Tehdidin büyüklüğü gelecekte fark edilecektir

Proaktif Yaklaşım; bir tehdit gerçekleşmeden önce, tehlike ve risklerin öngörülmesi ve zamanında gereken önlemlerin alınmasıdır. Büyük devletler; proaktif yaklaşımla, milli öngörüyle gelecek on yıllarını, hatta yüzyıllarını planlarlar.

Ülkemizdeki “geçici sığınmacı” uygulamasına bakıldığında; bu uygulamanın, nasıl bir milli öngörüyle, hangi milli çıkarlara göre şekillendirildiği izaha muhtaçtır. Sorulduğunda; “muhacir-ensar” kavramı, “din kardeşliği”, “zalimin zulmünden kaçanlara kucak açılması gerektiği” gibi hamaset kavramlarıyla cevap verilmekte, bu uygulamanın; hangi milli yararımıza hizmet ettiğine, bugün yarattığı ve gelecekte yaratacağı sorunlara, elde edileceklerin kayıplarımıza değip değmeyeceğine değinilmemektedir.

Ülkemiz ABD ve AB’nin baskı ve telkinleriyle bir “sığınmacı cennetine” dönüştürülmüştür. Bu sığınmacıların başında da resmi rakamlara göre 3,7 milyonla Suriyeli sığınmacılar başı çekmektedir (gerçekte bu sayının iki-üç katı Suriyeli olduğu ifade edilmektedir). Doğru Parti Genel Başkanı Rıfat Serdaroğlu bu durumun geleceğimize yansımasıyla ilgili çok önemli tespitlerde bulunmuştur. Sayın Serdaroğlu; ülkemizdeki Suriyeli kadınların doğum sayıları üzerinden yaptığı değerlendirmede, özellikle Güneydoğu Anadolu’da nüfus yapısının Suriyeli sığınmacılar lehine büyük bir hızla değişmekte olduğunu resmi rakamları referans alarak ortaya koymuştur. Özetle; Suriyeli kadınların doğum oranı 5,7 iken Türk kadınlarının doğum oranının 1,7 olduğunu, bu durumun demografik yapımızı olumsuz etkileyeceğini ifade etmektedir.

Ülkemizde resmi rakamlara göre 1,7 milyon Suriyeli kadın bulunmaktadır. Buna göre hesaplandığında karşımıza 9,6 milyon gibi bir çocuk sayısı çıkmaktadır. Bu çocuklar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuşlardır ve demografik yapımız açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadırlar. Gelecekte Suriyeli nüfusun daha ne kadar artabileceği düşünüldüğünde tehdidin büyüklüğü fark edilecektir. Ülkemizde bu durum “fayda-maliyet” yerine; AB’den gelecek paralar hesap edilerek “kar-zarar” kavramları üzerinden, fonlardan para gelmeyince uğradığımız “zarar” da inanç değerlerimiz öne sürülerek“sadaka, yardım” kavramlarıyla açıklanmaktadır.

Yine resmi rakamlarla,2011-2019 yılları arasındaki sekiz yılda Suriyeli sığınmacılara harcadığımız para 40 milyar dolardır. Bu rakam bugüne tahvil edildiğinde bazılarına göre 70, bazılarına göre 80 milyar doları bulmuştur. Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren ülkemize kazandırılan fabrikalar, limanlar, enerji tesisleri, doğal kaynaklar ve arazilerin son 19 yıldaki satışından elde edilen özelleştirme geliri ise 62,9 milyar dolardır. Bu durumda karşımıza; atalarımızın bize bıraktığı mirası satıp Suriyeli sığınmacılara harcadığımız gibi korkunç bir tablo çıkmaktadır. Durum böyleyken sığınmacılar lehine çok cazip uygulamalarla daha fazla sığınmacı gelmesi adeta teşvik edilmektedir. Ülkemizde vatandaşlarımızın yarısı açlık sınırı altındaki asgari ücrete, emekli maaşına mahkumken, böyle bir tablonun hamasetle, inanç değerlerimizle, sadaka ve yardımla izah edilmesini anlamak mümkün değildir. Günümüz koşullarında“böyle büyük bir yatırımın boşuna yapılmayacağı” düşünüldüğünde, insanın aklına çok daha derin plan ve projelerin olabileceği gelmektedir. Bu nedenle bu yatırımın hangi milli çıkarlara hizmet ettiği ciddi bir şekilde izah edilmelidir.

Sığınmacı tehdidinin giderek büyümekte olduğu bütün açıklığıyla görülmektedir. Bölgeden gelen bilgilere göre bugün artık Güneydoğu Anadolu’muz adeta Araplaştırılmıştır. Öyle ki; Güneydoğu’da özellikle de Hatay ve bazı ilçelerinde Suriyeli sığınmacıların toplam nüfus içindeki oranının yüzde 80’i aştığından söz edilmektedir. Doğum sayıları da hesaba katıldığında bu durum demografik yapımız ve kültürel değerlerimiz açısından son derece büyük bir tehdittir. Amaçlardan birisi de ülkemizde Arap kültürünü yerleştirmek midir? Değilse daha fazla zaman kaybetmeden önlem alınmalıdır. Bu günkü uygulamaların devamı halinde bu tehdit; gelecekte, altından kalkamayacağımız kadar büyüyecektir.

Hatay’ın Doğu Akdeniz’deki stratejik konumu, Suriye’nin Hatay’ı topraklarına katmak konusundaki milli hedefi, Rusya ve İran’ın Suriye ile ortaklığı, ABD’nin; Suriye’nin toprak bütünlüğünü PKK lehine bozma ve Fırat’ın doğusunda bir PKK/PYD oluşumunu gerçekleştirme hedefi, AB’nin sığınmacı politikası, sığınmacıların Türkiye’ye havale edilmesi, İsrail ve Fransa’nın bölgedeki amaçları ile birlikte ülkemizdeki siyasal İslamcı kadroların, tarikatların ve cemaatlerin Arap hayranlığı da düşünüldüğünde tehdidin büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır.

Loading