Gerçek bir insanlık öyküsü; NİNEM!…

İnternette “öğretmen” Serpil Kaya Ceran Hanımefendinin, “gözlerimi nemlendiren” bir yazısını okudum.

Hepimize “insanlık dersi” veren satırlarını okuyucularımın da okumasını istedim.

Okuyucularımı, Hocamızın “NİNEM” başlıklı yazısı ile baş başa bırakıyorum…

Kendimi bildim bileli, ninemle birlikte yaşıyorduk. Annemle çok iyi anlaştıkları söylenemezdi, ancak bana çok düşkündü.

Üniversite yıllarına kadar, evde her şeye karışan, otoriter, sözünü dinleten, dipçik gibi bir ninem vardı. Muğla’da okuduğum için, ancak yarıyıl ve yaz tatillerinde eve geliyordum. Manisa’ya geldiğim zamanlar eski arkadaşlar, akrabalar, ziyaretler derken dolu dolu geçen günler, sonra tekrar okul…

Üniversite son sınıftayken, yarıyıl tatilinde, ninemin sessizliği, annemin şikayetleri dikkatimi çekti. Çok üstünde durmadım.

1997 yılıydı ve öğretmen olarak tayinim çıkmıştı. Benim gibi öğretmen olan bir arkadaşımla Denizli’de ev tutup göreve başladım.

Benim için her şey çok güzeldi. Öğrencilerle uğraşmak, sevdiğim mesleği yapmak, beni çok mutlu ediyordu. Tek özlemim ailem ve Manisa’ydı. Yarıyılda öğrencilerimin karnelerini dağıtıp, Manisa’ya döndüğüm zaman bazı şeyler dikkatimi çekmeye başladı.

Ninem odasından pek çıkmıyordu. Sadece yemekte bir araya geliyorduk. Yemekten sonra, sessizce odasına çekiliyordu. Mutfakta bir şeye dokunduğu zaman annem “O pis ellerinle bir şeye dokunma!” Tuvalete girdiği zaman “Pis yine her tarafı batıracaksın! Çabuk çık oradan!” diyor, odasındaki küçük televizyonu açtığında hışımla “Kapat o televizyonu!” diye bağırıp, söylenerek televizyonu kapattırıyordu.

Anneme neden böyle yaptığını sordum. “Ninen bunadı, artık ne yaptığını bilmiyor. Ellerinin yağını perdelere sürüyor, yiyecekleri odasına saklıyor, her yeri kirletiyor. Babanla konuştuk, onu huzurevine yatıracağız. Yarın bir gün iyice kötü olursa onunla uğraşamam” dedi.

Gerçekten duyduklarıma inanamamıştım. Annem sürekli şikayet edip, bağırıp, çağırıp, hiçbir şey yapmasına fırsat vermeyerek ninemi adeta hayattan koparmıştı.

O akşam nineme yemeği ben koydum. “Tabağı boşalırsa tekrar yemek koyacağımı” söyledim. Ninem ürkek bakışlarla bir bana, bir anneme bakıyor, korku ve şaşkınlık içinde, çekinerek yemeğini yiyordu. Daha önceleri her şeye karışan ninem suyu bile korkarak istiyordu.

Ninemin bu hali, huzur evine yatırıma kararı beni fazlasıyla üzmüştü. Bu duruma bir çare bulmak için kafa yoruyordum. O günlerde ev arkadaşım telefonda, “beklediği tayinin çıktığını, eve artık gelmeyeceğini” söyledi.

Bu haber benim için o anda müjde gibi geldi. Ninemle birlikte Denizli’ye gidecek, ona ben bakacaktım. Sorumluluğu çok ağırdı, ama her şeyi göze almıştım. Ninemi, annemin insafına, ya da huzurevine bırakamazdım.

Bu kararıma annemle babam şiddetle karşı çıktılar. Ancak ben de direttim.

Denizli’ye birlikte geldik. İlk günler ninem çekingen bir çocuk gibiydi. Her şeyi ben yapıyordum. O sessizce beni izliyordu.

Bunu fırsat bilerek, “tarhana çorbası nasıl yapılıyordu, pilav malzemeleri nelerdi, kahvaltı nasıl daha güzel hazırlanırdı” gibi sorularla ninemin içine kapanmış hâlinden kurtulması için uğraşıyordum.

Ayrıca eskileri anlatarak, sürekli onunla sohbet ediyorum. Bu gayretim zamanla işe yaramaya başladı. Ninem yaptığım yemekleri tarif etmeye, bana bilgi vermeye başladı. Ama eli bir yere değince veya su vs gibi bir şeyi yanlışlıkla dökünce, müthiş bir korkuyla susup, içine kapanıyordu.

Aslında ninem bunamamıştı, yaşlılık nedeniyle yaptığı sakarlıklar yüzünden annemin sürekli bağırıp azarlaması, sürekli ninemi küçük düşürmesi, ninemin özgüvenini yitirmesine, kendisini değersiz hissetmesine sebep olmuştu.

Bana verdiği her fikir için ona teşekkür ediyor, “Eski toprağın hali bir başka” diyordum. Bu da ninemin çok hoşuna gidiyor kendisine güveni artıyordu.

Nineme küçük bir radyo, örgü şişleri ve ipler aldım. Birkaç tane de ninemi yalnız bırakmayan yaşıtları komşular…

Bir ay sonra ninem örgü örmeye, radyo dinleyip şarkı söylemeye, eskiden olduğu gibi yavaş yavaş yemek, temizlik yapmaya, uzun zamandır bıraktığı namazı da kılmaya başladı. Yaz geldiğinde ninem artık hayatın içindeydi.

Bazen bana uzun uzun bakıp “Güler, kızım sen benim yeniden hayata dönmeme sebep oldun. Yavrum Allah’a şükürler olsun ki senin gibi melek bir torunum var” diyor, gözleri doluyor bana sarılıyordu.

Yaz tatilinde ninem Manisa’ya gelmedi. “Denizli ‘de kalıp, komşularıyla vakit geçirmek istediğini” söyledi. Annemle babamı affedemiyordu.

Tatil dönüşü ailece birlikte Denizli’ye geldik. Babamla annem ninemden özür diledi, helallik istediler. Çok şükür sonunda her şey istediğim gibi olmuştu.

Evlendiğim zaman ninemi yanıma aldım. Çocuklarıma da hayatta olduğu sürece baktı. Tayinlerde hep bizim yanımızdaydı.

Artık iyice yaşlanıp hastalandığı zaman gözyaşları içinde “Güler, yavrum eğer ölürsem beni buralarda bırakma, Manisa’ya dedenin yanına götür” diye sanki vasiyet etti. Eşimle birlikte ninemi alıp Manisa’ya geldik. Yaşlıydı, halsizdi ama Manisa’ya gelince öyle mutlu oldu ki. İyice çukura gömülmüş gözlerinden sevinç yaşları, dudaklarından şükür duaları dökülüyordu. Annemle babam da ellerinden geldiğince rahat etmesi için uğraştılar.

İki hafta sonra ninemi toprağa verdik. Çok sevdiği dedeme ve Manisa’ya kavuşmuştu.

O günleri düşündüğüm zaman içimde buruk bir huzur duyuyorum. “İyi ki nineme sahip çıktım, iyi ki Allah bana o idraki, o sevgiyi, o metaneti verdi” diye şükrediyorum.

Beş yıl önce vefat eden Satı ninemi her zaman rahmetle yâd ediyorum…

Vefat etmiş yakınlarımıza Allah rahmet eylesin, cümlemizin yüreğine sevgi ve merhamet versin…

ERDEM…    VE POLİTİKA

Şu anda 7 milyon kadınımızın okuma yazması yoktur. “Elbet sefil olursa kadın,  alçalır beşer” diyor, şair. Şunu kesinlikle söyleyebilir ki, kızlarını okutmayan toplumlar ya sömürge olurlar ya da çökerler.

                                                                                     Ali Naili Erdem

Sözün Özü…

Bu hafta “Sözün Özü” görevi bırakmak üzere olan Almanya Başbakanı Angela Merkel’den:

Hindistan ve Çin birlikte iki milyar beş yüz milyon nüfusa sahip. 150 tanrısı ve 800’den fazla inancı var ve de barış içerisinde yaşıyorlar. Müslümanların 1 Allah’ı, 1 Peygamberi, 1 dini, 1 kitabı var… Ama sokakları birbirinin kanıyla kıpkırmızı… Katili “Allah’u Ekber” diyor, kurbanı “Allah’u Ekber” diyor!.. Ve her iki taraf da öldürülenlerine “şehit” diyor!..

Şair Eşref Şayet Yaşasaydı… Ne yazardı?

Nihat Demirkol

İnternet’ten “esen” rüzgarlar…

Başkan’a mesajım var

Teşekkürlerimle…

Sayın Tunç Soyer başkanım; sütunumun bu bölümünde “İzmir’de gördüğüm eksiklikleri, vatandaşın şikayetlerini” yazmaya başlamıştım. Bu arada da merak ederek, size sormuştum; “Acaba bu yazdıklarım size ulaşıyor mu; yoksa basın bürosunun eleğine takılıyor mu?”

Şimdi yazmak görevimdir; “Basın bürosundaki arkadaşlarımızın, ‘vatandaşın derdini, sorununu’ size ulaştırdıklarını” ve de “şikayet konusunu çözecek yetkililerin harekete geçtiğini” yazılarımın üzerinden 15 gün geçmeden görmenin mutluluğunu yaşıyor, Size de, Basın Bürosunda Daire Başkanımız dahil görevli kardeşlerime de teşekkür ediyorum.

İZSU’nun, Ege Koop’un 4 Mevsim Konakları’na 8 yıldır gelmeyen suyunu bir – iki ay içinde getireceğini öğrenmek, Çayır Mevkii’nin İzmir – Çeşme çevre yoluna ana bağlantısı olan 2209 nolu (trafiği yoğun ara cadde) sokağın asfaltlanmaya başlandığını görmek ne güzel… Sağolun…