Hareketin olduğu yerde genellikle bolluk olur. Çünkü insanlar bolluk ve bereket gördükleri zaman belli bir yere toplaşır, oraya seyahat ederler. Hareket, sadece bizi değil çevremizdeki dünyayı, insanları, olayları, doğayı da yerinden kımıldatıyor.
Her başımıza gelen şey bize yeni bir şeyler öğretiyor. Yola çıkmakla bereket başlıyor, yaşadığımız aksilikler, olumsuzluklar bile bizi büyütüyor, bir sonraki adımlara katkı sağlıyor. Uzaklaşıyor gibi gözüküyoruz ama aslında ileri gidiyoruz. Yerinde durduğunda, kısır döngü içinde kalıyorsun. Bu kadar seyahat sonunda anlıyoruz ki herkes, her şey sensin; tek mekân, tek doğru, tek güzellik, tek dostluk, tek mutluluk yok bu evrende.
Evrende her yerdeyiz, herkes ileyiz. Eşyaya, maddeye, televizyon dizisine, spor takımına, ailene bağımlılık, sürekli sevgilini, köpeğini, evini beklemek köreltiyor. Bağımlı insanlar seyahat edemez, hep kımıldamamak için bir gerekçeleri vardır, kendi uydurduğu, kendisini inandırdığı. Elimizdekini kaçırmaktan, kaybetmekten korkuyoruz sürekli.
Kaybetmeyim derken de varımızı, yoğumuzu, en vahimi de ruhumuzu, enerjimizi kaybediyoruz aslında.
Yüzyıllar boyunca insanlar sürekli yer değiştirmiş, şimdiki yerleşik düzene geçene kadar. Atalarımız Orta Asya’dan kalkıp Avrupa kapılarına kadar göçmüşler. Göç farklı nedenlerle bugün de devam ediyor, içimizde, çevremizde ve dış dünyaya doğru.
Birleşmiş Milletler’in istatistiklerine göre, içinde yaşadığımız dönemde doğdukları ülkenin dışında yaşayan dünyada toplam 175 milyon kişi (dünya nüfusunun yüzde 3’u) varmış. Bu rakam 1966’da 77 milyon idi. Her yıl en az 10 milyon kişi katılıyor göçmenler ordusuna. Bunların dörtte üçü gelişme yolundaki ülkelerden. 1970- 1995 arası çeyrek yüzyılda göçmen olarak en fazla nüfus kaybeden ülkelerin başında 6 milyon ile Meksika geliyor.
Onu Bangladeş, Afganistan, Filipinler ve Kazakistan izliyor.
Yalnız, sanıldığının aksine, göçmenlerin hepsi zengin ülkelere gitmiyor. Yüzde 40’ı yine gelişme yolundaki ülkelerin sınırlarını geçiyor. En fazla göçmen alan ülkelerin başında ABD var. Nüfusunun yüzde 12,6’sı (35 milyon). Rusya, 13.3 milyon, Almanya 7,3 milyon göçmen kabul etmiş. Nüfusuna kıyasla en fazla göçmen kabul eden ülke yüzde 74 ile Birleşik Arap Emirlikleri. Kuveyt’in yüzde 58’i göçmen. Katar’da durum daha da vahim.
Eurostat’a göre, önümüzdeki 20 yılda AB’nin 25 ülkesinin nüfusu hâlihazırdaki 456 milyon’dan– pozitif göçmen dengesi sayesinde – 2025’e kadar 470 milyon’a ulaşacak. 2050’de 449 milyon’da çakılıp kalacak.
Hiç merak ettiniz mi, insanlar niye böyle göçmen kuşlar misali sürekli yer değiştiriyorlar?
Herkesin kendine göre bir sebebi var seyahat için. Kimi dertlerinden, sıkıntılarından, sevmediği şeylerden uzaklaşmak için, kimi kendisine yakınlaşmak için, kimisi zevk, macera arayışı ve keyif almak için, kimi iş için, kimi iklim krizi ve doğal felaketlerden kurtulmak için, kimi yoksulluk, baskı ve cezadan kaçmak için yolculuğa çıkar. Fiziki ömrümüzün nihai aşamasında da son yolculuğa çıkarız musalla taşı üzerinden.
Gerçekte bu nedenler birbiriyle ilintili. Küreselleşme, uluslararası göçmen olgusunda katalizör vazifesi görüyor. İletişim imkânları sayesinde Batı’nın tüketim modeli az gelişmişlerin iştahlarını kabartıyor. Eşitsizlikler artıyor. Ulaşım, eskisine kıyasla, kolay ve ucuz. İşgücü gereksinimi özellikle düşük beceri gerektiren sektörlerde artıyor. Yakında hava koşullarının aşırı uçlara salınmasına, bazı bölgelerde yaşamanın da-ha da güçleşmesine, çölleşmeye yol açacak olan “iklim değişikliği göçmenleri” kavramı ile de tanışacağız. İskandinav ülkelerden Akdeniz’e böyle bir göç üzün zamandır var zaten.
Savaş, yoksulluk, doğal felaketler, baskıcı rejimler yüzünden yakın coğrafyamızdan da bize doğru göç hareketleri artıyor. Suriyeli göçmenler, İranlı siyasi mülteciler, Moldovalı ya da Afgan ucuz işgücü, Kürt aile birleşmeleri hem ekonomimizi zorluyor, hem de toplumsal dokuyu.
Covid kısıtlamaları biraz gevşeyince insanlar kendilerini yollara atmaya başladılar yeniden, sanki bir daha hiç fırsat çıkmayabilir, yeni bir salgın dünyayı sarabilir güdüsüyle. Allah’tan seyahat imkânları ve ulaşım büyük ölçüde demokratikleşti, “avam”laştı da isteyen herkes şu ya da bu şekilde artık kendisini havada bulabiliyor. Vizesiz seyahat edilebilen yerlerin, gezginlerin sayısı da her geçen gün artıyor.
Dünyamızda bugün 60 yıl öncesine kıyasla üç kat daha fazla insan yaşıyor. Kasım 2022’de 8 milyar eşiğini aşacağız. 60 yıl sonra 11 milyar’a ulaşacağız. Dünya Turizm Teşkilatı’na göre, tüm zorluklara rağmen, 1,2 milyar insan seyahat etmiş sınırlar ötesine. Yani, neredeyse her yedi kişiden birisi. 2030’da 1.8 milyar’a çıkması bekleniyor seyyahların sayısı.
Dikkatinizi çekerim, bu rakam, 1950’de sadece 25 milyon idi.
Gelir olarak da seyahat ve turizm ülkelere 1950’de 2.1 milyar dolar kazanç getirirken 2014’de 7.6 trilyon dolar, yani küresel GSMH’nin yaklaşık yüzde 10’unu, 277 milyon kişiye istihdam imkanını sağlamış. Doğrudan olmayan olumlu yansımaları tabii ki çok daha fazla.
Memlekete dönüp baktığımızda “yükselen sektör” olarak gördüğümüz turizm, ne yazık ki dış politika ve iç güvenlik sorunları nedeniyle, darbeler yedi. Ciddi bir gerileme sürecine girdi son yıllarda. Turist profili de tanınmayacak ölçüde değişti. Batılılar, yüksek gelirli kaliteli turistler, pek uğramaz oldular. Bu durumun yakın zamanda iyileşmesi de beklenmiyor.
Turizm gelirimiz 2021’de bir önceki yıla göre yüzde 103 artarak 24 milyar 482 milyon 332 bin dolar oldu. 2022’de daha da iyileşmesi bekleniyor. Turizm gelirinin yüzde 72,8’i yabancı ziyaretçilerden, yüzde 27,2’sı ise yurt dışında ikamet eden vatandaşlarımızdan elde edildi. Buna karşılık, Türkiye’den dışarıya turizm için gidenlerin sayısı her geçen yıl artmakta.
Hiç heveslenmeyin göçmenlik, mültecilik dünyamızın bitmeyen hikayesi ve onlarca yıl hep bizimle olacak ülkeler arasındaki gelir ve kalkınma dengesizliği, despot rejimler, insan hakları ihlalleri devam ettiği sürece.