlayıp yüzde 0,71 olmuş. 17:59’da yüzde 1,06’ya gelmiş ve ikaz vermiş, saat 18:05’de ise yüzde 1,55’e gelerek alarm vermiştir. Sensörden son ölçüm patlama saati 18:09’da alınmış ve bu değer yüzde 1,69 olmuştur” denildi. Rapordaki “TTK’ya bağlı ocaklarda metan drenajı uygulaması yapılmamaktadır. Bu durum yaşanan kazanın, yetersiz ve etkisiz havalandırma ile birlikte temel nedenlerinden biridir” tespiti ise sadece Amasra İşletmesi açısından değil Türkiye Taşkömürü Kurumu ve hatta bakanlık seviyesinde de sorumluluk olduğunu gösteren çok açık bir suçlayıcı ifade. Buna karşın tutuklular arasında Amasra Müessese Müdürü ile beraber konuyla ilgili bazı yöneticiler var ama Amasra İşletmesi’nin bağlı olduğu TTK Genel Müdürü yok. Bırakın tutuklanmayı, görevden bile el çektirilmedi. Olayda bir Genel Müdür’ün bağlı olduğu Bakan da göstermelik dahi olsa istifa etmedi veya affını istemedi.
GÖZLEM – Gazetelerde haber; “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Vatandaşlarımızın kullandığı her 100 ilaçtan 89’u yerli üretimden sağlıyoruz” dediği bir tweet attı. CHP Adana Milletvekili Burhanettin Bulut, bu tweeti alıntılayarak “Madem tüketilen her 100 ilaçtan 89’u yerli üretim Neden 5 ilaçtan biri eczanede yok? İlaç fiyatlandırması neden Euro kuruna bağlı? İthal ilaca ödenen TL oranını da söyleyin bakalım. Derdiniz tasanız algı yönetimi!” tweetini attı. Bunun üzerine tweet, altındaki “Sahibi tarafından silinmiştir” ibaresi ile silindi. Bulut bu silinmeye karşı “Sorulara cevap vermek yerine tweet silmek daha kolay tabi” tweetini attı. Ve de… “Bunca danışmanı olan Cumhurbaşkanı’na ‘böyle bir yanlışlık’ nasıl yaptırılır” sorusu gündeme girdi; sizin görüşünüz?..
K – Bu ülkeye yapılan en büyük kötülüklerden birisi aşı üreten Hıfzıssıha Kurumu ile beraber Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı İlaç ve Tıbbi Malzeme Sanayi Müessesi’ni IMF’nin telkinleri sonucu önceki hükümetin de başlattığı politikaların devamı doğrultusunda 2005 yılında AKP iktidarınca üretimi durdurularak bir anlamda kapatılmasıdır. İlaç Müessesesi Türkiye’de 20’den fazla temel ilacın jenerik üretimini yapardı. Yüksek Denetleme Kurumu, Müessese’nin kapatılmasının belirsizliğini koruduğu 2002 Ağustosu’nda hazırladığı raporunda “Müessese’nin ürettiği müstahzarların satış fiyatları, diğer ilaç firmalarının ürettiği eşdeğer müstahzarların satış fiyatlarından daha düşük bulunmaktadır. Nitekim Müessesece yapılan hesaplamaya göre, 2001 yılında SSK’ya satılan ilaçların muadillerinin aynı miktarda piyasadan alınması durumunda 27.11.2001 tarihindeki cari birim fiyatlarına göre 9 trilyon lira (yaklaşık 7,5 milyon dolar) daha fazla ödeme yapma durumunda kalınacaktı. Bu da Kurumun ihtiyaç duyduğu ilaçların büyük oranda Müessese tarafından karşılanmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır” tespitinde bulunmuştu. Buna karşın SSK’nın çok az miktarda ilacını üreten bu Kurum’un büyütülmesi gereken üretimi yıllar içinde durduruldu. IMF tarafından istenilen ve daha sonra kapatılmaya giden bu tercihin ardındaki esas neden devletin bu önemli sektörün; sağlığın üretim kısmından çıkmasının sağlanması böylece yerli üreticiler de dahil özel sektörün kârının arttırılmasıydı. Şimdi Erdoğan’ın övündüğü ve danışmanının “yanlışlıkla” gündeme getirdiği yerli üretim oranı daha düşük yüzdelerle de olsa hakikaten gerçek bile olsa sağlık sektöründeki önemli sorunlardan birinin varlığını ortadan kaldırmıyor. Özel sektör ve kapitalizmin işleyişinin “başarılı” olmasının ana şartı “ilgili sektörde tam rekabetin sağlanmış olmasıdır”. Oysa ekonomik hayatta pek çok sektör “tam rekabete” açık olamaz, buna göre yaşayamaz. Elektrik, güç iletimi, örneğin, telekomdaki iletim. Sağlık da bu sektörlerden birisi. Devlet müdahalesi ve düzenlemesi olmadan sağlık sektörünün “sağlıklı” işleyişinden bahsedilemez. Buna karşın AKP iktidarı sağlık sektöründe üretimden devleti çıkartarak Türkiye’ye büyük bir kötülük yapmıştır. İlaçların isterse tamamı yerli üretimle yapılsın, özel sektörün varlık sebebi “kârını maksimize etmek” olduğu için, özel sektörü regüle edici bir üretim ayağı olmadan Türkiye’deki sağlık sektörünün düzgün işlediği ifade edilemez.
GÖZLEM – Kılıçdaroğlu – Soylu arasındaki “kara para / uyuşturucu” kapışmasında, “devreye ‘Suç duyurusu başvurusu’ ile Emniyet ve Jandarma’nın sokulması” konusunda görüşünüz?
K – AKP iktidarında 2002 sonunda 300 bin civarında olan suç sayısı, 2021’de 8,5 milyona çıktı. Bunun içinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun uyuşturucu suçları önemli bir yer alıyor. Kılıçdaroğlu, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2022 Yılı Uyuşturucu ile Mücadele raporundan da yola çıkarak “Türkiye’de bir metamfetamin salgını var. Saray’ın ‘Getir, nereden getirirsen getir, kaynağını sormayacağım’ açılımı, ‘kirli parayı yani uyuşturucu paralarının Türkiye’ye getirilmesinin yolunu açtı. Bu paralar da cari açığının finansmanında kullanıldı. Metamfetamin sıvı olarak Türkiye’ye getiriliyor. ‘Breaking Bad Süleyman’ ülkenin çocuklarının zehirlenmesine göz yummuştur” ifadelerini içeren bir video yayımladı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu ithamlara “Hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz. Tazminat davası açıyoruz” diye karşılık verdikten sonra İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı da yayınladıkları açıklamalar ile “Kılıçdaroğlu hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını” bildirdi. Kılıçdaroğlu hafta içindeki Meclis konuşmasının önemli kısmını da bu konuya ayırdı ve “Türkiye şu anda Avrupa’nın en büyük kara para aklayan ülkelerinden biri. Ama polislerimizi sarayın pisliğini kapatmak için kullanmasın. Polisler benim canımdır. Onları intihara sürükleyen bir düzen kurdular. Allah kahretsin bu düzeni. Saray Türkiye’yi uyuşturucunun pazarı haline getirdi. Emniyet Genel Müdürlüğü bir rapor yayımladı. ‘Meth kullanımı iki yılda 5,5 kat arttı’ diyor. Suçlulara poz veren, sen poz vermeyi bırak bu raporu oku. Uyuşturucu kullanımı 10 yaşına kadar düştü. 10 yaşında çocuğun uyuşturucu kullanmasına ne denir. Sadece ‘Allah belanızı versin’ denir. Uyuşturucu baronlarının kökünü temizleyeceğiz. Bu pis işlere boy boy poz verenleri de hapislerde çürüteceğiz” dedi. Kılıçdaroğlu’nun ithamları çok ağır. Soylu’nun da buna kendi üslubuyla cevap vermesi beklenir. Ancak ortada komik bir durum var. Eğer Kılıçdaroğlu hakkında bir suç işlediğine dair bilgi, belge varsa bunları ülkenin İçişleri Bakanı’nın bağlı olduğu emniyet güçleri toplar ve savcılıklara gereğinin yapılması için verirler. Böyle sanki üçüncü ve eşit bir tarafmış gibi görevleri bu bilgi, belgeleri toplamak olan bakanlık ve emniyet güçleri, böyle bir suç duyurusu başvurusuyla kendi kendilerine bir görev vermiş gibi oluyorlar. Madem bir şey var, doğrudan bilgi, belgelere toplayıp ilgili mercilere başvurmayıp neden böyle bir yol izliyorlar, en azından Bakan’ın iradesinin bu yönde olduğunu göstermesi dışında bunun niye böyle yapıldığına anlamlı bir cevap verebilmek mümkün değil. Ben bu noktada Cumhurbaşkanı’nın da burada, bu tartışmaların bir adım dışında kalmak için bir çabası var mı diye düşünmeden edemiyorum. Soylu kendisinin de yanı sıra kurumları kişiselleştirerek muhalefet liderinin karşısına çıkmayı hedefliyor. Yukarıdan kendisine destek var mı ya da suçlularla çektirdiği fotoğrafları yukarıya ne kadar rahatsızlık veriyor, bunlar muamma.