Ülkeyi erken seçime bir tek Bahçeli götürebilir

Gazeteci yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında olan olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Türkiye’nin örnek aldığı “Çin ekonomik modeli”, erken seçim ve seçim sisteminin değiştirilmesi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönemde izlediği “sert ve aktif “ politika, Millet İttifakı ortağı Meral Akşener’in adaylık için “Ekrem İmamoğlu”nu işaret etmesi, dur adayının kim olacağı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kavala ve Demirtaş kararlarını işaret ederek, “Avrupa Konseyi ve AİHM kararlarını tanımıyoruz” açıklaması, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın tehdit edilmesi konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

GÖZLEM – Sizce, AKP İktidarından, işçiyi, çiftçiyi, memuru, emekliyi, dulu, yetimi, gaziyi, esnafı, iş dünyasını “düze çıkaracak” bir “mali destek programı” mümkün müdür? Milyonların beklentileri karşılanabilir mi? Yoksa kurulan komisyonlar, “vaat” mesajları, “gösteri” için mi?

K – Belli olguları gözardı etmemek lazım. Cumhurbaşkanı Erdoğan, her şeye karşın en azından kendisine bu zamana kadar oy vermiş seçmen cephesini iyi kötü okuyan, özellikle seçim sürecine giderken son anda yaptığı manevralar ve attığı adımlarla durumu kendi lehine çevirebilme özelliğine sahip bir siyasetçi. Şimdi mutfakta ısıtılmakta olduğu anlaşılan seçim vaatlerine bakalım: Asgari ücrette “bugüne kadar olmuşun çok çok fevkinde” bir artış yapılacağı vaadi. Böylelikle net 2.800 liranın biraz üzerinde olan asgari ücretin 4 bin lira seviyesine çıkarılacağı konuşuluyor. Yaklaşık 6 milyon memur ve emeklisi için ek protokol ile ekstra bir zam verileceği algısı yaratılıyor. Uzun zamandır vaatlerinin başında gelen öğretmen, polis, hemşire ve din görevlileri için 3600 ek gösterge sözünün yerine getirileceği iddia ediliyor. Sözleşmelilerin memurluğa alımı ile ilgili adımlar atılacağı ifade ediliyor. İşçi ve Bağ-kur emekli aylıklarının seyyanen tek seferlik ciddi miktarda arttırılacağı ileri sürülüyor. Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) ile ilgili bir taraftan bir çalışma başlatıldığı algısı yaratılıyor, diğer taraftan böyle bir çalışma olmadığı açıklanıyor. Ancak sonuçta bu “havuç” da sürekli gündemde tutuluyor. Tüm bu seçim vaatleri eğer gerçekleştirilirse tabii ki milyonları etkileyecek ve seçmenin oy pusulasını da değiştirebilecek konular. Ama maalesef son dönemde ekonomide yaşananlar tüm bu vaatlerin etkisini çok kısa sürede “sıfırlayacak” nitelikte. Faizlerin enflasyonun çok çok altına çekilmesi sonucu tasarruflar döviz, mal, mülk gibi alanlara yönelirken, dövizin artışı, maliyeti dövize bağlı olan mallardan başlamak üzere enflasyonu da önlenemez bir spiral artış içine sokmak üzere, hatta sokmuş durumda. TÜİK’in yüzde 20’nin biraz üzerinde gösterdiği enflasyon çeşitli alternatif ve güvenilir göstergelere göre; örneğin Üretici Fiyat Endeksi’ne göre (yüzde 54,62), bağımsız ekonomistler tarafından hesaplanan Enflasyon Araştırma Grubu’nun ENAGrup Tüketici Fiyat Endeksi hesabına göre (yüzde 58,65) ve nihayet son olarak İstanbul Planlama Ajansı tarafından hesaplanan İstanbul’daki yaşam maliyeti artışı hesabına göre (yüzde 50,18) hep yüzde 50’nin üzerinde çıkıyor. Bu durumda mevcut haliyle bile gerçek enflasyonun yüzde 50 civarında olduğu dikkate alındığında ve iktidarın seçim vaatleri için ihtiyacı olan kaynağın büyük kısmının “para basılarak” bulunacağı hesaba katıldığında, dar gelirliye hele hele faizleri arttırmadan yapılacak tüm zam ve gelir katkılarının enflasyonu daha da azdırıcı ve spirali hızlandırıcı etkisi olacağı söylenebilir. Dolayısıyla böylesi vaatlerin, ancak seçimlerden hemen önce yapılırsa kısmen seçmen tercihlerini etkileyeceğini, ancak esasında ekonomik gidişi ve dar ve sabit gelirlilerinin durumunu ciddi biçimde düzeltmeyeceğini düşünüyorum.

GÖZLEM – Bu çabadan ve gösteriden “erken seçim” çıkar mı? Cumhurbaşkanı, “MHP’nin beklediği ‘yüzde 7’lik barajı, Meclis’ten çıkarmadan”, kulislerde konuşulan “Haziran’da erken seçim” kararını alabilir mi? Bu kararı, “Yüzde 10’luk barajı aşamayacağı ortada olan” Devlet Bahçeli ve MHP kabul edip, destekleyebilir mi?

K – Çok doğru tespitler. Bahçeli seçim barajının yüzde 7’ye, hatta belki de yasalaşma sürecinde son anda yüzde 5’e indiğini görmeden bu şartlarda seçime gitmek istemez. Öte yandan ekonominin spiral olarak bu derecede bozulduğu bir dönemde, enflasyonun kaçınılmaz bir şekilde geniş halk kitlelerini geçinemeyecek ve sokağa dökülecek noktaya geçireceği bir kaç ay içinde, iktidar her şeye rağmen, hiçbir şey yokmuş gibi ülkeyi yönetmeye devam edebilir mi? Bana göre burada kilit isim yine Devlet Bahçeli olacak. Kendisi de “En iyi muhalefeti biz yaparız” dediğine göre, Bahçeli muhalif cepheye çekilerek, bir şekilde ikna edilerek, ülkeyi daha fazla krize sokmadan erken seçime götürmesinin önü açılabilir mi? Bahçeli’nin elini tutan ne? Acaba muhalefet bu konuda yeterince derin bir araştırma yapıyor mu? Bahçeli’yi iktidara bağlı kılan nedenleri araştırıp, ortaya koyup bunları bertaraf edecek çalışmalar içinde mi? İktidar cephesinin zayıf halkası MHP’dir. Ülkeyi erken seçime bir tek Bahçeli götürebilir.

GÖZLEM – Bir zamanların “Pasif mücadele / Gandhicilik” stratejisinin sahibi Kılıçdaroğlu, “aktif, hatta çok sert” bir politikanın rejisörü olarak meydanlara çıktı ve İktidara “savunma” rolünü, kabul ettirmiş görünüyor. Bu tablo ortada iken, CHP, “Kılıçdaroğlu’ndan başka bir aday” düşünebilir mi?

K –Kılıçdaroğlu’nun son ana kadar değişik seçenekleri aklında tutacağını ve önce kendi kurmaylarıyla, sonra da başta İyi Parti olmak üzere genişleteceğini düşündüğüm Millet İttifak’ının bileşenleriyle görüş alış verişinde bulunarak Erdoğan’ın karşısına çıkacak adayı belirleyeceğini, belirleyeceklerini düşünüyorum. Bu aday adayları içinde şu anda en olası gözüken de Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisidir. Dolayısıyla, hem seçime giden zayıflamış bir iktidara karşı yapılması gereken muhalefetin gereği olarak, hem de Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin en olası adayı olmasından ötürü elinden geleni ardına koymayıp iktidar üzerinde özellikle yolsuzluklar ve geçim sorunu üzerinden bir seçim baskısı kurmak istiyor.

GÖZLEM – Millet İttifakı’nın “ikinci” partisinin lideri Meral Akşener ise, “Kılıçdaroğlu’nun adaylığa sıcak bakmadığını” ima ediyor, hatta “Ekrem İmamoğlu’dur adayımız” dercesine konuşuyor. Bu ikilemin sonu nereye varabilir?

K – Akşener’in kaygısı, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili bu ülkede muhalif cephede yer alan aklı başında pek çok kişinin de ortak kaygısıdır. O da Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı söz konusu olursa, iktidarın “Alevi karşıtlığı” üzerinden oy çalmaya çalışacak olmasıyla ilgili bir kaygıdır. Eminim bu hususu Kılıçdaroğlu’nun kendisi de düşünüyordur. Ben Kılıçdaroğlu’nun Akşener’in açık itirazına karşın bir karar vereceğini düşünmüyorum. Her şekilde beraber bir araya gelip bir karara ulaşırlar. Öte yandan tek bir aday çıkarmayacak olsalar dahi ikinci tura kalacak bir yarışta, Erdoğan’ın karşısındaki muhalif adayın – Kılıçdaroğlu da olsa, İmamoğlu da olsa, Akşener de olsa, Mansur Yavaş da olsa– seçileceğini tahmin ediyorum. Zaten kamuoyu yoklamaları da bunu gösteriyor. Bence artık bu noktadan sonra “Alevilik kartı” Kemal Bey’e karşı ters teper. Kemal Bey’in önündeki en büyük tehlike, son Mersin mitinginde “Türkiyeli” ifadesini kullanarak yaptığı gibi yapacağı “hatalar” olacaktır. Bu diğer adaylar için de geçerli. Bir sonraki Cumhurbaşkanı’nı, Erdoğan’ın bu noktadan sonra atacağı seçim adımları değil, muhalif adayın süreci nasıl idare edeceği belirleyecek. Muhalefetin adayı kim olursa olsun hem sağdan, hem de HDP’den alacağı oylarla Cumhurbaşkanı seçileceği için, her iki tarafın da hassasiyetleri hesaplanırken, “bir yere oynayarak diğer yerden olunmamasına” da dikkat etmek gerekir.

GÖZLEM – MHP İl Başkanı’nın başkanlığında Türkeş’i anma gününde Türkeş Vakfı’nın toplantısının basılmasını ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı açık açık tehdit etmelerini nasıl yorumluyorsunuz?

K – Mansur Yavaş’ın milliyetçi muhafazakâr cephede öne çıkan bir lider olma yönünde ilerlediği anlaşılıyor. Bu sadece Devlet Bahçeli’nin, uzun zamandır kendisinden beklenmeyen bir “şiddet içeren” sertlikle duruma müdahale etmesinden değil. Görüşmeden hemen sonra Yavaş’ın, Meral Akşener’e teşekkür ziyaretinde bulunmasına karşın, Akşener’in bir süredir, sizin de söylediğiniz gibi Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP oylarına daha yakın olan Ekrem İmamoğlu’nu öne çıkarması ve sağ kesimden oy toplama potansiyeli İmamoğlu’na göre çok daha yüksek olan Mansur Yavaş için bir “güzelleme” yapmaması da bunun bir göstergesi. Bu dönemin “yakın gelecekte ortaya çıkacak boşlukları doldurmaya” ilişkin öne çıkan iki lideri hiç şüphesiz Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş.

 

GÖZLEM – Erdoğan’ın Kavala ve Demirtaş kararlarını işaret ederek, “Avrupa Konseyi ve AİHM kararlarını tanımıyoruz” dedi. Anayasaya aykırı bu açıklama, “Avrupa’dan kopulacağının” işareti mi; AB üyeliğinden vaz mı geçiyoruz?

K – Cumhurbaşkanı Erdoğan Katar’dan dönüşte gazetecilerin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın AİHM kararları uyarınca derhal serbest bırakılmasına dair çağrı ve kararlarıyla ilgili sorusuna “Biz Avrupa Birliği’nin Kavala’yla, Demirtaş’la şununla bununla ilgili aldığı kararları tanımıyoruz. Olay bu kadar basit. ‘Yok’ farz ediyoruz. Bizim indimizde bunlar yok hükmündedir” diye yanıt verdi. Burada bir kaç konu var. Bir defa Avrupa Konseyi ayrı Avrupa Birliği ayrı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa Konseyi bünyesinde bir mahkeme. Türkiye, Anayasa’nın 90. Maddesine göre AİHM kararlarına uymak ve uygulamak zorunda. Uygulamazsa prosedür sonucunda Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliği askıya alınabilir. Hatta Avrupa Konseyi’nden atılabilir. Ancak bunun Avrupa Birliği ile bir ilgisi yok. Dolayısıyla bana göre Erdoğan ya yanlışlıkla ya da bilerek farklı bir algı yaratmak amacıyla Avrupa Konseyi yerine AB ifadesini kullanarak zor durumda kaldığı iç siyasette, her zaman başvurduğu türden bir “gündem değiştirme, gündemi belirleme” taktiğine gitti. Konsey’den çıkarılma bugünden yarına olacak bir gelişme değil. İş o noktaya geldiğinde, kendi çıkarlarını eminim Demirtaş’ın veya Kavala’nın çıkarlarından daha önemli görecek bir Avrupa, Türkiye’yi ve Erdoğan’ı kontrol edebildiği bir zeminden kaçırmak istemez. Onun için Avrupa nezdinde iş o noktaya gelmeden bir geri adım atılacağını ya da buradan Türkiye’ye bir ceza kesilirken başka taraftan Türkiye’nin “el altında tutulacağı” bir politikanın yürürlüğe sokulacağını düşünüyorum.

 

GÖZLEM – Ticaret Bakanı iken, “şirketinden piyasadaki fiyattan daha pahalı olarak dezenfektan satan” ve durum ortaya çıkınca görevden alınan Ruhsar Pekcan hakkındaki suç duyurularıyla ilgili olarak Ankara Başsavcılığı “soruşturmaya gerek olmadığına” karar verdi, görüşünüz?

K – Hiç şaşırmadım. Kilit noktalarda büyük ölçüde iktidarın güdümünde olan bir adalet sisteminde, istenilen kararı verecek merciye gönderilen AKP’nin aleyhine bir dosyadan başka bir karar çıkmış olsaydı şaşırırdım. Ancak bu dosyalar ve daha niceleri not ediliyor ve iktidar değiştiğinde bunların tümünün üzerine hızla gidileceğine dair –başta ilk işlerinin Siyasi Ahlak Yasası’nı çıkartmak olacağını ve yasadışı işler yapan bürokratların üzerine gideceklerini söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözleri olmak üzere– çok sayıda gösterge var.

Loading