TÜSİAD 2 Nisan 1971 kuruldu… Kuruluşundan tam 50 yıl sonra Türkiye’nin geleceğini hep birlikte inşa etmek için tarihi bir çağrı yaptı. TÜSİAD’ın “Kuruluş Protokol’ü de aslında bir çağrı ve ekonomiyi rotasını belirlemeye dönüktü. Protokolün altında 12 iş insanın imzası vardı. Feyyaz Berker (Mersin), Selçuk Yaşar (İzmir), İbrahim Bodur (Çanakkale), Osman Boyner (Kastamonu), Vehbi Koç (Ankara), Nejat Eczacıbaşı (İzmir), Sakıp Sabancı (Adana), Raşit Özsaruhan (İzmir), Ahmet Sapmaz (Adana), Melih Özakat (İzmir), Hikmet Erenyol (Mersin), Muzaffer Gazioğlu (Kayseri) imzası olan işadamlarıydı. Hep İstanbul sermayesinin temsilcisi olarak anılan TÜSİAD aslında Anadolu’nun değişik yerlerinden gelen iş insanları tarafından kurulmuştu. Şimdi o TÜSİAD Türkiye’nin geleceğini inşa için herkese çağrı yapıyordu. Bu çağrı çok önemliydi. Tıpkı kuruluş protokolü gibi…
Şöyle deniyordu çağrıda:
“Bu çalışma gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye’yi inşa etmek için toplumun tüm kesimlerine çağrıdır. Bu çalışma, yeni bir anlayışla Türkiye’nin geleceğini birlikte inşa etme çağrısıdır. Günümüzde refahın asıl belirleyicisi ne yer altı kaynakları ne fiziksel sermaye ne de vasıfsız işgücüdür. Yer altı kaynaklarına dayanarak zenginleşmiş ülkeler bulunmakla birlikte gelişmiş ülke olmak için bu yeterli değildir.
Günümüzde refahın en önemli belirleyicisi maddi olmayan kaynaklardır.
Gelişmiş ülkelerde kalkınmanın olmazsa olmaz üç temel unsuru:
1. İnsani gelişme ve yetkinleşme
2. Bilim, teknoloji ve inovasyon
3. Siyasal, ekonomik, toplumsal kurumlar ve kurallardır.
Bu üç unsurda atılacak adımlar ile varmayı hedeflediğimiz;
1 – Ekonomik istikrara, öngörülebilir yatırım ortamına, düşük enflasyona ve güçlü makro ekonomik dengelere sahip, istihdam yaratan, sürdürülebilir büyümeyle kişi başı geliri yüksek, gelişmiş bir Türkiye,
2 – Uluslararası alanda diplomasi ve iş birliğiyle rol model olan, AB entegrasyonu başta olmak üzere Batı dünyası ile ilişkilerini güçlendiren, uluslararası hukuka ve sözleşmelere bağlı, saygın bir Türkiye,
3 – Gelir adaletini tesis eden, bölgesel farklılıkları gideren, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan, dil, din, mezhep, ırk, köken ayrımı olmadan herkesin eşit ve özgür yaşadığı, toplumda hiçbir kesimi kalkınma sürecinde geride bırakmayan, adil bir Türkiye,
4 – Ekosistemin dengesini gözeten, karbon nötr kalkınmayı başaran, gelecek kuşaklara yeşil ekonomik dönüşümü içselleştirmiş bir yönetişim sistemi sunan, çevreci bir Türkiye,”
Çağrıyı seslendirme görevi TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’a verilmişti. Ve TÜSİAD pandemideki ilk fiziki toplantısını yapmış, bütün güçlü isimler bir araya gelmişti.
Türkiye ekonomisini yöneten bu isimler Başkan Tuncay Özilhan’in seslendirdiği çağrıyı heyecanla dinlediler ve alkışlarla destek verdiler.
TÜSİAD’ın kuruluşunun ellinci yıl dönümünde “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” başlıklı çalışma ile ilgili Tuncay Özilhan’ın saptamaları anlamlıydı. Özilhan konuşmaya şöyle başladı:
“Nihayet pandemi sürecinin sonuna gelebileceğimizi düşündüğümüz günlerden geçiyoruz. Toplantımızı yüz yüze yapabilmemiz de bunun bir göstergesi. Hepimiz hayatın olağan akışına dönmeye çalışıyoruz. Ancak birçok şeyin değiştiği de gözden kaçmıyor. Bu değişim, bizi geleceğimizi yeni bir bakış açısıyla inşa etme zorunluluğu ile karşı karşıya bırakıyor.”
Özilhan sonra şu sözlerle riskleri aktardı:
“Buradan ilhamla, bugün Türkiye’nin geleceğine baktığımda, dünyadaki jeopolitik risklerin, sosyo-kültürel gerilimlerin, iklim değişiminin etkilerinin ve bereketsiz ve dengesiz ekonomik büyümenin mahşerin dört atlısı olarak üzerimize geldiğini görüyorum. Bunların üzerine bir de geleceği şekillendiren teknolojik dönüşümün ekonomik, insani ve toplumsal boyutlarını eklemeliyiz.”

Özilhan, en son olarak da neler yapılması gerektiğini daha iyi bir dünyada yaşam mesajını şu sözlerle verdi:
“Ekonomik kriz, iklim krizi, jeopolitik krizler ve başta mülteci krizi olmak üzere toplumsal gerilimler, daha önce tek tek ele aldığımız sorunlar yumağını bir ateş topuna çevirdi. Bunlara ilave olarak, dördüncü sanayi devrimi olarak isimlendirilen süreç iyi yönetilemediği, teknolojiyi tüketen değil üreten olunamadığı durumda, yeni teknolojilerin yaratabileceği muazzam imkanların, yerini artan risklere bırakması da kaçınılmaz olacak.
.Bütün sorunların birbirine bağlandığı, birindeki çözümün mutlaka diğerlerini de dikkate alması gerektiği bir noktadayız. Kısacası, daha güzel bir gelecek istiyoruz.
.Bu noktada uygarlık yarışının bir sonraki aşamasına nasıl geçeceğimiz, daha güzel bir geleceği nasıl inşa edeceğimiz temel bir soru olarak karşımıza çıkıyor.
.Bu sorunun cevabı 80 milyonun iradesiyle ortaya çıkacak.
.Sorunları geleceğe öteleyerek devam etme şansımız kalmadığı bir noktadayız. Çünkü o gelecek artık geldi. Bu nedenle öncelikle tarihsel olarak bir değişim ihtiyacında olduğumuzun farkına varmak gerekiyor. Ya tarihin akışının hızlandığı bu dönemeçte önümüze açılan fırsatlardan yararlanmak üzere ilerleyeceğiz ve geleceğimizi yeniden kurgulayacağız ya da kısır tartışmalarla, günü kurtarmaktan öteye gitmeyen adımlarla, öze değil makyaja dönük önlemlerle bu fırsatların heba olmasına seyirci kalacağız.”