Kadın düşmanlığı

Mahsa Amini’nin ölümünden sonra kadınları sınırlayan ahlak yasalarına ve molla yönetimine karşı çıkan “başörtüsü isyanı” yalnız İranlı kadınları değil, dünyadaki kadınları, kadınlarla erkekleri ve dünyadaki demokratları birleştirmeyi başardı. İran Rejimi göstericilere hala çok sert karşılık vermeye devam ediyor. İnsan hakları aktivistleri en az 133 kişinin hayatını kaybettiğini duyuruyor.

Çatışmaların hafta sonu Tahran’daki üniversitelere de sıçradığı belirtiliyor.

Gelişen hadiseler dünyanın gözünde İran İslam Cumhuriyeti’nin üzerine, kadınları katleden, acımasız bir teokratik rejim kimliğini iyice yerleştirdi. İnsanların en temel hak ve özgürlüklere sahip olabilmeleri, yaşamlarını her türlü baskıdan uzak, özgürce sürdürebilmeleri en doğal, en vazgeçilmez haklarıdır.

İran teokrasisi, kadınların başörtüsünü rejimin ana enstrümanı haline getirmiş durumda. Başörtüsü zorunluluğu ve kadın düşmanlığı, İslamcı ideolojinin adeta omurgasına dönüşmüş. Sistem yalnız kadın düşmanlığından besleniyor. Kadın bedeni üzerinde hâkimiyet kurmak, İslam’ın ve İslam ideolojinin özü gibi algılanıyor. Kadınların başörtüsü protestoları da bu nedenle, İslamcı rejimin özüne saldırı olarak algılanıyor.

Dolayısıyla İran’da başörtüsü zorunluluğuna karşı kadınların karşı çıkması, bireysel özgürlüklerini istemesi, molla rejiminin elindeki en önemli aracını elinden almak anlamına geliyor.

Başörtüsü meselesinde ataerkil zihniyetin, bu paternalist vesayetin sadece İran’a özgü olmadığını da unutmamak gerekir.

Bunun yanında İran örneği bize başörtüsü zorunluluğunun olduğu kadar, başörtüsü yasağının da birbirine ne kadar yakın mevzular olduğunu gösterdi. Burada esas tartışılması gerekenin “hak ve özgürlükler” olduğu, özgürlüğün her şeyden önce geldiğini öğretti. Bu olay bizi düşünmeye sevk etmeli ve karşılıklı bir anlayışı içselleştirmeliyiz. Çünkü ancak olgunlaşmış bir toplum, emirlerin ve yasakların üstesinden gelir…

Mahsa Amini’nin korkunç ölümü bize, başörtü etrafındaki  kutuplaşmaların neden hep erkekler tarafından yapıldığını, söz konusu kadının hak ve özgürleri olunca Din ve Aile kavramının arkasına sığındıklarını düşünmek için acı bir fırsat sunuyor..

Kadınlar ve gençler yaşadıkları modern zamanın gereği olarak bireysel özgürlüklerini istiyorlar. Bunun için mücadele ediyorlar. Bedel ödüyorlar. Çağımızda bu meydan okumalara karşı zor kullanarak ancak bir süreliğine bastırabilir. Coğrafyamızda fokurdamaya başlayan bu hareket gün gelir yönetimleri de demokrasi ile yıkar geçer.

Dün kadın düşmanlığının kalesi olan İran’ın sokakları bugün yeni feminizmin işgaline uğramış durumda. Kadın ve gençlik hareketlerinin yükselişi yalnız İran’da değil, bütün İslam dünyasındaki, demokrasi- modernite karşıtı din istismarcılarını rahatsız ediyor.

 

Önderliği ve örgütü olmayan hareketler, “devrim” ideologlarının şüpheyle yaklaştığı meselelerdir. İran’da ve Türkiye’de İslamı laiklik temelinde çağımıza uygun yorumlayanlar, Tanrı ile arasına molla, tarikat, şeyh gibi kişi ve kurumları sokmayanların bugün maruz kaldığı çifte baskı, uzun süre önce tarihe karışmış bir Pers veya Osmanlı İmparatorluğu hayalcilerini kendi şeytanlarıyla karşı karşıya bırakıyor.

Mahsa Amini vahşice kurban edildi.

Ama onun o rüzgârda özgürce uçuşan saçları, Ayetullahların, şeyhlerin, dinin arkasına saklanan çıkarcıların sakallarını tutuşturan bir kıvılcıma dönüştü.

Bize düşen görev, özellikle İranlı kadınların genelde dünyadaki tüm kadınların hak, özgürlük direnişlerinde yanlarında olduğumuzu göstermek, hissettirmek, onlarla dayanışmaktır.

Coğrafyamızda yaşayan insanlar için, Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından İranlıların takdire şayan cesur protestosundan daha uygun bir imtihan olamazdı.

Devleti yönetenlerin görevi, sadece kentlilerden daha muhafazakar olan kırsaldaki eğitimi az geniş halk kesimlerinin, tarikatların, şeyhlerin, oylarını alma uğruna şirinlik yapmak değil, zamanımızda neden demokrasi, hak ve özgürlüklerden, eşitlikten vazgeçilemeyeceğini anlatmak, onların seviyesini yükseltmektir.