Tıp bilimi, “sağlıksız, kötü beslenmenin, beyinde yapacağı tahribat, beyni hangi hastalıklara açık hâle getireceği ispatlanmıştır. Bunun için doğru ve sağlıklı beslenme, beynimizi hastalıklardan korumak için gereklidir” diyor.
Beyin, kan dolaşımı ile gelen besinlerle beslenir. Beynin “ana gıda maddeleri, ‘Şeker (glikoz) ile Protein’dir.
Sağlıklı “şeker beslenmesi” olmazsa, şuur kaybı hatta koma tehlikesi ortaya çıkabilir.
Yeterli “protein (Kırmızı – Beyaz et / Süt ve ürünleri / Yumurta) beslenmesi” olmazsa, özellikle bebeklikten ergenliğe kadar beyin gelişmesi önlenir ve “zeka geriliği” de ortaya çıkar.
Bu “ana” besinlerin yanında, beynin A / B / D / E vitaminlerine, karbonhidratlara, yağlara ihtiyacı vardır.
Eksikliklerinde, beyinde ve beynin emirlerini uygulayan sinir sisteminde hasar meydana gelir ve “beyin ve sinir sistemi hastalıkları” ortaya çıkar…
Sonunda “uyku zafiyeti, hafıza zayıflığı, unutkanlık, Alzheimer’e kadar uzanan” bir zincirdir” bu hastalıklar…
Ve “doğal” tedavileri, bebeklikten, çocukluktan, gençlikten, ergenlikten, yaşlılığa kadar “her türlü ve de sağlıklı” gıdaya ihtiyaç gösterir; sebzelerden, meyvelere kadar…
Bu öyle bir zincirdir ki; “bebek beyninin sağlıklı beslenmesi için, annenin sağlıklı beslenmesi ve bebeğini sağlıklı beslemesi, çocuğuna vereceği ‘takviye süt ve ürünleri’ için de, ‘sütü üreten’ inek / koyun / keçi gibi hayvanların ‘sağlıklı beslenmesi’ şartını” ortaya çıkarır…
“Hayat pahalılığı, önlenemeyen enflasyon, her gün gelen zamlar” tablosunda, “sağlıklı beslenmenin nasıl olacağı” sorusunu cevaplaması gerekenler, bu ülkeyi yönetenlerdir. “Vatandaş” ve tabii “muhalefet” en azından Sağlık Bakanı’na her gün sormalıdır; “Ne yapmalıyız?..”
*******
“BAĞIRSAK ZİHİNSEL İŞLEVLERİN BİR ORGANIDIR”
Kerem Korkut (Dr.)- Dünyadaki gelişmiş ülkeler arasında demansa en az rastlanılan ülke Japonya’dır. Beyin işlevlerinin bozulduğu aşamayı temsil eden demansa Japonların daha az yakalanmasının nedeni olan farklılıkları önemli bir ipucudur. Japonların sinir sistemini bu kadar istikrarlı biçimde koruyabilmesinde en dikkat çeken farklılık, kuşkusuz beslenme şekilleridir. Bol miktarda omega-3 ve B12 vitamini içeren deniz ürünlerinin ve küçük miktarda doymuş yağların tüketimi gibi beyin dokusunun onarım ihtiyaçlarını daha iyi sağlayan bir beslenme şekline sahip oldukları zaten biliniyor. Ancak beslenmenin bağırsak-beyin ilişkisi üzerinde yeni keşfedilen bazı etkileri de var.
Bağırsak zihinsel işlevlerin de bir organıdır. Bağırsaklarınızdaki bakteri, mantarlar ve virüsler gibi canlıların ekosistemine mikrobiyota adını veriyoruz. Mikrobiyotanızdaki bozukluklar ile depresyon yaşamanız arasında önemli bir ilişki olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Sağlıklı bağırsak mikrobiyotası, bağırsak-beyin eksenini etkileyerek ruh hali, uyku, duygulanım gibi işlevleri iyileştirebilir.
Sağlıklı bir beynin işlevini yerine getiren sinyal iletiminden sorumlu birtakım mesajcılar vardır. Mutlu olmanızı sağlayan seratonin hormonu da bunlardan biridir. Bu maddenin vücudunuzda azalması depresyona neden olur. Araştırmalar serotonin hormonunun sindirim kanalında en yüksek konsantrasyonlarda bulunduğunu, bu miktarın beyindekinden dahi çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan şişkinlik, hazımsızlık gibi semptomlarla seyreden huzursuz bağırsak sendromuna sahip kişilerde, depresyona yatkınlığın daha belirgin olduğu keşfedilmiştir. Sağlıklı bir bağırsak mikrobiyotasına sahip değilseniz bağışıklık zayıflığı, obezite, alerji rahatsızlığı ve diyabet hastalığı yaşama olasılığınızın arttığı da gösterilmiştir.
Diğer yandan bakteri türlerinin belirli hastalıklar ile ilişkili olduğu gözlenmiştir. Bir bakteri grubunun yaşam kalitesini arttırdığı, diğer bazı tür bakterilerin ise sinir sistemi sağlığını bozucu etkisi olduğu saptanmıştır. GABA adı verilen mesajcının, zihinsel sağlık ve öğrenme kabiliyetini geliştirdiği bilinmektedir. GABA, beyinde kapatılması gereken merkezlerin kapatılmasını ve böylece sinir sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlar. GABA, bağırsaktaki mikroorganizmaların sindirim işlemini başarılı bir şekilde yerine getirmesi sonucu üretilir.
Bağırsak-beyin ekseninin anlamını tam kavrayabilmek için mevcut çalışmalar giderek artmaktadır. Özellikle endüstriyel beslenme alışkanlığına sahip, batılı yaşam şeklini benimsemiş ülkelerde sinir sistemi hastalıklarının en belirgin artış gösteren grubu oluşturması sorgulanmalıdır. İşlenmiş gıdalardaki koruyucu ve tatlandırıcılar, organik asitler, kıvam arttırıcılar ve nano-partiküllerin vücudu onaran bağışıklık sisteminin üzerinde istilacı olarak tanımlanması önemli bir sorun oluşturabilir. Bağışıklığınızın bu maddeleri sürekli olarak vücudunuzdan temizlemeye çalışmasının dolaşımınızda yangısal bir yanıt oluşmasına yol açabileceği bilinmeli ve bu yanıtın sinir sistemini etkileyebileceği dikkate alınmalıdır. Tüm bu maddelerin güvenilirliklerinin düzenli olarak tekrar gözden geçirilmesi gereklidir. Tıp dünyasında, zihinsel bozuklukların sadece davranışsal olmayabileceğini, metabolik ya da biyolojik bir nedeni olabileceğini dikkate alan bütüncül bir bakışa ihtiyaç vardır.
*******
“ÇOCUKLARIN BESLENME ÇANTALARI BOŞ, KAYIP BİR KUŞAK YETİŞTİRİYOR”
Serkan Aksüyek (Gazeteci – Gözlem Gazetesi Yayın Kurulu üyesi)- Gün geçmiyor ki, ülkenin içinde yuvarlandığı derin yoksulluk ortamında yüreklerimizi burkan manzaralarla karşılaşmayalım.
İzmir’in gelir seviyesi düşük mahallelerinde bu yoksulluk, daha da can acıtıcı sonuçlar doğuruyor. İşte İzmir’in Karabağlar ilçesinin yoksul bir mahallesinde, devlete ait bir okulda yaşananlar… İlkokulda görev yapan, uzun yıllardır tanıdığım bir arkadaşımın anlattıkları adeta kanımı donduruyor. Öğretmen dostum, öğrencilerinin yaşadığı çaresizliğini anlatırken gözleri doluyor, ağlamaklı oluyor. Ve yürekli bir Atatürk öğretmeni, bakın hangi can yakıcı tespitleri yapıyor:
“Çocukların beslenme çantalarına artık bakmak bile istemiyoruz. Kimi zaman peçeteye sarılmış bir somun ekmek, yanında –şayet bulunabiliyorsa- çürük bir meyve… Küçük kardeşi olan çocuklar, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin dağıttığı sütlerden istifade ediyor. Halen büyüme çağında olan bu çocukların, derslerinde başarılı olabilmeleri iyi beslenmelerine bağlı. Son yıllarda yoksul ailelerin çocuklarında dikkat çekici şekilde artan boy kısalığı baş gösterdi.
Samimiyetime inan, öğretmen arkadaşlarımızdan duyuyoruz, bazı okullarda açlıktan bayılan çocuklar var. Anne ve babaların maddi güçleri azaldıkça, çocuklar eğitimden kopmaya başlıyor. Okuldan ayrılan ya da okul dışı zamanlarda çalışmaya başlayan çocukların sayısı artıyor.
Kız çocukları için bu durum, tahmin edeceğin gibi erken yaşlarda evliliğe giden yolun açılması demek. Belediyeler ve Kaymakamlıklar yoksul ailelerin çocuklarına ellerindeki imkanlar ile yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ancak gelinen nokta, devletin birkaç yüz TL aylık yardımı ile giderilecek gibi değil.
Ekmekte, yağda, deterjanda, süt ve et ürünlerinde, bakliyatta bugün ödediğimiz fiyat seviyesi, ancak birkaç gün korunabiliyor.
Hal böyle olunca, gözümüzün bebeği olan evlatlarımız ucuz ve kalitesiz gıda ürünleri ile beslenmek durumunda kalıyor. Babaları asgari ücretle çalışan çocuklar, şayet bir de kirada oturuyorlar ise daha da sıkıntılı durumla karşı karşıyalar. Ben mesleğinde 20 yıla yaklaşan bir öğretmen olarak bile 7 bin 500 TL civarında bir maaş alıyorum. Eşim benden daha yüksek maaş ile çalıştığı ve kirada oturmadığımız halde, iki çocuğumuz ile kıt kanaat geçiniyoruz.
Bu arada yoksulluğu yaşayan sadece öğrenciler değil.
Okulumuzun temizlik ve hijyen malzemeleri başta olmak üzere pek çok temel ihtiyacı yıllardır velilerimiz tarafından yapılan gönüllü bağışlar ile karşılanıyordu. Aileler yoksulluğun pençesinde kıvrandıkça, okulumuzun ihtiyaçları için ayırdıkları kaynak da neredeyse sıfırlandı. Çocuklarımızın sağlığını çok yakından ilgilendiren tuvaletlerimiz adeta mikrop yuvası gibi.
Hükümetin hiç konuşulmayan, toplumun da tam olarak bildiğine inanmadığım bu soruna acil çözüm bulmasını bekliyoruz. Aksi halde kendi ellerimizle yarattığımız yoksulluk ile adeta kayıp bir kuşak yaratacağız. Bu çocukların durumunu ve yaşadıklarımızı köşe yazında konu edersen, en azından birkaç kişinin daha durumdan haberdar olmasını sağlarsın.”
Altı aylık bebeye makarna
Evet, Türkiye’nin üçüncü büyük kentinin, görece dezavantajlı bir mahallesinde yaşananlar en çıplak anlatımı ile bu şekilde. “Uzaya çıkıyoruz”, “Ekonomimiz pik yapıyor”, “Rekorlar kırıyoruz”, “Dünya bizi kıskanıyor” sayıklamalarının gölgelediği gerçekleri yazmak en temel görevimiz.
Çarşıda, pazarda, markette dolaşırken, Türk insanı beslenmediğini karnını doyurmaya çalıştığını üzülerek gözlemliyorum. Raflar, ucuz ama sağlıksız ve tehlikeli gıdalarla dolu. Bir anne, TV kamerasına konuşurken altı aylık bebeğine makarna yedirmeye başladığını söylüyor. Yoksulluk ile birlikte kalitesiz gıdalara ilgi arttıkça, namussuzlar da işbaşı yapmakta gecikmiyor. Bal ürünleri üzerinde yapılan incelemede, baldan çok şekere rast geliniyor. Tereyağına ve yoğurda bitkisel yağ katıldığı, tulum peynirinden nişasta çıktığı görülüyor. Fazla para verip keçi sütü alanlar yine inek sütü içiyor.
Zekâ gelişimi tehlikede
Milli yemeğimiz olan dönerde, hepsi insan sağlığına zararlı olan soya bitkisi, domuz, at, eşek gibi tek tırnaklı hayvanların eti kullanılıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da alışveriş yaptığı ve ucuz bulduğu Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri’nin koyun tulum peynirinde bile inek sütü bulunuyor.
Özellikle bebeklerin yetersiz ve dengesiz beslenme durumunda, fiziksel gelişimin yanı sıra zekâ gelişimi ve öğrenme yetenekleri de olumsuz yönde etkileniyor. Çocuklarımızın sağlığını ve gelecek nesillerin bilişsel gelişimini riske atan bir kumar oynuyoruz. Türkiye’nin acil olarak bir tarım devrimini hayata geçirmesi, bu cennet vatan topraklarında ekilmemiş tek karış tarla bırakmamış olması gerekiyor. Aksi halde, “Rusya lideri Putin insafa geldi, Ayçiçek yağı yüklü Türk gemilerinin limandan çıkışına izin verdi” haberini müjde (!) olarak kabul etme utancından sıyrılmamız mümkün görünmüyor. (Ege Telgraf’tan…)