Şehit Gazeteci ve Şeyh-ül-İslam’ın mektubu

Çifte standart her alanda dün olduğu gibi bugün de aynen devam ediyor.

Geçen hafta iki Azerbaycanlı gazeteci Ermenilerden kurtarılan topraklarda mayına basarak şehit oldular.

Gazetecilerin şahadeti bizim basınımızda da, batı medyasında da gereken alakayı görmedi, göremedi.

Oysa kaleminden, fotoğraf makinesinden, kamerasından veya mikrofonundan başka silahı olmayan iki meslektaşımız Ermeni mayınlarına basarak şehit olmuşlardır.

Onlar asker değillerdir.

Üniformaları basın kartlarından ibaretti.

Batılı bir gazeteci dünyanın herhangi bir ülkesinde ayağını taşa çarpsa olay olur.

Yaralansa, öldürülse veya zorla bir yerlerde tutulmaya çalışılırsa dünya ayağa kalkar.

Yaralıysa veya ölüyse getirilmesi, esaret altındaysa kurtarılması olay olur. Havalimanlarında ülkelerinin cumhurbaşkanlarınca karşılanan nice Fransız, Kanadalı, Avustralyalı gazeteciye haberleri şahittir.

Afrika’nın en sapa, Asya’nın en kuytu köşesinde adı duyulmamış bir bölgesindeki gazeteciye gösterilen hassasiyet Avrupa’nın bir karış uzağında bulunan Kafkas arazisinde meydana gelen cinayete maalesef gösterilmiyor.

Gösterilmemeye de dikkat ediliyor.

Oysa uluslararası kurallara göre Ermenistan döşediği mayınların haritalarını ateş-kes sonrası ilgili taraflara vermekle yükümlüdür. Bu hukuken olduğu kadar vicdanen ve ahlaken zorunluluktur. Dolayısıyla bunları vermeyen Ermenistan savaş suçu işlemektedir.

Diyeceksiniz ki; kendisinin olmayan toprağa sahiplenenden bu beklenir mi?

Beklenmez ama bizimkisi de hak arayışıdır!

Şeyh-ül-İslam’ın mektubu

Hal böyleyken Azerbaycan’ın ve Kafkas Müslümanlarının Şeyh-ül-İslam’ı Allahşükür Paşazade Ermenistan Patriği KarakinII’nin Hankendi şehrine ziyareti münasebetiyle 10 Haziran günü bir mektup kaleme aldı. Bu mektubu yazıma almayı sorumlu bir aydın olarak görev biliyorum. Şeyh-ül-İslam Allahşükür Paşazade, Kafkas Dünyası’nda olsun Müslüman Âlemde olsun yüksek itibar sahibi, bilinen ve kabul gören bir dini liderdir.

Diyor ki: “Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal ettiği ve BM Güvenlik Konseyi kararlarının gereklerine uymadığı yaklaşık 30 yıllık süre boyunca, her zaman anlaşmazlığın barışçıl bir şekilde çözülmesini savunduk, çeşitli şekillerde müzakere sürecini destekledik. Din adına nefrete çağrıda bulunmadık ve gene din adına provokatif açıklamalar yapmadık.

Ermenistan-Azerbaycan Dağlık Karabağ sorununun barışçıl çözümüne ilişkin dini liderler toplantıları sayesinde, Vatikan ve özellikle Rus Ortodoks Kilisesi ile birlikte konunun dini boyuta taşınmasına izin vermedik.

Ancak, ne yazık ki, çatışmanın barışçıl ve adil bir şekilde çözülmesine yönelik çabalar Ermeni Kilisesi tarafından desteklenmedi.

Ermenistan Katolikosu II. Karakin’in Hankendi’ye yaptığı son gezi de dahil olmak üzere bu tür faaliyetlerin devam etmesi ve onun intikam amaçlı sloganlar atması çok yanlıştır ve elem vericidir. Ermeni Kilisesi’nin, hoşgörülü ve çok kültürlü Azerbaycan’daki sözde Hıristiyan dini mekânlarının tehdit altında olduğu, insanların onları ziyaret etmeleri ve dini ayinler yapmaları için engeller yaratıldığı gibi dezenformasyon yaptığını da belirtmek gerekir. İşgalden kurtarılan topraklarda ayakta kalan ve kutsallığı bozulmamış tek bir cami ve İslam dini mekânı olmamasına rağmen böyle gerçek dışı bir iddiayı ret ediyoruz.

Savaşçı söylem ve davranış, tarihte henüz kimseye fayda sağlamadı. Savaş Ermeni halkına acı getirdi. Anneler yabancı bir ülkede işgalci olarak ölen ve kaybolan oğulları için ağlıyor. Barış, iyi komşuluk ve bir arada yaşama çağrıları yerine ölüm, işgal, işkence ve şiddet çağrıları dini değerlere aykırıdır. Böyle bir yaklaşımın bölgedeki halkların, özellikle de Ermeni halkının mutlu ve müreffeh bir yaşamına hizmet etmediğine şüphe yoktur. Dini bir figürün görevi, çatışma ve yüzleşmeye hizmet etmek değil, uyum ve sükûnet gibi kutsal fikirlere hizmet etmektir.

44 günlük Vatanseverlik Savaşı sırasında tüm dünya, Başkomutan etrafında toplanan Azerbaycan halkı ve ordusunun birliğini, adaleti sağlamaya hazır olduklarını ve topraklarımızın kurtuluşu için savaşma kararlılığını gördü. Şu anda uluslararası alanda tanınan toprak bütünlüğünü yeniden tesis eden Azerbaycan, Ermenistan dâhil bölgenin ekonomik kalkınmasını ve Ermeni halkının refahını iyileştirmeyi amaçlayan projeler geliştiriyor.

Hepimizin tek Yaratıcısı, biz dini liderleri barış, huzur ve halklarımızın sorunlarına adil bir çözüm adına çabalarımızı sürdürmeye çağırıyor. Düşmanlıklardan kaçınmak şu anda kesinlikle hayati önem taşıyor. Barış ve karşılıklı anlayış yolu, barışı koruma çabalarının birleştirilmesini gerektirdiğinden kolay değildir. Böylesine vahim bir dönemde savaş çağrılarını şiddetle kınamak gerekir. Barış ve istikrar, mutlu ve huzurlu bir yaşam için şarttır ve bu nedenle bölgemizde yaşanan olayların istenmeyen yorumlanmasının kararlılıkla önüne geçilmesi gerekmektedir. Uluslararası toplum bu konuya kayıtsız kalmamalıdır.

Uluslararası topluma ve dini liderlere hitap ederek, onları Ermenistan Kilisesi’nin bu tür eylemlerine karşı bir tutum sergilemeye, bölgemizde savaşı değil, barışı ve ilerlemeyi desteklemeye çağırıyorum. Cenab-ı Hak sulh ve sükûnete yardım etsin Amin!”

Ne demiş ecdat: “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

Acı ama gerçek!