Amaç laik düşünceyi mahkum etmek

28 Şubat Davası “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak etmek” suçlamasıyla olayın üzerinden 16 yıl geçtikten sonra, Şubat 2013’te başladı. İlk iddianame FETÖ’cü oldukları kanıtlanan savcılar tarafından hazırlandı. Yargılamaya FETÖ’cü oldukları kanıtlanan hakimlerle başlandı. 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nun aldığı kararın üzerinden neredeyse çeyrek asır geçtikten sonra; yaşları 74-89 arasında olan, çoğu hasta ve bakıma muhtaç 14 emekli general müebbet hapse mahkûm edildi, rütbelerinin sökülmesi, emekli maaşlarının kesilmesi gündeme getirildi. Bu MGK kararının altında imzası olan, 13 Mart 1997’deki Bakanlar Kurulu kararıyla uygulamaya koyan başbakan ve bakanlara, uygulayan bürokratlara ve kamu görevlilerine hiçbir işlem yapılmadı.

MGK kararları tavsiye niteliğindedir, hükümetin uygulama zorunluluğu yoktur (Nitekim Ağustos 2004’de, FETÖ tehdidine dikkat çeken MGK kararı dönemin hükümeti tarafından uygulamaya konmamış, “rafa kaldırılmış”, sonuçta FETÖ’cü darbe girişimine maruz kalındığı halde üzerinde durulmamıştır). Suç, tavsiye etmekse; 28 Şubat kararlarının altında imzası olan, yok eğer uygulama kararı almaksa; uygulamaya koyan başbakan ve bakanlar neden yargılanmamıştır? Onlar da yargılamaya dahil edilseydi (hükümetin kendi kendisini cebren devirmesi söz konusu olamayacağına göre) dava bu şekilde sonuçlanacak mıydı? Bu kararları uygulamaya koymak “suça iştirak” değil midir? Bir suç varsa “baskı ve zorlamayla uyguladık” demek suçu ortadan kaldırır mı? Eğer öyleyse 15 Temmuz FETÖ kalkışmasında FETÖ’cü komutanlarının emri ve baskısıyla sokağa çıkan 20 yaşındaki Mehmetçikler, 15-16 yaşlarındaki askeri lise öğrencileri neden mahkûm edilmiştir? Yargıdaki bu ve buna benzer pek çok çifte standart yargıya güveni sarsmaz mı?

28 Şubat davasını savunanlar; “başörtüsü yasaklandı, sakal bırakamadım” gibi kişisel sorunları konu ederek “bir intikam ve mağduriyet algısı” yaratmaya çalışmaktadırlar. Oysa 28 Şubat MGK kararının özü; anayasamızla güvence altına alınmış olan laiklik ilkesinin korunmasıydı. Kuvvetle muhtemeldir ki; toplantı tutanakları bütünüyle ortaya konabilse durum daha iyi anlaşılacaktır. Ülkemizin getirildiği aşamada laiklik ilkesinin korunduğundan söz etmek mümkün müdür? Böyle bakınca, asıl amacın; “emekli generalleri mahkûm etmek değil, onların şahsında laik düşünceyi mahkûm etmek, laik düşünceye sahip olanlara gözdağı vermek” olabileceği, Türk Milleti’nin “Laiklik-Siyasal İslamcılık” üzerinden derin bir kutuplaşmaya itileceği endişesine kapılmamak mümkün değildir.