“Siyasi İslamcı Zihniyetle Sistem Kurulmaz, Anayasa Yapılmaz”

İktidarın bugünkü çoğunluğu ile muhalefeti Anayasa yapmak için masaya çağırması bir takım tuzaklar içeriyor. İktidar her şeyden önce bu girişimi ile öncelikle, bir süredir kaybettiği gündem belirleme rolünü yeniden ele geçirmek istiyor. İkinci olarak siyasi İslamcı kadrolara mesaj vererek kendi oy tabanını pekiştirme gayretini sürdürmek niyetinde. Daha ötesi AKP içindeki İslamcı kadrolar bugüne kadar Cumhuriyetin kurucu değerleri ve birikimlerini yıkan ve yok eden bir rotada ülkeyi tam bir Orta Doğu ülkesi kimliğine taşımak istiyor. Böylece ülke çağdaşlık yerine, geleneksellik rotasında, siyasi İslamcı bir zihniyetin tuzağına çekiliyor. Bunun için din ve laiklik tartışmalarını gündemde tutarak, din konusunda hassas kişilerin oyunu almaya gayret ediyor.

Cumhuriyetin uzun gayretlerle oluşturmuş olduğu parlamenter sistemi yıkılıp, yerine tek adam yönetimini getiren ve tek adamın kişisel kararlarının geçerli olduğu; üstelik kuvvetler ayrılığının yok edildiği; bu nedenle meclisin devre dışı kaldığı; yargının ve bürokrasinin bağımlı duruma getirildiği bir ortam ve zihniyet içinde bir anayasa düzenlenemez. Böylesi bir düzenleme yapılsa bile ülkeyi her yönden ileriye değil, gerilemeye, ilkelliğe, cehalete ve güçsüzlüğe sürükler.

Bilindiği gibi Türkiye, dünyada en çok anayasa yapan ve değiştiren ülkelerin en başında geliyor. Hala anayasa yapmak veya yazmak gündemde ise bu durum anayasanın değiştirilmesinden çok, niteliğinin önemli olduğunun göstergesidir. Önemli olan yapılacak anayasanın çağdaş toplumların rotasında geleceğe açık “açık toplum anayasası” olmasıdır. Toplumu kapalı toplumsal değerlere ve geçmişin geleneksel yaşantısına sürükleyen bir anayasa ülkenin önünü büsbütün tıkar. Ülkemiz “açık toplum” olma yönünde çağdaş bir anayasaya 1961 anayasası ile kavuşmuş bulunuyordu. Bu anayasa batıda en son hazırlanmış olan Batı Alman Anayasasından yoğun olarak yararlanmıştı. Özellikle Hitler gibi mutlak diktatörün tek adam yönetimi sonrasında İnsan onuru ve insan haklarını çağdaş değerleri de gözeten bir anayasa idi. Bugünün Almanya’sı da ufak tefek eklemeler dışında bu anayasa ile yönetiliyor. Ancak bizim bugüne kadar yaşadığımız en özgürlükçü olan 1961 Anayasa’sı, topluma bol bulunarak sayısız değişim yaşadı.

AKP’nin siyasi İslamcı kadroları bugünkü anayasanın değiştirilemez maddeleri içinde, en çok laiklik ilkesinden rahatsızlık duyuyorlar. Oysa laiklik ilkesinin olmadığı İslam ülkelerinin tarikatların elinde, çağdaşlıktan uzak kapalı toplumlar yarattığını, süper güçlerin oyuncağı durumuna düştüğünü, sağlıklı ekonomik ve toplumsal sistem kuramadıklarını görüyoruz. Bilimin değil, cehaletin rotasına mahkum olduklarını görüyoruz. Çağdaş toplum olmak, laiklik ilkesi içinde farklı dini inançları güvence altına alan ilkeler yanında aklın ve bilimin rotasında oluşturulmuş hukuk kurallarına dayanan çağdaş değerler gerektirir. Bu değerler özgürlük, eşitlik, adalet, güvenlik, sosyal refah, uzlaşı, barış, insan onuru, insan hakları, hukuk devleti, katılımcılık, ortak akıl, çoğulculuk gibi çağdaş demokratik değerlerdir. Bunların bir araya getirilmesi çoğulcu demokratik, laik bir hukuk devletini bir sistem olarak kurar.

Demokratik sistemler, kişilerden bağımsız olarak herkesçe benimsenmiş temel ilke, kural ve kurumlarla gerçekleşir. Tek adam yönetiminde sistem kuramazsınız. Tek adam yönetiminde kişisellik ve keyfilik egemen olur. Bu nedenle Türkiye’nin yıkılan parlamenter sistemi yerine kurulan tek adam yönetiminde yeni anayasa yapılması yanlış ve tehlikeli olur. Zira ülkeyi bir yandan keyfilik rejimine, diğer yandan da AKP’nin bu günkü rotasında siyasi İslam’ın ve tarikatların cehalet dünyasına sürükler. Unutulmasın ki, Türk toplum geleneği inanç ile aklı bağdaştıran bir dünya görüşü içinde, özünde hep dünyevi bir algıya sahip olduğu için, başarılı devlet sistemleri kurmuştur; ne zaman bunlarda uzaklaşıp Arap geleneği içinde tarikatlar güçlenmiş, işte o zaman devlet bölünmüş veya zayıflamıştır.
Türk Toplum geleneği olarak, Maturidi ve Ahmet Yesevi’den beri Türk ve Arap kültür farkının vurgulanışını; Tuğrul Bey’in halifeyi devletin bir memuru yapan; Osmanlı’nın Şeyhul İslam’ı Devlet Divanının dışında tutan ve nihayet Atatürk’ümüzün laiklik ilkesinin doğruluk ve haklılığını hatırlatmak isterim.