TTB Başkanı için iki sıkıntılı konu var

Gazeteci yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili görüşlerini cevapladı. Kışlalı, Türk Tabipler Birliği Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı ile ilgili gelişmeler, AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal’ın “Cumhuriyet ve Dil Devrimi” konusundaki açıklamaları, Ayasofya’nın “cami olarak açılış töreninde yaptığı konuşmada, “Ayasofya’yı müze yapanları kafir ve zalim olarak niteleyip, lanetleyen” ve “lanet okuyan” Demirkan hala Dianet İşleri Programlarında yer alması, Atatürk ile ilgili “hakaret” paylaşımlarda bulunan Fatih Özüdoğru Kredi Yurtlar Kurumu müdürü olarak görevde tutulması konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

*****

GÖZLEM – Türk Tabipler Birliği Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı ile ilgili gelişmeler konusunda görüşünüz?

K – Şebnem Fincancı Korur, Türk Tabipler Birliği Başkanlığı’na, kendisinden önceki başkan gibi, TTB içinde yıllardır başkanlığı kazanan Etkin Demokratik TTB grubunun adayı olarak seçildi. Vikipedi’deki bilgilere göre 1959’da İstanbul’da doğdu. Kadıköy Maarif Koleji ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu. Adli Tıp, İşkencenin saptanması ve rehabilitasyonu alanlarında uzman. İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın kurucu üyesi. Kürtçü çizgide olan Evrensel Gazetesi’nde 2003 yılından beri köşe yazarı. 20 Haziran 2016’da yine Kürtçü çizgide olan Özgür Gündem gazetesi ile dayanışma amacıyla başlatılan “bir günlük nöbetçi genel yayın yönetmenliği” kampanyasına katılması nedeniyle “terör örgütü propagandası yapmak” suçlaması ile tutuklandı. Mahkeme gerekçe olarak “Gazetenin yayın yönetmenliğini üstlendiği tarihlerde yayımlanan haber içerikleri ve görsellerde silahlı terör örgütü PKK/KCK propagandası mahiyetinde yazılar yazıldığı, örgüt adına suç işleyen, güvenlik güçleriyle çatışan kişilerin övüldüğünün anlaşıldığı”nı gösterdi. 30 Haziran 2016’da tahliye edildi. Tıp doktorluğu ve bilimsel tarafı yadsınamayacak, özgeçmişinden de siyasi eğilimi, yaklaşımı belli olan bir bilim insanı. Gözaltına alınmasına neden olan süreç, PKK/YPG çizgisinde yayın yaptığı ileri sürülen Medya Haber TV’de katıldığı bir programda, yine bu çizgide olduğu iddia edilen Fırat Haber Ajansı’nın öldürülen PKK’lıların son dakikalarını gösteren görüntülerini inceledikten sonra “Görüntüleri daha önce de incelemiştim, belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak ise de ne yazık ki bu silahların çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz” diyerek TSK’nın kimyasal silah kullandığıyla ilgili yaptığı değerlendirmeyle başladı. Burada iki sıkıntılı konu var. Birincisi bir bilim insanı olarak, kendisine, taraflı da olabileceği bilinen kanallarca gösterilen görüntüler hakkında, “hakikaten de bu görüntülerin Kuzey Irak’taki TSK operasyonuna mı ilişkin olduğu yoksa başka bir yer veya tamamen bir kurguyla mı yapılmış olabileceğini” bilimsel olarak kanıtlanmadan bir değerlendirme yapmasıdır. Bir başka konu da, bu değerlendirmeyi TTB’nin başkanı sıfatıyla yapmış olduğu için değerlendirmeleri “bilimsel ve tarafsız” olarak kabul edilen TTB’nin bu özelliğine ilişkin algıyı bozarak siyasileştirmesidir. Ancak tüm bunlar, ne kendisini gözaltına alan bu iktidarın Türkiye’ye bu değerlendirmelerden kat ve kat fazla zarar veren “Açılım süreci”ndeki sorumluluğunu unutturabilir, ne de kendisine bugün çok da ciddi bir suçlama olmadan yapılan gözaltının aslında iktidarın TTB başta muhalif sivil toplum örgütlerini ve genel olarak muhalefeti susturmak için yürüttüğü bir politika olduğu gerçeğini yadsıtabilir.

 

GÖZLEM – Evine baskın yapılması da dahil böyle bir gözaltının, Avrupa başta, dünyadaki yankıların nasıl olacak ve Türkiye olarak nasıl karşılayabileceğiz?

K – Avrupa yine bu konuya, Türkiye’nin diğer konularda olduğu gibi terörizmle olan mücadelesine karşı –terörist gruplara yaptığı yardımları ve destekleri de görmezden gelerek– Türkiye’yi köşeye sıkıştıracağı bir koz olarak bakacaktır. Avrupa veya daha geniş anlamda Batı, Türkiye’nin, Atatürk öncülüğünde çağdaş ülkeler seviyesine ulaşmak için başlattığı, Avrupa’nın başlangıç değerlerine uygun ve dünyada barış arzulayan Atatürkçü politikalarına karşı çıkmaya başladığından bu yana ve karşı çıktığı ölçüde bana göre samimiyetini kaybetmiş ve rol model olarak bakılacak bir medeniyet olmaktan çıkmıştır. Açıkçası Batı’nın bu konuya nasıl baktığı ve hangi “yaptırımları” uygulayacağı beni sadece buradaki iktidarın uygulamalarını daha demokratikleştirmeye yönelteceği ölçüde ilgilendiriyor. Ancak bu “ölçü”nün de çok yüksek seviyelerde olmadığını, bu iktidar ile Avrupa ve/veya Batı arasında bir “danışıklı dövüşün” sürdüğünü tecrübeyle öğrendik ve biliyoruz.

 

GÖZLEM – Cumhuriyet’in 99’uncu yıldönümünü kutlayıp, 100’üncü yılına girerken, AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal’ın “Cumhuriyet ve Dil Devrimi” konusundaki konuşması konusunda görüşünüz?

K – Ellerinde değil, fıtratlarında var, her vesileyle, hele hele iktidarın ellerinin altından kayıp gittiğini gördükçe ağızlarının altındaki baklayı çıkartıveriyorlar. Mahir Ünal’ın “Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. … Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünce setlerimizi yok etmiştir” sözlerine en güzel yanıtlardan birini İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener verdi: “Ak Parti’nin bir Grup Başkanvekilinin her cümlesi ayrı bir patolojik vaka olan açıklamasını gördük. Rezalete bakar mısınız? Bu sözde entelektüelin hezeyan dolu tespitlerine bakar mısınız? İşte size ‘Keşke Yunan kazansaydı’ diyen ucube bir zihniyetin ortaya çıkışı. Biz ezelden beri Türkçe konuşuyoruz muhterem, yani Cumhuriyet ile birlikte bizim dilimiz değişmedi. Sadece alfabemiz değişti, kültürümüzün gelişimindeki en önemli adımlardan biri oldu. Türkçe düşünemiyor musun? O senin kapasite problemin. Yuh olsun, yazıklar olsun, 20 yıl boyunca yapamadıklarını giderayak yapmak için çabalıyorlar. Ancak Cumhuriyet’i kuranları kötüleyip, vatanı satanları yüceltenlerin, hürriyetin tarihini beğenmeyip, istibdadın tarihini yazma heveslerinin ardında ne yattığını da çok iyi biliyoruz. Onların sahip olmayı düşündükleri o düşünce setinin; Cumhuriyet düşmanı, Atatürk düşmanı, Türkçe düşmanı, Türk düşmanı ve öz kültürüne yabancı, gayri milli bir düşünce seti olduğunu da, çok, ama çok iyi biliyoruz. İşte o nedenle, aslında bugünkü mücadele; Ak Parti ile İyi Parti mücadelesi değildir. Bugünkü mücadele; Vahdettin’in gemisine binenlerle, Mustafa Kemal’in büyük vizyonunun peşinden gidenlerin mücadelesidir…” Mahir Ünal’ın bu sözleriyle sadece muhalif kesimi değil, sadece MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve diğer milliyetçileri değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kızdırdığı da biliniyor. Ancak Erdoğan’ın kızgınlığı Ünal’ın rol çalmasından kaynaklanıyor.

 

GÖZLEM – Ünal’ın “büyük tepki alan” sözlerine rağmen, “Meclis Grup Başkan Vekilliğine devam etmesini” nasıl yorumluyorsunuz?

K – Onu o görevden alacak tek kişi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dır. O da iki sebeple bunu yapmaz. Birincisi Erdoğan’ın da fikirleri hiç şüphesiz Ünal ile aynı paralellikte. Vahdettin’i, Abdülhamit’i sınırsızca savunması, Atatürk ve onunla birlikte İnönü’ye sarfettiği “iki ayyaş” ifadeleri, Türklük yerine her zaman ümmet birliğini öne çıkarması bunların çok basit ilk akla gelen göstergeleri. İkinci neden ise Ünal’ı görevden alırsa, AKP tabanında bulunan Cumhuriyet, Atatürk karşıtı “dinci” kesimleri rahatsız eder, bunu; kutuplaşmayı, gerginliği arttırarak sağlamaya çalıştığı saflaşmayı bozacak bir hamle olarak görür. Ama tabii ki gerçek nedenler bu olsa da, çevresine göre Ünal’ı görevden almamasına gerekçe olarak seçim sürecinde deneyimli bir grup başkanvekilini görevden almanın yanlış olacağını, bir başka deyişle “dereyi geçerken at değiştirmemenin gerektiğini” gösteriyor.

 

GÖZLEM – Ayasofya’nın “cami olarak açılış töreninde “Reisül Kurra vekili” olarak yaptığı konuşmada “Ayasofya’yı müze yapanları kafir ve zalim olarak niteleyip, lanetleyen” ve “lanet okuyan” Demirkan için, Dianet Başkanlığı “o artık mensubumuz değil, emekli oldu” demişti. Ne var ki, Çatalca’da yapılan “yeni hafızların icazet törenini de ‘Reisül Kurra’ olarak o yönetti” ve önündeki masaya Türk Bayrağı serildi. Bayrak Kanunu’na göre “Türk Bayrağı “resmi törenler dışında masalara, kürsülere örtü olarak serilemezdi”; Kaymakam’ın, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı’nın, bir Merkez Valisi’nin, İstanbul Müftü yardımcılarının, muhtarların, İsmailağa Kuran Kursu Genel Müdürü’nün de katıldığı ve beraberce fotoğraf çektirdikleri tören konusunda görüşünüz?

K – Bu tür görüntülerin hiç birisi, şayet, eskiden olduğu gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan izin vermese gündeme gelmez, gerçekleşemezdi. Şimdi gerçekleşmesinin en önemli nedeni, iktidarının elinin arasından kaymakta olduğunu gören “iktidarın” hem safları sıkı tutarak, kendi tabanından muhalif cephedeki “gerçek dindar” seçmeni hedefleyen partilere geçişi engellemek, hem de can havliyle bu son dönemde fıtratlarında olan eğilimleri hayata geçirerek bir açıdan “tatmin” olmak. İktidarın gittiğini gördükçe hırçınlaşıyorlar ve hedeflerindeki ülkeyi biraz olsun yaşayabilmek, Türkiye’yi biraz olsun değiştirebilmek adına ellerinden geleni artlarına koymamaya çalışıyorlar.

 

GÖZLEM – 2012- 19 yılları arasında, sosyal medya hesaplarından “Atatürk’ü sevmiyorum diyorum. Bu ülkeyi Atatürk kurtardı diyorlar. Bu ülke batmıyordu ki zaten ne güzel Osmanlı yönetiyordu… Anlamadığım kim Ata, 600 yıl dünyanın yarısı kadarını yöneten Osmanlı ecdadımı yoksa daha yüzyıl bile olmamış Cumhuriyeti kuran insan mı? / Gerçek Müslüman Atatürk’ü sevemez. Seviyorsa ya ahmaktır ya sahtekar” paylaşımları yaptığı, “FETÖ’yü övdüğü ve 18 yaş altı evliliğini savunduğu” ortaya çıkan bir kişi, “paylaşımları gazetelerde haber olduğu, tekzip edilmediği” halde, hâlâ Kredi Yurtlar Kurumu’nun bir ilçedeki yurdunda müdürlük yapmaya devam ediyor. Ne diyorsunuz?

K – Bence böyle düşündüğü ve yaptığı halde değil, böyle düşündüğü ve yaptığı için bu göreve getirilmiştir diye düşünüyorum. Ortaya çıkmış olması, eğer yeterince rahatsızlık yaratmış olsaydı, görevden alınırdı ama onun da işte söylediğim gibi, iktidar tarafından olumsuz yanı var. O da bir arada tutmayı hedeflediği kendi tabanına yanlış bir mesaj vermek.

 

GÖZLEM – Rus ve Katar “dolar” destekleri ile kışın geçirilmesi ve seçimlere “doları dengede, enflasyonu düşmüş” bir ekonomi ile ulaşılabilinmesi mümkün olacak mı?

K – Doları dengede bir ekonomi daha mümkün. Enflasyonun ciddi biçimde düştüğü, geçim sıkıntısının sonlandığı bir ekonomi mümkün değil. Yılsonuna kadar doların 20 lirayı geçmesi, belki seçimlere kadar 22 TL civarında tutulması bu şartlarda olasıdır. Ancak her ne kadar 2021 Aralık ve 2022 Ocak aylarındaki yüksek aylık enflasyon oranlarının enflasyon hesabından çıkmasıyla enflasyon bir ölçüde düşecek gibi görülse de, yapılacak seçim yatırımları enflasyonu yine azdıracak ve bununla beraber geçim sıkıntısı da kendisini ciddi biçimde hissettirmeye devam edecektir. Bu durumda mesele döviz krizinden çok, enflasyona ve geçim sıkıntısına dönük yaşanacak.