Küresel adaletsizlik, otoriterliği besliyor

2022 Küresel Eşitsizlik Raporu’nun ortaya koyduğu gerçekler, küresel eşitsizliğin / adaletsizliğin büyüdüğünü ve bu durumun otoriterliği de besleyip büyüttüğünü ifade ediyor.

Veri açısından çok zengin bir dünyada yaşıyor olsak ta ne yazık ki zenginliğin paylaşımındaki eşitsizlik her geçen gün artıyor. Dünyanın dört bir yanında hükümetler her yıl ekonomik büyüme rakamlarını yayınlarlar; ancak bu rakamlar büyümenin halk tarafından nasıl bölüşüldüğü, yani ekonomik politikalardan kimin kazanıp kimin kaybettiği hakkında bilgi vermez. Söz konusu verilere erişim demokrasi açısından kritik öneme sahip olsa da iktidarlar genellikle milli gelirden en büyük payı kimin aldığını gizlemeye çalışıyor.

Küresel Eşitsizlik Laboratuvarı (World Inequality Lab) tarafından hazırlanan 2022 Dünya Eşitsizlik Raporu, dizginlenemeyen neoliberalizmin vardığı sonuçları gösteriyor. 100’den fazla ekonomist tarafından hazırlanan raporda, pandeminin küresel servette zenginin payını daha da yükselttiğini, eşitsizliğin rekor hızda arttığını gösteriyor. Türkiye, zenginin servetteki payının en yüksek olduğu ülkeler arasında yer alıyor.

Rapora göre; dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u küresel gelirin yüzde 52’sini alırken. Nüfusun en yoksul yarısı, bunun ancak yüzde 8,5’ini alıyor. Servet dağılımı rakamlarına bakıldığında, durum daha da çarpıcı. Küresel nüfusun en yoksul yarısı, toplam zenginliğin ancak yüzde 2’sini elinde bulundururken, en zengin yüzde 10, küresel servetin yüzde 76’sına sahip bulunuyor.

Bu çarpıcı gerçekler, birçok ülkede otoriterliğin tırmanmasına neden oluyor. Otokrasiyi savunan siyasal akımlar, partiler ve liderler güç kazanıyorlar. Uluslararası göç ve göçmen sorunu, bu süreci daha da tetikliyor. Yaşadıkları sorunların üstesinden gelemeyen geniş kitleler, çareyi otoriter anlayışlara sığınmakta arıyorlar! Peki, çıkış yolu nerede ve çözüm nasıl olmalı? Türkiye’de yaşanacak olası bir ‘demokratik değişim ve dönüşüm’; dünyaya yeni, farklı ve olumlu bir örnek sunabilir mi?

Türkiye eşitsizliğin en yüksek olduğu coğrafyada

Latin Amerika ve Türkiye’nin de bulunduğu Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi, dünyanın en adaletsiz coğrafyaları olarak öne çıkarken, bu bölgelerde toplam servetin yüzde 75’inden fazlası en zengin yüzde 10’luk kesimin elinde.

Rapor mevcut “milyarderler listeleri” gibi çalışmalara da atıflarda bulunuyor ve bu çalışmalardaki rakamların da eşitsizliğin rekor hızla arttığına işaret ettiğini teyit ettiği belirtiliyor. Forbes’un her yıl yayımladığı milyarderler listesine bu yıl rekor sayıda (2.755) yeni dolar milyarderi eklenirken, bu bireylerin toplam serveti de geçen yılki 8 trilyon dolardan 13,1 trilyon dolara çıktı.

Raporda, Türkiye’de nüfusun en çok kazanan yüzde 10’unun yıllık ortalama gelirinin, en az kazanan yüzde 50’lik kesiminin gelirinden 23 kat fazla olduğu belirtiliyor. Bu büyük bir uçurum. En üstteki yüzde 1 nüfus toplam gelirin yüzde 18.8’ini alıyor. Türkiye’de, çalışanların yüzde 40’ından fazlasının asgari ücret ile çalıştığı da belirtiliyor. Rapora göre, Türkiye’de nüfusun en alttaki yüzde 50’lik kesimi milli servetin sadece yüzde 4’üne sahipken nüfusun en üstteki yüzde 10’luk kesimi milli servetin yüzde 67’sine sahip bulunuyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2020’inin ilk yarısında işgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı yüzde 36.8, 2021’in ikinci çeyreğinde yüzde 32.6 iken bu oran 2022 yılı aynı döneminde yüzde 25.4’e düşmüş görünüyor. Büyümeye rağmen, ücretlilerin milli gelir büyümesinden aldığı pay giderek azalıyor.

Yoksulluk derinleşiyor

TÜİK tarafından yapılan 2021 “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması”, toplumun yüzde 27.2’sinin maddi yoksunluk içinde olduğunu, toplumun yüzde 13.8’inin ise sürekli yoksulluk içinde olduğunu gösteriyor. Türk-İş’in eylül ayı araştırmasında, Türkiye’de dört kişilik bir ailenin sadece aylık beslenme masrafı olan açlık sınırının 7.245 lira olduğunu, beslenme, eğitim, sağlık ve barınma gibi temel masraflarının karşılığı olan yoksulluk sınırının ise 23.600 lira olduğunu gösteriyor. Bu durumda Türkiye’de çalışanların yarısının açlık sınırının altında, büyük bir kısmının ise yoksulluk sınırının altıda yaşadığını söyleyebiliriz. Üstelik TÜİK rakamlarına göre bile geniş tanımlı (atıl) işsizlik oranı, temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 2 artmış durumda.

*******

“KÜRESEL EŞİTSİZLİK SÖMÜRÜ DÜZENİ OLURKEN”

Hüsnü Erkan (Prof. Dr.) –  Dünya Eşitsizlik Raporu 2022 verileri açıklanmış bulunuyor. Bu verilere göre Dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’luk kesimi dünya gelirinden yüzde 52 pay alıyor. Üstelik gelir yerine servet dikkate alındığında bu kesimin payı yüzde 76’ya fırlıyor. Aksine dünya gelir ve servet dağılımına yoksullar açısından bakıldığında, dünya nüfusundaki yüzde 50’lik yoksul kesim, dünya gelirinden sadece yüzde 8,5’lik bir pay alabilmektedir. Aynı yüzde 50’lik yoksul kesimin dünya servetindeki payı ise sadece ve sadece yüzde 2 düzeyinde kalıyor.

Kısacası Dünya ölçeğinde gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlik inanılmaz boyutlara ulaşmış bulunuyor. Böylesi bir eşitsizlik, “Vahşi kapitalizmin sömürgecilik döneminde” gözlenen bir uçurumdu. Şimdi de “Vahşi küreselleşmenin yeni Sömürgecilik” döneminde yeniden yaşıyoruz. Ancak bana göre, bu iki sömürgecilik dönemini bir birinden ayıran ince bir nokta var. Vahşi kapitalizmin sömürgeciliği, sanayileşmeyen ülkelerin doğal kaynak ve ham maddelerine el koyma şeklinde yaşanan bir sömürgecilik uygulaması ve feodal zihniyetin devamı idi. Sanayileşmiş uluslar, sanayileşmeyen ulusların doğal kaynaklarına ve servetlerine zoraki el koyuyor ve onları keyfice işletiyordu.  Günümüzün vahşi küreselleşmesi ise, doğal kaynak ve servetleri daha rafine yollardan kontrol etmeye devam etmektedir. Ancak asıl işlev olarak gelişmekte olan ülkelerin entelektüel sermayesini daha ucuz ücretle, kişisel düzeyde, beyin ve bilgi sömürüsünü ekleyerek sürdürmektedir. Rapora göre gelir ve servet eşitsizliğinin en çok arttığı ülkelerin başında ABD, Rusya ve Hindistan başı çekiyor. Daha dengeli bir gelişme ise Avrupa ve Çin’de gözleniyor.

Kanımca Avrupa’da uygulanan sosyal piyasa ekonomisi ve Çin’in kontrollü piyasa ekonomisi bunu sağlıyor. ABD’deki dengesizlik ilkel liberalizm ve vahşi kapitalizm uygulamasının devam ettirilmesinden kaynaklanıyor. Rusya ise, sistem içinde yaratığı oligarklar nedeniyle; Hindistan ise kontrolsüz ve aşırı nüfus yoğunluğu nedeniyle bu durumu yaşıyor. Etkin ve işlevsel demokrasi sağlayamayan MENA ülkeleri ile Güney Amerika ülkelerinde de aşırı adaletsiz bir gelir ve servet dağılımı yaşanmaktadır.  Yaşanan bu durum ve ülkeler arasındaki farklılıklar, konunun tamamen uygulanan siyasi tercihler ile bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de de iktidarın uygulamaları nedeniyle, gelir ve servetin sosyal kesimler arasında el değiştirmesi ve orta tabakanın erimesi ile ilgili olduğu gözlenmektedir.

Adaletsiz gelir dağılımı nedeniyle yaşanan yoksullaşma süreci, yoksul kesimlerde belirsizlik, çaresizlik ve panik yaratır. Bu durum çaresiz insanları ve kitleleri, üst otoriter güçten medet umma ve himayesine sığınma arayışı ile muhafazakâr ideolojilere yönlendirir. Tarihte zor durumda ve dönemde kalan çaresiz insanlar, bilinçli davranmak yerine, geçmişten gelen değer ve alışkanlıklar nedeniyle duygusal olarak muhafazakâr ideolojilerde sığınma aramışlardır. Bugünkü gelir dağılımındaki bozulma da, bu tarihsel ve duygusal eğilim nedeniyle, muhafazakâr ve otoriter siyasi yönelimlere güç kazandırıyor. Özellikle din ve milliyetçilik temelli muhafazakâr ideolojiler giderek güç kazanırken, otoriter eğilimli iktidarlar da daha yaygınlaşıyor. Zira yığınların çaresizlik zaafını, kontrolde tutmak için üst otoriteler daha da otoriter yöntemlerle, sistem ve düzeni korumak için giderek daha çok otoriteye yöneliyor. Günümüzde de çoğu ülkede bu durum yaşıyor. Zira kitleler bilinç ve akılla değil duygularıyla davranır ve tepki verir. Tarihinin en zor dönemini yaşayan Türk milleti, geleneksel muhafazakâr otorite yerine, Mustafa Kemal’in akıl ve dehası ile zor süreci bilinçle ve bilimle yönetmiş, vahşi emperyalizmi dize getirerek ve tüm dünyaya örnek olmuştur.

Altılı Masa’da yer alan 6 farklı siyasi tutum, duygularına, muhafazakâr ideolojilerine ve kişiselliğe yenik düşmek yerine,  bilgi toplumunun ağ-sistemi ve ağ bütünselliğine dayalı sosyallik, çoğulculuk, uzlaşma ve işbirliği içeriğini, akıl, bilim, bilinçle yönetmesi ve uygulaması durumunda, dünyaya yeni bir örnek sunma şansını yine Türk milletine kazandırabilirler.

*******

“NEOLİBERALİZM VE OTOKRASİ, BİRBİRİNİ BESLEYİP BÜYÜTÜYOR”

Mehmet Şakir Örs (Gazeteci/ Yazar) – Küresel kapitalizmin ve neoliberal politikaların yönetim krizi giderek derinleşiyor. Son günlerde Fransa ve Almanya gibi ülkelerde kitleler hareketleniyorlar ve sokağa çıkıyorlar.2022 Küresel Eşitsizlik Raporu, bu bağlamda ilginç ve çarpıcı veriler ortaya koyuyor. Özellikle pandemi dönemi sonrasında ve savaşın olumsuz etkileri altında; küresel planda; eşitsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk makasının daha da açıldığını gösteriyor. Açlık, yoksulluk, işsizlik, sosyal güvencesizlik gibi güncel ekonomik sosyal problemler, geniş kitleleri alabildiğine etkiliyor. Birçok ülkede, düşük gelire sahip temel sosyal sınıflar ve emekçi kesimler, bu sorunlarla baş etmekte zorlanıyorlar.

Ekonomik sorunlar sosyal problemleri de tetikliyor. Buna koşut olarak uluslararası göç hareketleri ve göçmen sorunu büyüyor. Bu durum, emekçiler ve emeğiyle geçinmek zorunda olanlar arasında ayrışmalara/kutuplaşmalara neden oluyor. Bütün bu gelişmeler, popülist ve otokratik siyasal eğilimleri de körükleyip tırmandırıyor. Bir anlamda, çöken neoliberal ekonomi politikalarının yarattığı açlık, yoksulluk, işsizlik ve gelir adaletsizliği gibi sorunlar; otoriterliğin de yaslandığı, dayandığı ve zıpladığı ‘siyasal kaldıraç’ haline geliyor!

Raporda yer alan verilere göre; dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u küresel gelirin yüzde 52’sini alırken, nüfusun en yoksul yarısı, bunun ancak yüzde 8,5’ini alıyor. Servet dağılımı rakamlarına bakıldığında, görünüm daha da vahim. Küresel nüfusun en yoksul yarısı, toplam zenginliğin ancak yüzde 2’sini elinde bulundururken, en zengin yüzde 10, küresel servetin yüzde 76’sına sahip bulunuyor. İşte bu çarpıcı gerçekler, birçok ülkede otokrat akımların yükselmesine ve genel olarak otoriterliğin tırmanmasına neden oluyor. Otokrasiyi savunan siyasal akımlar, partiler ve liderler giderek güç kazanıyorlar.

İtalya’da aşırı sağcı Meloni önderliğinde İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin seçimi kazanması bunun son örneğini oluşturuyor. Son dönemde, Fransa’dan İsveç’e kadar uzanan birçok Avrupa ülkesinde, otokratik siyasal akımı temsil eden radikal sağ partilerin öne çıktığını görüyoruz. Küresel kapitalizmin ve neolberal politikaların çöküşünden mağdur olan ve uzaklaşan toplumsal kesimler, otoriter eğilimlerin saçağına sığınmaya çalışıyorlar. Böylece otoriter yönetim anlayışının güçlenmesine ve yükselmesine neden oluyorlar. Aslında tam anlamıyla, yağmurdan kaçarken doluya tutuluyorlar! Çünkü otokratik ve faşist siyasal yaklaşımlar ve bunu savunan radikal sağ akımlar/popülist partiler; yoksulların, ezilenlerin, emekçilerin dertlerine derman olamazlar ve sorunlarına çözüm bulamazlar.

Çökmekte olan küresel kapitalizmin ve uluslararası neoliberal politikaların seçeneği, emeği / sınıfsal yaklaşımı temel alan ve kamucu anlayışı savunan ekonomi politikaları ile demokrasi temelli toplumsal ve siyasal politikalardır. Birbirinin karşıtı gibi sunulan neoliberalizm ile otokrasi, tam tersine birbirini besleyen, büyüten siyasal akımlardır. Yoksullar, emekçiler, dar gelirli insanlar; eşitsizliğin, adaletsizliğin, haksızlığın çaresini/çözümünü otoriter eğilimlerde aramamalıdır. Çünkü böylesi bir arayışın sonucu hüsrandır, otokrasinin/faşizmin yükselişidir. Bu açmaza ve tuzağa düşülmemelidir.

Biz, ülkemizde yürütülen demokrasi mücadelesini doğrusu çok önemsiyoruz. Önümüzdeki süreçte, Türkiye’de yaşanacağına yürekten inandığımız demokratik değişimin ve dönüşümün; dünyaya yeni, farklı, özgün ve olumlu bir siyasal örnek sunacağını düşünüyoruz. Günümüzde ‘tek adamlık’ olarak tanımlanan yönetsel sistemden vazgeçilerek, ortak aklı öne çıkaracak güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişin mutlaka başarılacağını öngörüyoruz.

Türkiye, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, tüm demokratik kuralları ve kurumları ile yeniden inşa edilmelidir. Cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılmalıdır. Bu bağlamda, demokrasiden ve toplumsal politikalardan yana tüm kesimlerin iş ve güç birliği yapması / dayanışması önemlidir, anlamlıdır ve değerlidir. Öyle inanıyoruz ki halktan yana / halkçı bu birliktelikler, mutlaka başarıya ulaşacak ve hem ulusal, hem de uluslararası alanda güzel bir örnek oluşturacaktır.