İşte Dünya ve işte Atatürk!..

Üç haftadan beri sütunlarıma aldığım “bir Türk denizcisinin ‘Atatürk anılarının son bölümü…

“Deniz Mühendisi” Mehmet Ali Ergöz’ün anılarını okumamış olan okuyucularımın okumalarını ve de “okumayanlara okutmalarını” dilerim.

Bu anılar okunmalıdır ki, okuyanlar, “Atatürk’e saygı göstermeyen, hakaret etmeye kalkışan nankörlerin nasıl birer insan olduklarını” bir defa daha ansınlar!..

“Onun anılarını bana gönderen” arkadaşıma teşekkür ediyor, anıların sahibi Sayın Mehmet Ali Ergöz’e de şükranlarımı sunuyorum. İşte anıların son bölümü…

***

Yıl 1999…

Hindistan’ın Visakapatman limanındayız.

Şehri dolaşırken büyük bir kitapçı dükkanına girdim.

Çocuklar için kısaltılmış İngilizce dünya klasikleri dizisi olduğunu gördüm. İncelediğim listede ‘Atatürk’ün Hayatı ve Devrimleri’ isimli bir kitap bulunuyordu.

Listede olmasına rağmen raflarda yoktu.

Görevliyi buldum ve diğerleri ile bu kitabı istediğimi söyledim.

Görevli, okulların yeni açıldığı, ilginin fazla olması nedeniyle kitabın kalmadığını, ısmarladıklarını ve bir hafta sonra uğramamı söyledi.

Ertesi gün limandan hareket edeceğimiz için zamanım olmadığından bu kitabı alamadım.

Bir yandan bütün kitapevi benim olmuş gibi mutlu oldum, diğer yandan, derin bir acı ve üzüntü duydum.

Dünyanın öbür ucunda, çocuklara öğretilen Atatürk kendi ülkesinde üstü örtülmüş, yetkili yerlere gelen kişiler O’nu bu ülke gençliğine öğretmemek için her şeyi yapmışlardı. Üzüntümün nedeni buydu…

***

Yıl 2003…

Kamerun’un Douala Limanındayız.

Kütük kereste yüklenecek. Yükün sahibi, gemiye yüklemeye nezaret edecek bir kaptan göndermişti. Kaptan Hırvat’tı.

Zabitan odasına geldiğinde, gelenin karşısına düşen duvardaki Atatürk resmini görünce duraladı. Bir süre durduktan sonra resme doğru yürüdü.

Saygı ifade eden davranışlarla resmi nazikçe düzeltti ve hepimizin yüreğine bir ok gibi saplanan şu sözleri söyledi; “Siz bu insanı ve ideallerini anlayamadınız. Anlamış olsaydınız bugün Avrupa kapılarında sürünmez, Avrupalılar sizin kapılarınızda bekleşirlerdi.”

***

Yıl 2011…

Yer, New York Havalimanı. Yurda dönüyoruz. Benim eşyalarımı kontrol eden görevli yakamdaki rozeti göstererek “Bu Atatürk” dedi. “Tanıyor musun” diye sordum. “Tabii tanıyorum, okullarda Türkler için neler yaptığını öğrettiler” dedi. Amerikalıların genel kültür konusundaki ilgisizliklerini ve eğitimlerinin sorunlarını bildiğim için bu yanıt beni hem şaşırtmış hem de üzmüştü. Türkiye’de ise “Atatürk öğrenilmesin” diye yöneticiler neler yapıyordu. Üzüntümün nedeni buydu.

***

Yıl 2017…

Bangladeş’in Chittgong limanındayız.

Gemiden inmiş limanın çıkış kapısına doğru gidiyordum.

Takkeli, entari ya da şalvar giyimli, yaşlı birisi ile hafifçe çarpıştık.

Nedeni o olmamasına karşın özür diledi ve konuşmaya başladık.

Nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyledim.

Hiç beklemediğim bir cevap verdi; “Atatürk’ün çocuğusun yani” dedi. Heyecanlanmıştım. Sohbeti sürdürdüm.

Birçok kimseye inanılmaz gelebilir ama bana şunları söyledi:

“En büyük Müslüman Atatürk’tür. Biz Bangladeş olarak onun öğrettiği yoldan gittik… O sadece Türk ulusunun değil, ezilen tüm halkların önderidir.”

*****

Gazetecileri sevmiyorlar mı, acaba?

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “yeni tramvay hatları” müjdesini verdi; “İzmir’i demir ağlarla örmek boynumuzun borcudur.”

Elbette, İzmir’de yaşayan her vatandaş gibi “bu müjde” beni de mutlu etti; teşekkür ederim.

Ne var ki, Urla’nın “Çayır mevkiinde (ki, bataklıktı)  30 yıl önce ‘ilk yerleşim yeri’ olarak yapılan” Gazeteciler Sitesi’nden bu yana, bütün Çayır Mevkii’nin yapılaşmasına, yeni siteler, modern binalar ile dolmasına rağmen… Yollar, yaz geldi; toz geldi; kışın yağmur geldi, sel geldi; delik deşik oldu, deprem geldi; çatladı; , inşaatlar yüzünden koca koca kamyonlar geldi, yıprandı; su geldi, delindi; kanalizasyon geldi, delindi; doğal gaz geldi, delindi; elektrik geldi, TV geldi, delindi; delindi de, delindi… Delindikçe de, yama… Yama üstüne yama… Evet, hele hele son gelen “doğalgazın yol tahribatı ve tamiratı(!)”; vah ki, ne vah!..

Sayın Başkanım, Çayır Mevkii’ne onca yapı yapılınca, “ana” caddelere ek olarak “ara” ceddeler ortaya çıktı; “o caddelerin trafiği gün be gün yoğunlaştı”; ana caddeler “ara ara” asfaltlanırken, “ara” caddeler yama; yama üstüne yama!..

İşte, gene kış geliyor; yamalar da “doğru dürüst yapılsa”, yollarda, ara caddelerde “eğri büğrü, çıkıntılı, girintili” yerler bırakılmasa, oralar yağmur sularıyla dolmasa, ona da “şükür” diyeceğiz ama…

Urla’da, Burak Oğuz kardeşimin başına gelen / getirilen talihsiz olaydan sonra “oy vererek seçtiğimiz” bir başkanımız yok, dahası “seçtiğimiz Urla Belediye Meclisi üyelerinin ve de “var mı yok mu bilmediğimiz” Belediye Başkan Yardımcısı’nın da bu sorunlarımızla ilgilendiği yok. “Onun için” bu durumu birkaç defa “Size yazdım”, Urla’ya geldiniz, ne yazık ki, “Size ‘kendi istedikleri yerleri’ gösterdiler” ve Siz de “Urla’nın asfalt sorunun bütünüyle çözüldüğünü” ifade eden açıklamalar yaptınız. Biz ise “gene, o eğri büğrü, delik deşik, yamalı bohça gibi” yollarla, başta çevre yoluna çıkan trafiği yoğun 2209 Sokak olmak üzere “bakımsız” yollarla yarışan ara caddelerle baş başa kaldık.

Galiba, “asfalt işinden sorumlu” yetkililer “Gazetecileri pek sevmiyor” ve buralarla pek ilgilenmiyorlar.  Bilmeliler ki, o sitenin sadece adı ve  “faal gazeteci olarak” o sitede de “3 emekli gazeteci” kaldı. “Faal gazeteci” bir ben vardım, ben de evimi sattım, hemen yanındaki yeni bir siteye taşındım.

Durumu “üzülerek” arz ederim, Sayın Başkanım:

++++++++

ERDEM… VE POLİTİKA

Koçi Bey der ki; “Yüksek makamların, şunun bunun aracılığı ile verilmesi doğru değildir, en bilgilisi kim ise ona vermek gerekir.”

(Koçi bey: Risâleleri ile tanınan 17. Yüzyıl Osmanlı yazar, düşünür ve devlet adamı.)

 Ali Naili Erdem

+++++++

SÖZÜN ÖZÜ

Kaleci tuttuğu topu içeriye alıyor, gol oluyor, stoper üst üste iki açık faul yapıyor, iki sarı kart kırmızıya dönüşüyor, takımını 10 kişi bırakıyor, öteki stoper rakibini ceza alanı içinde sarma – künde yere yıkıyor; penaltı ve gol… Kulüp Başkanı “Hakeme, Merkez Hakem Komitesi’ne, Federasyon’a disiplin talimatlık çok ağır isnatlarda bulunuyor ve taraftarı sokağa davet ediyor. Bunun adına da “spor yöneticiliği” deniyor; burası Türkiye!..

+++++++

Şair Eşref Şayet Yaşasaydı… Ne yazardı?

Nihat Demirkol

++++++

İnternet’ten “esen” rüzgarlar!..

Doğa’nın muazzam kitabının dili matematiktir.

Galileo

+++++++