Açlık ve güvenlik

Bir canlının en temel; en ilksel iki ihtiyacı, karnını doyurmak ve güvenli bir yuva oluşturmaktır.  Bu içgüdüsel süreç en ilkel sürüngen ve uçan kuştan, memeli hayvanlar ve insanlara kadar geçerlidir.  Hayvanlar alemi bu sorunun çözümünü doğada arar ve karşılar. Akla sahip insan ise, bu sorunlarını çözebilmenin yolu olarak, bir arada yaşayarak ve dayanışarak toplumsal çözümler üretir. Toplumsal yaşam ise, toplumsal süreçlerin doğru yönetilmesi ihtiyacını da doğurur. Dolayısı ile sorunların çözümü için hem doğa ve coğrafyayı, hem de toplumsal süreçleri doğru yöneten toplumlar, kendi insanlarına güven ve güvenlik içinde yaşama olanakları sunarlar. Örneğin doğal kaynakları çok sınırlı olan Japonya, akıl, bilim, teknoloji ve doğru yönetimle her türlü sorunu aşmayı bilmiştir. Yani “coğrafya kaderdir” deyip, işi oluruna bırakmak yerine, kendi kaderini akıl, bilim, teknoloji ve etkin yönetimle eline almış ve çözmüştür.

Bizim yaşadığımız Anadolu coğrafyası,  dört yana açık ve üç kıtanın düğüm noktası olarak, etkin yönetildiğinde çevresini kontrol eden çok sayıda güçlü toplumsal yapılanma ve imparatorluklar yaratmıştır. Aksine etkin yönetilmediği dönemlerde ise çevredeki güçler tarafından işgal edilmiş ve parçalanmıştır. Ülkemiz ne yazık ki bugün etkin yönetilemiyor. Zira Afganistan’dan,  Irak, Suriye ve Afrika yanında sayısız ülkeden kopup gelen sığınmacı, mülteci ve göçmenin kontrolsüz göç dalgası ile adeta istila edilmektedir. Bu başıboş insanlar hayatta kalabilmek için öncelikle karınlarını doyurmak ve başını sokabileceği bir barınak bulmak zorundadır. Bugünün modern toplumunda yaşamak için yiyecek ve barınak bulmanın yolu ise, bir iş sahibi olmaktan geçiyor.  Kendi insanının açlık ve yüksek işsizlikle yüz yüze kaldığı bir dönemde, kontrol dışı göç dalgası ile gelenler bu işin tuzu biberi olmaktadır.  Mevcut iktidar, kontrol dışı göçü yönetemediği gibi, ekonomiyi de yönetemeyip, yüzde yüz oranlarını bulan bir enflasyon olgusu ve diğer ekonomik sorunlarla yüz yüze kalmış bulunuyor. Bu korkunç tablo artık toplumsal yaşama, kent suçlarının artışı olarak yansımaya başladı. Yaşanan fidye olayları, rehine alma olayları veya hırsızlık ve soygun olayları sürecin ilk belirtileri olarak kalmayacaktır. Bu süreç hızlanarak devam edecektir.

Ekonomisi çöküşte olan bir ülkede, eğer işsizlik ve enflasyon alıp başını giderken, halkı fakrü zaruret içinde bocalarken, zengin yoksul farkı tarihinin en kötü dönemini yaşarken, toplumsal kutuplaşma iktidar tarafından siyasi olarak kullanılıyor; KOBİ’ler kapanma tehdidi içinde bulunuyor, ülke kontrolsüz göç dalgasının istilasına uğruyor; ekonominin günlük çarkların dönüşü için yoksul Afrika ülkelerine vatandaşlık satışı için ilan veriyor ve ülke siyasi İslamcı ideolojik tavrı ile kendini bir Ortaoğu ülkesi olma eğilimine sokuyor; ancak çağ dışı yönetim altındaki diğer Ortadoğu ülkelerinden medet umar hale geliyor ise bu ülke yönetilemiyor demektir.  İçine düşülen bu durum ülke için en büyük güvenlik sorunudur. Bundan daha büyük bir güvenlik sorunu olamaz.  Bu güvenlik sorunu, yönetim zaafının, ekonomik ve toplumsal süreçlerin yanlış ideolojik tutumlar içinde, çağ dışı ön yargı ve inanç kalıpları nedeniyle, aklı bilimi, tutarlı davranışları engelliyor olması yüzünden tetiklenmiş bulunuyor. Esasen toplumun güvenlik sorunu kozmik odaya girilmesi ile başladı. Ergenekon ve benzeri sahte davalarla sürdü. Cumhuriyet kurumlarının, başta parlamenter sistem ve meclis denetimi olmak üzere tasfiye edilmesi, FETÖ isyanı ve tek adam yönetimine geçiş ile sürdü. Ayrıca bunlara başıboş göç dalgası ve nihayet derin ekonomik kriz eklendi. Çözüm her zaman için, aklın ve bilimin yol göstericiliği içinde sorunların doğru analizi üzerine, yeterli ve tutarlı çözüm seçeneklerinin üretilmesi ile bulunabilir.