Demokrasi, İngiltere, istifa…

Son günlerde ani ve hızlı istifasıyla gündemde olan artık “eski” İngiltere Başbakanı Liz Truss, 6 haftalık yönetim sürecinin sonlarına doğru “beğenilme oranını eksi 70’lere taşımayı” başarmıştı. Böyle devam ederse, “İngiliz halkı arasında ortalama popülaritesi -84 olan” Rusya Başkanı Vladimir Putin’i geçecekti…

Buna mahal vermeden Truss istifasını verdi. Peki, 6 haftada bu kadar hızlı bir karara sebep olan hata ve yanlışları nelerdi?

NY Times olayı kısaca şöyle özetliyor: “47 yaşındaki Truss, vergi kesintisi gündemi, Muhafazakar Parti’nin isyankar milletvekilleri ve kendisini veya politikalarını desteklemeyen hükümeti ile artık İngiltere’yi yönetemeyeceği sonucuna vardı. Ve şimdi, İngiliz tarihinin en kısa süre görev yapan başbakanı olarak görevden ayrılıyor.”

Sadece 44 gün önce halkı selamladığı 10 Downing Caddesi (Başbakanların evi)’nde yaptığı açıklamada Truss, “Durum göz önüne alındığında, Muhafazakar Parti tarafından seçildiğim görevi yerine getiremeyeceğim” dedi.

Truss, “Muhafazakar Parti yeni bir Başbakan’ı seçene kadar görevde kalacağını” söylerken, eleştirmenlere göre bu durum, “hem morali bozuk, hem de derinden bölünmüş” bir partide Başbakanlık yarışı için çekişmeli bir mücadeleyi tetikleyecekti. Muhtemel adaylar arasında, “bir dizi skandalla görevi bırakmak zorunda kalan” bir önceki Başbakan Boris Johnson da vardı.

Ne var ki, Boris Johnson, partisinde “aday olabilmesi için yeterli desteği bulamayınca”, ortada “Adayım” diyen “Boris Johnson’un Maliye Bakanı “Hint asıllı” Rishi Sunak, diğer aday Penny Mordount ‘Sunak’ı destekleyeceğim’ diyerek adaylıktan çekilince, “tek aday olarak” kaldı ve “seçim bile yapılmadan” İngiltere Başbakanı oldu; 32 yaşındaydı ve  “İngiltere’nin en genç başbakanı” unvanını da aldı.

Bu kadar kısa zamanda iş başında “3 başbakan gören” halk ise halen umutsuz. İngiliz bir gaz mühendisi olan Cristian Cretu, “Ekonomik kriz, gıda krizi içindeyken, göreve gelen 3’üncü başbakanın bir fark yaratacağını sanmıyorum.”

Truss’un itibarı, yeni atanan şansölyesi Jeremy Hunt’ın “hükümetin Truss’ın vergi tekliflerinin geri alacağını duyurduğu günden beri” zaten sallantıdaydı.

Ekonomide yapılan hatanın çizelgesini Washington Post şöyle verdi:

“Truss, Muhafazakar Parti üyeleri tarafından Boris Johnson’ın yerine lider olarak seçildikten sonra 6 Eylül’de başbakan oldu. İlk iki haftası Kraliçe II. Elizabeth’in ölümünü içeriyordu ve ülke bir yas dönemine girerken siyasiler bir bakıma ‘sessize’ alınmıştı.

 Ancak 23 Eylül’de Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng ‘geri döndürülemez’ ve ‘son derece yanlış’ bir adım attı: Herhangi bir uyarıda bulunmadan, ‘ülkenin ekonomik stratejisinde önemli bir değişikliği’ açıkladı ve ‘en yüksek gelirliler ve en büyük şirketler için vergileri kesme’ sözü verdi; hiçbir ödeme planı olmadan…

Neredeyse anında, İngiliz sterlinin değeri çöküş yaşadı ve akabinde Birleşik Krallık Merkez Bankası faiz oranlarını yükseltmek zorunda kaldı. İpotek almanın maliyeti yükseldi. Zaten rekor seviyelerde olan enflasyon, Muhafazakar Parti’nin mali sorumluluk konusundaki itibarını azaltarak yaşam maliyetini daha da artırdı.

Brexit’i benimseyerek Muhafazakarlara çekilen bazı işçi sınıfı seçmenleri, partinin yalnızca finansal seçkinlerin çıkarlarını temsil ettiğine dair bir düşünceye kapılarak partiden uzaklaştı.”

Bunlarla beraber Truss’un kısa yönetme sürecinde üç üst düzey yetkili istifa ederken, bakanların yarısı da bir hafta içerisinde görevlerini bıraktı.

Ve hepimizin bildiği sonuç geldi; Truss istifa etti. Sorumluluk alıp, görev bilincinde olarak “demokrasilere yakışan” şekilde.

Loading