Gazeteci yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke ve dünya gündeminde olan konu ve gelişmelerle ilgili olan sorularını cevapladı. Kışlalı, Bülent Arınç’ın “hayat pahalılığı” ile ilgili açıklamaları, Millet İttifakı’nda DP Genel Başkanı’nın, Cumhurbaşkanı adayı için ortaya koyduğu “3 şart”, Tarikat ve Cemaat Vakıflarının kurdukları medreseler, zam yağmuru devam ederken, emekliler başta “sabit ve dar gelirli” kesimin beklediği “maaş artışına, Bayram İkramiyesi de dahil iktidarın “Hayır” demesi konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…
GÖZLEM – AKP Kurucusu olan, Millet Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı “yüksek” danışmanlığı yapmış olan Bülent Arınç’ın “Her gün ihtiyaç maddelerine zam geliyorsa ve enflasyon yüzde 60’ı bulmuşsa, milleti hitabetle coşturamaz, konuşmayla aldatamazsın” diyerek başlayan ve AKP iktidarını, “Cumhurbaşkanı, bakanları, parti yöneticileri ve milletvekillerini de kapsayan” eleştirileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
K – Söylediklerini hem daha iyi anlamak, hem de biraz tebessüm etmek adına hatırlayalım. Arınç “Bizim grup başkanvekilimiz (Muhammet Emin Akbaşoğlu’nu kastediyor) yanlış bir matematik hesabı yaptı. …yüzde 7’yi 700 gibi anlayacak bir hesabın içerisine düştü. Biraz da gülünç oldu tabi. Konya’dan da bir milletvekili (AKP’li eski milletvekili Hüsnüye Erdoğan’ı kastediyor) ‘minicik minicik zamlar, bundan şikayet etmeye gerek yok’ demişti. Bunlar insanları yaralıyor ama haberiniz olsun. ‘Yani ben 2 kilo et yiyeceğime yarım kilo et yerim’ (AKP’li vekil Zülfü Demirbağ’ı kastediyor) diye göğsünü gere gere dolaşıyor. Ulan 2 kilo et kaç para biliyor musun sen? 300 lira. Kim verecek bu parayı? … Bahçeli de bazen ‘Biz muhalefet partisi sayılırız’ diyor ama her şeyiyle Cumhurbaşkanımızı ve hükümeti korumaya çalışıyor. Ben o konumda değilim. Milletvekili (zamlar ve enflasyonu eleştirdiği için partisinden istifa ettirilen MHP’li Kayseri Milletvekili Baki Ersoy’u kastediyor) neden böyle söyledi de hakkında tahkikat yapıldı? Bütün bunları millet kendisine sorar seçim günü” dedi. Söyledikleri tamamıyla doğru. Erdoğan gerçeklikten kopmuş durumda. Bunu, izlemeye çalıştığı garip faiz politikasının yanı sıra aşırı fiyat artışları ve ekonomik kriz ile ilgili tespit ve tahminlerinden de anlamak mümkün. Öte yandan Arınç’ın eleştirilerini tarafsız birisinin değil bir AKP’linin söylemesi daha da önemli. Arınç’ın açık bir şekilde ifade ettiği bu eleştirilerini AKP’lilerin çoğu da paylaşıyor ama son noktada Reislerinin bir şekilde kendilerini kurtaracağını düşünüyorlar.
GÖZLEM – Arınç’ın bu eleştirileri yaptığı zamanı da göz önüne alırsak, “Neden” sorusuna cevabınız ne olabilir?
Kendisi eski usüll bir siyasetçi. “Ben Cumhurbaşkanımızı ve hükümeti korumak konumunda değilim” diyor ama bu yaptıklarını kendisine rant çıkarmak için, “Beni köşeye atmayın, atarsanız arada bir fena olur” demek için yapıyor. Bu tür yaklaşımlar hem değerlendirmeleri artık gerçeklikten gittikçe uzaklaşan, hem de eski yol arkadaşlarını “karşısına çıkmasınlar” diye onları sürekli “memnun” tutmaya çalışan Erdoğan üzerinde, muhtemelen sinirini bozuyor olmasına karşın, etkili oluyordur. Erdoğan kendisini son dönemde çok eleştiren BBP Genel Başkanı Destici’ye yaptığı ziyaret gibi bir başka ziyareti de yakın gelecekte Arınç’a yaparsa şaşırmamak gerekir. İktidarı elden bırakmamak için yapılacakların sınırı olmadığını her gün yaşayıp görüyoruz.
GÖZLEM – Millet İttifakı’nda da, DP Genel Başkanı’nın, “6’lı masada seçilecek Cumhurbaşkanı adayı için ortaya koyduğu ‘3 şart’ tabanda büyük destek bulurken”, zirvede “soğukluk ve sıkıntı” yaşattı… Görüşünüz?
K – Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal twitter üzerinden yaptığı paylaşımda şu ifadelere yer vermişti: “1) 20 yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak. 2) Seçilebilirlik. 3) Seçim sonrası 20 yılda AKP tarafından ‘Devr-i sabık’ muamelesine maruz kalan TC Devleti’ni kurucu bir ruhla yeniden tesis etme yetisi…” Aslında Uysal’ın söylediklerini aynı açıklıkla CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ifade etmesi gerekirdi. Çünkü hakikaten muhalif ittifakın seçmenlerinin beklentisi tam da bu! Ancak bu ifadeler tam da “Kılıçdaroğlu’nun kullanmama nedeninden dolayı” 6’lı masada rahatsızlık yarattı. Çünkü her ne kadar sonradan “Kastettiğim, açıkça Beştepe (Erdoğan’ın sarayının bulunduğu semt) etrafında kümelenmiş dar çıkar gruplarıdır” demiş olsa da, 6’lı masanın iki üyesi; Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun AKP’nin 20 yıllık iktidarındaki görevleri ve sorumlulukları ortada. Peki Babacan’ın da, Davutoğlu’nun da “Cumhurbaşkanı adayı olmak gibi” bir tasarrufları olmamasına veya en azından böyle bir konunun hiçbir şekilde gündemde olmamasına karşın DP Genel Başkanı, böyle bir “uyarıda” bulunmak zorunluluğunu neden hissetti? Birincisi her ne kadar şimdiki gelişmeleri ümitle izleseler de, muhalefetin sol ve Atatürkçü merkez sağ tabanı Babacan ve Davutoğlu’nun AKP icraatındaki, sırasıyla “liberal ekonomik politikalar” ve “sorunlu dış politikalar”daki sorumluluğunu unutmuş değil. Üstelik “bu politikalarının yarın öbür gün iktidara geldiklerinde icraata ne şekilde dönüşeceği” ve “nasıl sıkıntılar yaratacağı” konusu da bir yerlerde hemen değil ama bir zaman sonra ısınmayı bekliyor. Öte yandan ben Uysal’ın tanımlamasının sadece Babacan ve Davutoğlu’na değil, Kılıçdaroğlu’na dönük de bir mesaj içerdiğini düşünüyorum. Bana göre Uysal’ın bir “devr-i sabık” yaratmak, Erdoğan ve AKP’den sadece hesap sormak değil, yarattığı yıkımı da restore etmek ile ilgili üçüncü şartının hem sağ muhafazakar seçmen tabanını ürkütmemek isteyen, hem de hesap sorma ve Cumhuriyet ayarlarına dönme konusunda gerekli dirayeti gösterip gösteremeyeceği, bunları “açıkça ve kararlı bir şekilde ifade etmediği için” şüpheli olan Kılıçdaroğlu’na bir uyarı niteliğinde. Sonuçta görünürde bir neden yokken böyle bir çıkış yapması Uysal’ın hem Atatürkçü tabanın gazını almak istemesinden, hem de “birazcık” da olsa siyasetin ruhu gereği “rol kapma isteğinden” kaynaklanıyor görünüyor.
GÖZLEM – 2008’li yıllarda Siirt’teki Tillo medreseleri ile ülke gündeminin başına yükselen bir eğitim gelişmesi, “devletin kuran kurslarının arkasında gizlenerek” ülkeye yayıldı ve şimdi “hiçbir denetime tabi olmadan” Tarikat ve Cemaat Vakıflarının kurdukları medreselerde ve sıbyan mekteplerinde binlerce çocuk ve gencimizin, “ne olduğu, ne olacağı belli olmayan” ve “Tevhîd- i Tedrîsât ve Devrim Kanunlarına aykırı bir “eğitim sisteminin cenderesine” teslim etti. Sadece İsmailağa cemaatine yakın bir vakfın İstanbul ilçelerinde 14 medrese açtığı ortaya çıktı. Medreselerden mezun olanlara da “doğrudan imamlık görevlerinde öncelik verildiği” iddiaları da yaygın. Ayasofya Fatih Medresesi’nin Cumhurbaşkanı, Ayasofya Camii Medresesi’nin de Bilal Erdoğan’ın konuşmalarıyla açılması, size neleri düşündürüyor?
K – Bana her seferinde, 12 Eylül’ün hemen öncesi Konya’da yapılan şeriat yürüyüşünü anımsatıyor. Yanlış anlaşılmasın darbe yapılacağı için değil, “bir devrin kapanmakta olduğunun” göstergesi olması açısından. Erdoğan’ın liberal yanı neredeyse tamamen ortadan kalktı. İktidarını sürdürebilmek için aşırı dincilere gittikçe daha çok paye veriyor. Bunun sakıncalarını, nereye gittiğini görmek istemiyor. Gerçeklikten de iyice uzaklaşmış gözüküyor. Aslında elinde de değil, dinci zihniyetin bir uzantısı “yayılmacılık”tır. Güç elindeyken nasıl faizde “nas”ı hatırladıysa, sadece eğitimde değil sosyal yaşamın tüm alanlarında da “dinciliğin” gereklerini olabildiğince yerleştirmeye çalışıyor.
GÖZLEM – Bu konuda Millet İttifakı’ndan “tık” çıkmaması da, helalleşmenin bir sonucu mu?
K – Helalleşmenin ve onunla beraber muhalefete kayan muhafazakâr seçmen kitlesini ürkütmek istememenin ve bunun ardında gittikçe artarak yatan iktidar değişikliği ümidinin sonucu. Öte yandan aslında “tık” da çıkmıyor değil. DP Genel Başkanı Uysal’ın Cumhurbaşkanı adayının nitelikleri arasında saydığı “devr-i sabık” ile ilgili şart da laik Atatürkçü tabana dönük bir dışavurumdu. Bunun yanı sıra “henüz” Millet İttifakı’nın içinde olmasa da aslında belli kesimlerce ister istemez bu ittifakla birlikte “konumlandırılan” Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce’nin laiklik, gericilik ve Atatürk karşıtlığı ile ilgili söylemleri de o “tık”lardan biri sayılabilir. Bütün bunlar bir yana, Millet İttifakı’nda çok ciddi bir sıkıntı olduğu gözüküyor. İlk çatlak Uysal’ın açıklamasından hemen sonra zayıf karnın beklenmedik köşesinden geldi. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu “Üçüncü İttifak olabilir” dedi. Karamollaoğlu bu ifadelerini “yeni seçim yasasıyla ittifak yapmanın avantajının kalmamasına” bağladı ama yeni seçim yasası çıkalı veya ne olduğunun ortaya çıkmasından bu yana bir ay geçti. “Seçim Kanunu ile birlikte görüşlerimiz de değişti. 6’lı masa aslında muhalefetin diyalog ortamını oluşturuyor. İlle de her noktada birlikte hareket etme mecburiyeti yok. Zaten bu durum da çıkan kanunla ortadan kalkmış oldu. / … üçüncü ittifak, yeni seçim kanunundan dolayı olabilir. Tek tek de girilirse, 3 partinin aldıkları oyu birlikte oldukları takdirde üst üste koysanız daha büyük çoğunluk elde edersiniz. Milletvekili çıkarma ihtimali artar” dedi. Daha sonra da açıklamasını “Ben ‘İttifaklar içinde ittifaklar olabilir’ kanaatimi gündeme getirmiştim. … 6’lı masa ittifak değil, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişe yönelik bir birliktelik” diyerek ayrıntılandırdı. Üç partiden 6’lı masanın muhafazakâr-dindar sağ seçmen kanadını oluşturan Saadet, Deva ve Gelecek partilerini kastettiği açık. Karamollaoğlu’nu Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan izledi. O da “Biz henüz ittifakta değiliz. Altı partili masada bazı ortak çalışma alanlarına katkı sunuyoruz” dedi. Davutoğlu’nun da baştan beri Millet İttifakı’nın adının değişmesinden, ittifakta her partinin eşit ağırlığa sahip olmasına kadar “aşırı” istekleri gündeme gelmişti. Eğer bunlar seçim öncesi daha fazla milletvekili ve avantaj kapmak için bir taktikse, o bir konudur. Yok bu partiler CHP ile birlikte oldukları için muhafazakâr seçmenin oyunu alamayacaklarını, beraber hareket ederlerse yüzde 7 barajını geçebileceklerini düşünüyorlarsa, bu da ayrı bir konu olur. Ama bu açıklamalar her şekilde Cumhur İttifakı’nın işine gelir. Seçmen de “Daha muhalefet etmede birleşemediler, ülkeyi nasıl yönetecekler” değerlendirmesinde bulunur.
GÖZLEM – Zam yağmuru devam ederken, emekliler başta “sabit ve dar gelirli” kesimin beklediği “maaş artışına, Bayram İkramiyesi de dahil ‘Hayır’ diyen” AKP iktidarının bu kararı, “baskın bir seçimi düşündüğüne dair” iddialarla ters düşmüyor mu?
K – İlgisi olduğunu düşünmüyorum. Bana göre MHP’ye rağmen bir baskın seçim kararı alınması ihtimali yok. Bir defa baskın seçim yapacak olsalar MHP’nin Meclis’e girebilmesi için gerekli olan seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesi, seçim kurullarını kontrol etmek için getirdikleri seçim kurulu başkanlarının kurayla belirlenmesi şartları da dahil son düzenlemeleri bu seçimde kullanamazlar. Bu işlerine gelmez. MHP de bu oldu bittiyi kabul edemez. MHP olmazsa da AKP’nin iktidarda kalma ihtimali de, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilme ihtimali de daha çok düşer. Ayrıca böyle bir erken seçim kararı alacak olsalar, bayram ikramiyesi yerine örneğin toptan bir maaş artışıyla emeklilerin ve diğer dar gelirlilerin yararına olacak bir düzenlemeyi yine anında yürürlüğe sokabilirler.
GÖZLEM – Galatasaray gibi, “eğitimliler, öğretimliler, aydınlar kulübü” diye anılan ve övünülen bir kulüpte son aylarda yaşanan kaos ülke gündeminin başına yerleşti. Yargıtay kararı ile “İdari ibrasızlık olmaz” hükmü “içtihat’ haline gelmişken, rahmetli Mustafa Cengiz’e de yapılan ve onun “mahkemelerde uygulanmasını önlediği” bir çeşit “gece yarısı oylamalı darbe teşebbüsü” bu defa da Burak Elmas yönetimine karşı denendi ve “başarıya ulaştı” denilirken… İstanbul Valiliği, Asliye Ceza Mahkemesi’nde “bu konuda açtığı ‘usulsüzlük’ davasında ‘idari ibrasızlık karar verilen’ genel kurulunun iptalini” istedi. Galatasaray üyelerinin de “Seçimli genel kurulun yapılmaması için yaptıkları müracaatın sonucu olarak” Mahkeme “30 nisanda yapılacak genel kurulu iptal etti” ve Galatasaray tam bir keşmekeş içine düştü, ne diyorsunuz?
K – Sizin dediğinizi diyorum: “Tam bir keşmekeş”. Bir defa Burak Elmas yönetimi idari olarak ibra edilmeyince, yeniden seçim kararı aldı. Ancak bunu “idari olarak ibra edilmediklerinden” dolayı değil, bu ibrasızlıktan ayrı olarak “kendileri güven oylamasından çıkamadıklarını addettikleri için” aldılar. Yani yönetimin seçim kararı teknik olarak ibrasızlıkla alakalı değildi. Hatta daha sonra Burak Elmas, kırgın olmasına karşın iki yeni başkan adayını da Kulübün sorunlarıyla ilgili bilgilendirdi. Süreç işliyordu. Dolayısıyla da mahkemenin kararına ben, eğer daha ayrıntılı bilemediğim bir şey yoksa, şüpheyle yaklaşıyorum. Galatasaray üzerinden bir takım oyunlar oynanıyor. Bu “istemeden ve kırılarak da olsa seçime gitme kararı veren Elmas yönetiminin, kalmasını isteyenlerce yargıdan çıkarılan” bir karar mı? Yoksa “yargıya her zaman, özellikle futbol gibi geniş kitleleri etkileyecek olan alanlarda, karışan birilerinin daha yukarılardan kurguladıkları bir stratejinin bir parçası mı” bilemiyorum.