Sansür yasası, daha kötüyü, fısıltı gazetelerini getirecek

Gazeteci yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili görüşlerini cevapladı. Kışlalı, Türkiye’nin seçim süreciyle ilgili Financial Times’te yer alan değerlendirme, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimleri kazanmak için yapacağı harcamalar, yürürlüğe giren “Dezenformasyon” yasası, Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’na “Karşımda aday ol, gel vizyonlarımızı tartışalım” anlamında meydan okuması, Amasra’da meydana gelen maden kazası ve sonrasında yaşanan gelişmeler konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

********

GÖZLEM – Financial Times, “500 milyar dolarlık devlet desteği vaat edilerek başlatılan ‘Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük sosyal konut projesini’ örnek göstererek, Erdoğan’ın seçimi kazanmak için ‘Büyük bir harcama çılgınlığı’ yapacağı” ifadesiyle bir makale yayınladı. Dergiye konuşan King’s College London’da finans profesörü olan Gülçin Özkan, “Geçmişte yaptıklarından farklı olarak, ellerinden gelen her şeyi yapmalarını bekliyorum çünkü bu çok riskli bir seçim. Finansal paketin boyutu veya kredi garantilerinin boyutu açısından hiçbir şey beni şaşırtamaz” dedi. Siz ne diyorsunuz?

K – Erdoğan büyük bir harcama çılgınlığı yapacak. Son dönemdeki gelişmeler, Kılıçdaroğlu’nun önerilerinden sonra atılan adımlar ve konut projesi, Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) konusunda atılacak adımlar gibi çok büyük maliyetleri olacak projeler bu “harcama çılgınlığı”na dönük bir dönem yaşanacağının habercisi. Ancak bu projeleri ve harcama çılgınlığı dönemini de, bu projelerin büyüklüğü oranında enflasyonun ve geçim derdinin boyutlarının artacağı dönemlerin izlemesi kaçınılmaz. Erdoğan’ın güvendiği zamanlama. Büyük projelerin enflasyonu sıçratmasına kadar geçecek zamanda, dar gelirli kesimin gelir düzeyini görece de olsa yüksek tutmaya dönük emekli-memur aylıklarının ve asgari ücretin ciddi biçimde arttırılması gibi önlemleri devreye sokmak ve seçimlere kadar zaman kazanmak istiyor. Tabii ki bu maaş artışları da, kaynağı olmadığı ve para basarak karşılanacağı için, enflasyonu daha da sıçratacak. Ancak Erdoğan hesabı, seçimlere kadar geçecek zamanda bunun hissedilmeyeceği üzerine kurulu. Sayın Özkan’ın “Finansal paketin boyutu veya kredi garantilerinin boyutu açısından hiçbir şey beni şaşırtamaz” sözlerine sonuna kadar katılıyorum. Bu süreçte bu projelerle beraber, dar gelirli kesimin gelir artışını sağlamak için kullanacağı neredeyse tek yöntem “para basmak”. Burada mesele bu yöntemin yani para basmanın sonuçlarının ülkeyi enflasyonist bir krize; borç veya döviz krizine götürerek veya en azından ciddi bir kötüleşmeye neden olarak ülke insanının sözde “iyileşmeyi” hissetmeyeceği bir ortama neden olup olmayacağı. Eğer atılacak tüm adımlara karşın ekonomik kriz derinleşmeye devam ederse, atılan tüm bu adımlar iktidar açısından tam tersi bir tepki yaratabilir.

 

GÖZLEM – Makalede, İstanbul merkezli danışmanlık GlobalSource Partners analisti Atilla Yeşilada’nın “Harcama çılgınlığı Erdoğan’ın popülaritesinde ‘geçici artışlara’ yol açsa bile, bunun sonunda enflasyonu ve ithalat talebini körükleyerek geri tepeceği, bunun da TL’nin önemli bir düşüş yaşadığı Aralık 2021’de görülen türden yeni bir para birimi krizine neden olacağı” görüşüne yer verildi. Yeşilada dergiye “Erdoğan’ın bu kadar para harcamasıyla enflasyonun yükselmemesi ve dövizin sabit kalması bir mucize olur” demişti, sizin görüşünüz?

K – Atilla Yeşilada’nın ifadelerinde yer verdiği bir döviz krizi, bu krizin daha da büyüyerek bir borç krizine dönüşmesi, yani ülkenin iflasına gidecek bir yola girmesi hep olasılık dahilinde. Bu büyüklükte para harcamak ya bir kaynak bularak olur ki Türkiye bu noktayı çoktan geçti, ya da uzun zamandır yapılmakta olduğu ve sonucunun enflasyonun çılgın artışıyla görüldüğü gibi para basarak olur. İktidar bu harcamaları büyük ölçüde para basarak yapacağı için bunun sonucu kaçınılmaz olarak enflasyon olacaktır. Enflasyon da bir ülkenin para biriminin değerinin diğer ülkelerin para birimlerine karşı, bu ülke parasına uygulanan faiz oranı arındırıldığı kadar değer kaybetmesine yol açar. Enflasyon diyelim ki TÜİK’in dediği gibi yüzde 80’lerde. Eğer Türkiye’de faizler de bu seviyede olsaydı, ticaret açığı, turizm gibi diğer etkenleri bir tarafa bıraktığınızda, TL’nin döviz karşısındaki değeri görece sabit kalabilirdi. Ancak TL’ye enflasyonun çok altında faiz verirseniz, enflasyona göre görece daha yüksek faiz alan döviz birimleri TL’ye karşı değer kazanacaktır. Dolayısıyla iktidarın bu harcamalarının bir doğal sonucu enflasyon ise, diğer sonucu da döviz kurunun değer kazanması olacaktır. İktidar bunu kur korumalı mevduat gibi garip yöntemlerle dizginlemeye çalışıyor, onun için döviz artışı enflasyonun biraz altında. Ancak eninde sonunda bu yöntemlerin neden olacağı daha yüksek enflasyon döviz kurunun yükselmesine ve belki de ülkenin döviz kaynaklı bir kriz içine girmesine neden olacak.

 

GÖZLEM – Financial Times makalesinde “Erdoğan’dan seçimi kazanmak için çok büyük harcama projesi” iddiasını ortaya atarken, Türkiye’de gazetelerde “şu haber” çıktı; “Memurun fazla mesai ücreti yıl başında yüzde 100 artışla 5 lira 40 kuruşa çıkacak. Bu bugünün bir simit parası, ancak yeni yılda iğneden ipliğe zam geleceği için fazla mesai ücreti, o günlerin 1 simidine bile yetmeyecek.” Yorumunuz?

K – Yetmeyecek ama Erdoğan “Yine de yaparsak biz yaparız” algısı yaratmak ve dar gelirli kesime çare olarak kendisini ve AKP’yi adres göstermek istiyor. Amacı da böyle bir algıyı en azından seçime kadar götürmek. Şimdi eğer yeni yılda asgari ücret algısı yaratılmaya çalışıldığı gibi “Asgari ücret 10 bin liranın üzerine çıkarsa ve memur-emekli maaşları yıl başındaki enflasyonun daha da üzerinde bir oranla arttırılırsa”, bu durum iktidara seçimlere kadar zaman kazandırır mı? Ben bu projelerin yaratacağı enflasyonist baskının, şayet bir krize yol açmasa bile, ülkede “olumlu” bir hava oluşmasına imkân vermeyecek kadar kısa sürede, örneğin yeni yılın ilk 2-3 ayında yeniden etkisini hissettireceğini ve arada ücretlere, bazılarının ifade ettiği gibi yeni bir zam yapılsa bile, topun seçimlere kadar döndürülemeyeceğini yani geçim sıkıntısından kaynaklı olumsuzluk havasının önüne geçilemeyeceğini düşünüyorum.

 

GÖZLEM – “Dezenformasyon” diyerek “sansür yasası çıkarıp” uygulamaya koydular. Bu tip yasaklamaları “Türk medyası” 14 Mayıs 1950’deki seçimle Demokrat Parti’nin iktidara geldiği günlerden, ülkenin “gerçek demokrasiye geçişinden beri” yaşadı, şimdi de yaşayacak. Ama hâlâ öğrenemedik ki, “bu yasaklar, ortaya ‘kulaktan kulağa fısıltı gazetelerini’ çıkarır ve “dezenformasyonu yasaklamaya çabalarken” , fısıltı gazeteleri çok daha beter “yalan haber” kaynakları hâline gelir. Sansür Yasanının Resmi Gazeteye yayınlandığı gün, RTÜK, “TELE 1 ekranlarının tümüyle 3 gün karartılmasına” karar verdi. Nereye gidiyoruz?

K – Söylediklerinize katılıyorum. İktidar tarafından iktidarlarını korumak için çıkartılan bu tür düzenlemeler adeta “sonun başlangıcının” da habercisi oluyorlar. İktidarın Meclis’ten geçirdiği son Sansür Yasası’nın “belirleyici uygulama” merciinin, iki haftadır “Dezenformasyon Bülteni” adı altında düzenli olarak yaptığı “Haftanın Yalan Haberleri” açıklamalarıyla Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı olacağı ortaya çıkmış oldu. Türkiye’nin önde gelen ceza hukukçularından İstanbul Barosu eski Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocasakal, hafta içinde Sözcü’ye verdiği söyleşide, bu durumun kanunsuzluğunu “Hiç kimse veya hiçbir organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Bu ülkede suçu takip etme görev ve yetkisi kime ait, yargıya ve onun bir parçası olan ‘savcılığa’ ait. Peki kararnameyle oluşturulmuş bir İletişim Başkanlığı bu yetkiyi nereden alıyor? Görevleri arasında “medyayı ve sosyal medyayı takip etme” yok. Sizin teşkilatınız ‘İletişim Başkanlığı’ yerine ‘Medya ve Sosyal Medyayı Takip Başkanlığı’ mı?” sözleriyle çok güzel bir şekilde ifade etti. Ancak bu durum, iktidar açısından bakıldığında gayet mantıklı bir yönteme işaret ediyor. Cumhurbaşkanı’na ülkeyi yönetme açısından en yakın ve en önemli konumda olduğu konuşulan iki-üç kişiden bir tanesinin başında olduğu Başkanlık, her hafta 10-15 belki 20 haber-yorumu belirleyerek “Bunlar dezenformasyondur” diyecek ve “ilgili” savcılıklar ve mahkemeler hızla bu yönde adım atarak, söz konusu yasanın 29. maddesi gereği bu belirlenen “haberci-yorumcuları” 3 yıla kadar hapis cezasıyla yargılama yoluna gidecekler. Bu durum sizin de bahsettiğiniz gibi hem fısıltı gazetelerini, hem de yurt dışı kaynaklı, belki çoğu hakikaten dezenformasyon içerecek haber kaynaklarını harekete geçirecek. İsteyen, arayan, hatta merak eden yine herşeyden haberdar olacak. Onun da ötesinde bana göre bu durumun yaratacağı mağduriyet artık son noktada iktidara varsa hâlâ gönülden inanan gerçek dindar ve milliyetçilerin de bu “inanç”larını sorgulamalarına neden olacak. Bu Sansür Yasası, eğer hedefledikleri gibi uygulanırsa, sadece kararsız seçmenleri değil, iktidara hâlâ inanan samimi dindar ve milliyetçilerin de fikirlerini değiştirmelerini sağlayacak. Belki de ülkenin bu yanlışlıkları, hukuksuzlukları, haksızlıkları görmesi, görerek öğrenmesi ve içselleştirmesi için uzun süredir olduğu gibi yine belli kişi ve kesimlerin bu bedelleri ödemesi gerekecek.

 

GÖZLEM – Türk siyasetinin zirvelerinde nedense bol bol “olmayacak duaya ‘amin’ denilen” meydan okumalara çok rağbet var. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Karşımda aday ol, gel vizyonlarımızı tartışalım” anlamında meydan okudu. Kılıçdaroğlu da “Hemen gel, seçeceğin bir TV kanalında vizonlarımızı tartışalım” anlamına gelen bir “meydan okuma” cevabı verdi. Sizce bu meydan okumalar kime yarıyor?

K – Kimseye yaramıyor onun yerine her iki kesime de zaman kazandırıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan kesinlikle Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıkamaz. Çünkü çıktığı anda, konuşacaklarından, söyleyeceklerinden bağımsız olarak “karizmayı” çizdirmiş, Kılıçdaroğlu ile “aynı, eşit” bir mecrada karşı karşıya gelerek onunla aynı “konumda” olduğunu kabul etmiş ve böylelikle kendi seçmeni gözünden icraatlarındaki tüm başarısızlıklara karşın hâlâ rağbet görmesine neden olan “kişisel özelliklerinden ve karizmasından” vazgeçmiş olacak. Öte yandan Kılıçdaroğlu da ısrarla “seçim tarihi resmen iktidar tarafından açıklanana kadar” adaylığını açıklamaktan imtina ediyor. Bu süreci “ürkek ve kendine güveni yok” algısı yaratacak şekilde öteliyor.

 

GÖZLEM – Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “orman yangınları / seller / maden kazaları gibi ‘büyük can ve mal kayıplarına sebep olan’ olaylarda “fıtrat / kader gibi’ açıklamalarla ‘dini ve ilahi söylemlere başvurması” sosyal medyada da, muhalefet cephesinde de, muhalif basında da sert tepkilere sebep oldu. Görüşünüz?

K – Erdoğan burada kendisi gibi “duyarsız” ve “acımasız” olan “bir kesim” tabanını bir arada tutmayı hedefliyor. Eğer onun yerine çıkıp “Bu kabul edilemez, sorumlularını bulacağız” dese, bu bahsettiğim seçmen kesimi açısından “Suçun kabulü” gibi kabul edilir ve kendisinin “her konuda haklı ve doğru olduğu” algısı sorgulanır hâle gelirdi. Cumhurbaşkanı’nın, kendisinin sorgulanmasına neden olacak bir öz eleştiriye başvurması düşünülemez, çünkü psikolojik olarak bu durum seçmen kitlesinin kendisini sorgulamaya ve kendisinden uzaklaşmaya başlamasına neden olur. Bundan dolayı konu ne kadar büyük, acı ve açık olsa da, Erdoğan’dan, neredeyse hiçbir zaman “Bu konuda bizim de şöyle bir hatamız var, bunu da şöyle düzelteceğiz” şeklinde bir açıklama bekleyemezsiniz. Bunu bekleyemeyeceğiniz gibi, icraatında “sorumluluğu” bulunan “yol arkadaşı” olduğu kişileri “harcamasını” da bekleyemezsiniz. Aynı bu süreçte, 7 Ocak 2013’de Kozlu madeninde 8 işçinin hayatını kaybettiği kazada “ölüme sebebiyet vermekten tali kusurlu” bulunan dönemin müessese müdürünü, Amasra’daki son kazada 41 işçinin hayatını kaybettiği Türkiye Taş Kömürü Genel Müdürlüğü’ne genel müdür olarak atamasında olduğu gibi. Burada da, bu kadar büyük bir kaza olduktan sonra, gerekli önlemleri almadıkları, belki ihmalleri bulunduğundan dolayı hiç bir kurum yöneticisinin ve çalışanının aradan geçen 10 güne rağmen suçlanmaması, görevden alınmaması bunu gösteriyor. 80, 90 yaşında generaller hiçbir yetkiye ve güce sahip olmamalarına karşın olmayacak suçlamalarla yıllarca tutuklu tutulurken, 41 kişinin ölümüne yol açan ihmallerden, eksikliklerden kimsenin sorumlu olmaması mümkün mü?

 

GÖZLEM – AKP Grup Başkan Vekili Meclis’teki konuşmasında, Bakanların “Bütün tedbirler alınmıştır” açıklamalarına karşılık, “Tedbirler alınıyor, ama böyle kazalar oluyorsa eksikler var galiba” dedi. Sonra, “Muhalefetin, benzer olaylarda verdiği ‘Meclis araştırma komisyonları kurulması’ yönündeki önergelerini MHP oylarını da alarak reddeden AKP grubu, “CHP, MHP, İYİ Parti ve HDP gruplarıyla ortak verdiği önerge ile ‘Amasra Maden kazasının bütün yönleriyle araştırılması için’ Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasının” önünü açtı. AKP’ deki bu “ani değişimin sebebi” sizce ne olabilir?

K – Erdoğan’a ve AKP’ye gönül veren bazı gerçek “dindar” ve “milliyetçi”lerin artık gözü açılmaya başlıyor. AKP içinde, belli kesimde büyük bir içsel sorgulama var. Bu kısmen vicdani, kısmen de “iktidarı kaybedersek bize ne olacak?” sorgulaması. Bunun işaretlerini sadece kulis haberlerinden, birebir anlatımlardan değil, kamuoyuna yansıyan “ufak tefek küçük olay ve haberlerden” de görüyoruz. Bu ani bir değişim değil. AKP içinde uzun dönemden beri ufak ufak kaynayan, ama Erdoğan’ın iktidarını bırakmamak için son dönemde iyice radikalleşerek attığı “mantıktan uzak otokratik adımların” katlayarak büyüttüğü bir “rahatsızlık” ortamı, kendisini gittikçe daha fazla hissettirmeye başladı.